"Bir kavim kendi nefsini değiştirmedikçe
Allah onların durumunu değiştirmez"
[Ra'd: XIII/11: “İnna'llahe lâyuğayyiru mâ
bi-qavmin hattâ yuğayyirû mâ bi-enfüsihim"]
Çok zaman değil bir iki hafta önce akşam saatlerinde kitap okuduğum sakin saatlerde bir çay arası vermiştim. Haberlere bakmak maksatlı internete girmiştim ki bir fırtınanın koptuğuna tanıklık ettim. “başçalan” takma adı kullanan bir tivitter hesabından Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan ile diyalogları ile yayınlanıyordu. Bundan tam bir hafta önce gerçek kişi olduğuna pek inanmadığım “fuatavni” takma adlı bir hesaptan rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehid edilmesi ile alakalı olarak bazı iddialar paylaşmıştı ki bunların birçoğu şahsi kanaatim suikastin Başbakan’ın bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini ima ediyordu. Bu arada verilen fetvaları[1] da ayrıca hatırlatmak isterim.
Sosyal medyanın bir silah olarak kullanıma ilişkin daha önce birkaç yazımda ismini anmış olduğum “Netwar”[2] adında yeni bir operasyon metodunu ortaya atan John Arquilla’nın oluşturduğu fitne tohumları kimi ellerce yeşertildi ve meyvelerini vermeye başladı. Ne hikmetse ilk ürünler ise “Bereketli Hilal[3]” denilen coğrafyanın da içerisinde bulunduğu “Ortadoğu”da ortaya çıktı. Görüyorum ki birileri Türkiye’deki iktidarı ya gerçekten değiştirmek istiyor, ya da belli bir kemikleşmiş kadrosu ve tabanı olmayan Türkiye’nin iktidar partisinin seçmen kadrosunu marjinalleştirerek ve radikallik oranını arttırarak daha da kemikleşmiş bir iktidar potansiyeli oluşturmak istiyor.
İşin oldukça ilgimi çeken tarafı ise hem iktidar partisi kendine bir hedef seçmiş ve ona ürkek hamleler yaparak kendine bir düşman yaratıyor hem de adına iktidar partisi teorisyenlerince “paralel devlet” denilen yapının muhatabı gören bir cemaat kendi çapında karşı hamlelerde bulunuyor. Bunun adı olsa olsa “Gölge Dövüşü”dür.
İki tarafında açıkçası bu ülkede ciddi manada taraftarı yoktur. İktidar partisinin tabanı büyük ölçüde “kararsız seçmen” kesimi denilen ve ehveni şer yapan (yani bu kadar kötü siyasetçilerin içerisinde iyiye yakın budur) diyen bir kesimdir. Bu kesimin “İslami” hassasiyetleri İslam normları ölçüsünde olmasa bile “formları” itibari ile mevcuttur. Bilahare “İslamcı” diye bir gurup türetilmek istese de böylesi bir koftiden doktrin anlayışının Hoca Ahmed Yesevi geleneğinin DNA’larına işlemiş bir millet bünyesinde kabul görmesi pek mümkün olmadı. Fakat durum kaset siyasetleri, gezi parkı hadiseleri ve benzeri psikolojik operasyonların hayli yoğun bir biçimde yaşandığı geçtiğimiz sene 2013 ve o yıl içerisinde başlayan olayların birçoğunun hali hazırda sürdüğü 2014 yılı içerisinde marjinalleşme bir şekilde başlatılmıştır. Süreç ilerlemektedir. Popüler adlandırması cemaat yani Gülen ekibi ise bir Müslüman entelicansiya oluşturmak istese bile iktidar döneminde yapmış olduğu kendilerini siyasetin tam merkezinde yönlendirici bir konuma odaklamaları nedeniyle son bulmuştur. Gülen, kesinlikle günümüz şartlarında bir dini lider değildir. Bu özelliğini referandum öncesi “mezardakileri bile kaldırıp oy kullandırmak gerekir[5]” benzeri açıklamaları ile kendi eliyle öldürmüştür.
Edgar Hoover hakkında kaleme almış olduğum yazı[6]da FBI başkanı olan Hoover’ın kendini emniyete almanın yanı sıra bazı kaset ve ses kayıtları ile siyasetçilere şantaj yolu ile isteklerini dikte ettirmesinden bahsetmiştim. Gülen Ekibi’nin FBI benzeri yetenekte 21 yy şartlarında bir ekip oluşturarak bunu hükümete şantaj için kullanabileceğine kanaat getirmek olsa olsa hayaldir. Öylesi organizsayon yeteneğine haiz olsalar çoktan kendi partilerini kurarlar ve kendilerine arızi durumlar oluşturabilecek “asabi ve inatçı” bir karaktere sahip olduğu aşikar olan Başbakan yerine çok daha kendilerine bağımlı bir kişi ya da kişilerle çalışmak isteyeceklerinden şüphem yok. Öyle ki az çok siyasetle hemhal olan her kişi bilir ki AKP’nin tüm vekilleri terazinin bir kefesinde, diğer herkes bir kefede olsa bile tek başına RTE diğer parti arkadaşlarından çok daha fazla oy toplayacaktır.
Başbakan’ın her ne kadar tüm bu kaset skandalları ve değişik formlarda hükümet yargı, hükümet emniyet ve hükümet dersane gibi olaylarda hedef tahtasına koydu Gülen Ekibi ile medyayı meşgul etse bile “Alo Fatih” ile özellikle Türkiye’de Milliyetçi potansiyelin yükselmesine karşı PKK’ya tercih etmesi[7] de önemli bir ayrıntıdır.
Kaset montaj mı değil mi birçok ses mühendisi ve teknik ekiplerden farklı ekiplerden yorumlar gelirken haber sitelerindeki bir ayrıntı da dikkatimi çekmiyor değil. Şöyle ki kriptolu telefonların dahi dinlenebildiği[8] ve bu yüzden bazı TÜBITAK çalışanlarının açığa alındığı[9] yönünde. Çok geçmeden görüyorum ki Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın neden kriptolu telefon kullandığına dair soru önergesi[10] mecliste gündeme gelmiş.
İyi de hani konuşmalar sahte idi?
Bunu bir kenara bırakarak şunu AKP sempazitanlarına soralım. Hadi diyelim faili meçhul olan bu olayların sahteliği, gerçekliği tartışılır. Peki, istifa eden Bakan Erdoğan Bayraktar’ın açıklamaları[11]? Bilmiyorum, ben mi kaçırdım; lakin Bayraktar’dan aynı açıklamaları takip eden metin içerisinde “suçlamalara” yönelik bir ret yok idi.
O halde; “Ey Yüce Milletim”! Tıpkı Emine Şenlikoğlu gibi malum paraların “fakirlere ulaştırılmak verilmiş olan zengin kimselerin zekâtları[12]” olarak mı değerlendirmeye devam edeceksiniz?
Kur'anî bir başlangıca yine Kur'anî bir son ile veda edelim...
"Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz"
[Zumer: XXXIX/53: "Lâ taqnetu min rahmetillah"]
KAYNAKÇA
[2] http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR789.html Maalesef halen Türkçe’ye çevrilmedi. Galiba uygun bir yayınevi yok(!). Sorumluluk alabilecek yayınevi varsa Temmuz sonrası ben çevirmeye hazırım.
[3] İngilizce “fertile crescent”
[4]http://www.kenney-mencher.com/pic_old/fertile_crescent_egypt/lesson_5_historic_era_fertile_crescent.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder