Quis custodiet ipsos custodes?[1]
Bir geri kalmışlık tartışması sanırım;
İkinci Viyana Kuşatması’dan biz bozguna uğradık uğrayalı tartışılır durur. Bu
uğurda giyim kuşamımız, ölçü aletlerimiz ve eğitim kurumlarımızı baştan aşağı
değiştirdik. Bazı kurumlarımızı tamamen yok ettik. Sonuç konuyu halen
tartışmaya devam ediyoruz.
Mezhepler, Medreseler,
Eşariler, Kadızadeliler, Selefiler, Hukuk, Harf Inkılabı ilaahir... Bunlar
aklıma ilk gelenler.
Bakan Erdoğan
Bayraktar'ın açıklamalarına birlikte tanık olduk: Kelimesi kelimesine Türkiye
’nin Müslüman bir ülke olduğunu ve “konumu itibariyle” mucitler çıkaramadığını,
bunun için gençlerini ara eleman olarak yetiştirmeye odaklanması gerektiğini
söyledi.[2] Bu
apaçık bir şekilde “aşağılık kompleksidir... Nedense "hamilelik"
mevzusu kadar vuku bulmuyor. Lambadan cin çıkartmak daha kolay ama bu medya,
bebek katilinden "özgürlükler savunucusu" bile çıkarır.
Yıllarca
ahlaksız bulduğumuz Batı’nın “tekniğini alalım, ahlağını almayalım” dedik.
Gerçekten böyle bir şansımız var mıydı diye pek tartışmadık. İnsanoğlu
kendisine “bir meyvenin yasak edilmesinden beri” emir ve yasaklar bağlamında
bir ruhi çatışma yaşar.
Maddi kültür
öğelerinin tamamı yanında bazı manevi unsurlar mutlak suretle taşır. En bariz örneklerinden bir fabrika sahibi iseniz, işçilerinize maaş ödemesi
yapacaksınız. Devlet, bunun takibini yapabilmek ve kayıt altına alabilmek adına
bankaların aracı tutulmasını zorunlu kılar. Böyle bir halde birçok insanımızın
da adını duymaktan ürktüğü şekilde bankacılık ve dolayısıyla şu meşhur “faizcilere”
de entegre oluruz demektir. Bankalar size isteseniz de istemeseniz de bir kredi
çıkartır ve sonrası yaşanacaklar da malumdur. Hakikaten böylesi bir “ahlak”tan
kaçmak ne kadar mümkündür? Ya da interneti ele alalım. Hemen hemen tüm popüler
haber sitelerinde karşınıza görmek istemeyeceğiniz resimler çıkar. Çocuklarımız
ise televizyonlarda hiçbiri Türk Kültürü’ne ait bir tane unsur içermeyen çizgi
filmlerle büyür. Eskilerin deyimi ile “Hamama giren terler”.
Modernite için
yıllarca “Japon” örneği özellikle dindar insanlarımızca bize önerildi. Sorun şu
ki bu önermeyi yapan gazete köşe yazarları dâhil Japonya’ya gitmedi, kültürü ve
coğrafyasını incelemedi. Neredeyse tamamen askerden arındırılmış, bir ada
devleti olduklarını çok da fark edemediler. Japon disiplin anlayışı ise bize bu
önermeyi yapan yazarların bile işine gelmedi.
5000 yıllık Türk
Kültürü’nün ve 1000 yılı aşkın İslam tecrübesinin maalesef günümüz dünyasında “eğitim”
ve “ekonomi” konularında özgün bir önermesi yoktur. Batıdan alınan modellerin
başarısız olduğu açıktır. Tanzimat’tan beri 100’den fazla sefer değiştirilen
eğitim sistemi de bunun göstergesidir.
"Tüfek,
Mikrop ve Çelik[3]"
kitabını çok önemserim. Hele ki "önsözünü". Özetle ülkesine gelen bir
bilim adamına "Doğulu" bir politikacı "Neden Doğuluların
Batılıları değil de Batılıların Doğuluları istila ettiğini" sorusunu sorar
ve kitabın ismi de önemli ipuçlarını anlatır. Hatta şöyle ki; bir dönemin en
önemli fatihleri olan atlı-oklu kavimler, gergedana binmiş, ok mesafesinde
mızrak atabilen arbeletlere haiz "kara-derililer" ile karşılaşsa idi
sorusunu da ekler. Öyle ki; Doğulu insanların Batılı insanlardan daha az zeki
olduğu söylenemez. Lakin bir gün buharlı gemilere binmiş, ellerinde tüfek ve
"incil" bulunan, kendilerine karşı yine kendilerini savaştırabilen
Batılı efendiler çıkageldi. Öylesi işlediler ki bir Afrika ülkesinde duyduğumda
beni şaşırtan beyazlar için kullanılan iki ayrı kelime var. Seyyidi ve Nasara.
Yani deri renginiz nispeten beyaz ise ya Efendi ya da Hıristiyan diye
sıfatlandırılıyorsunuz.
Konuyu
örneklendirmeleri ile biraz genişletmek gerekirse (İnkaların İspanyollar ile
karşılaşmasını anlatıyor):
Atahualpa (İnka
İmparatoru) karşısındakileri adamdan saymıyordu. Birkaç atlı ve yüz küsur
İspanyol kudretli İnka'ya ne yapabilirdi? Neredeyse hiçbir şey!
1532 Kasımında
bir gün, Eski Dünya ile Yeni Dünya çarpıştı. 168 İspanyol, Peru'nun dağlık
bölgesinde İnkaların imparatorluk ordusuna saldırdı. Güneş batmadan önce yedi
bin insanı katlettiler ve İnka İmparatorluğu'nun denetimini ele geçirdiler. Bu
süreçte bir tek İspanyol bile hayatını kaybetmedi.
Karşınızdaki güç
odakları çıkarları söz konusu olduğunda ve sizin zayıf olduğunuzu anladıkları
an başınıza gelecekler İnka İmparatoru Atahualpa’nın başına gelenlerden farklı
olmayacaktır.
Bir devletin
devamı için aşağıdaki prensiplerin ülkenizde güçlü bir şekilde var olması
zaruridir:
1-
Asker
- Güvenlik
2-
Politika
3-
Coğrafya
4-
Nüfus
5-
Psiko-sosyal
ve Kültür
6-
Ekonomi
7-
Bilim
ve Teknoloji
Bu prensiplerde
en zayıf halka prensibi geçerlidir. Bir zincir en zayıf halkasının kudreti nispetinde tek parçadır. Aynı metafordan hareketle bir devlet de en zayıf olduğunuz konu nispetinde güçlü
olabilirsiniz. Farklı bir durumu iddia etmek kalıcı olarak mümkün değildir.
Tarih bunun ispatlayacak tozlu yapraklardan teşekkül eder.
Ülkemiz hakkında
yorum yapmayı sizlere bırakıyorum.
Devam edecek… Devamı için tıklayınız.
Allahû Alem (En
doğrusunu Allah bilir.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder