13 Ağustos 2013 Salı

Geri Kalmışlık Üzerine - 1 -

Quis custodiet ipsos custodes?[1]

Bir geri kalmışlık tartışması sanırım; İkinci Viyana Kuşatması’dan biz bozguna uğradık uğrayalı tartışılır durur. Bu uğurda giyim kuşamımız, ölçü aletlerimiz ve eğitim kurumlarımızı baştan aşağı değiştirdik. Bazı kurumlarımızı tamamen yok ettik. Sonuç konuyu halen tartışmaya devam ediyoruz.

Mezhepler, Medreseler, Eşariler, Kadızadeliler, Selefiler, Hukuk, Harf Inkılabı ilaahir... Bunlar aklıma ilk gelenler.


Bakan Erdoğan Bayraktar'ın açıklamalarına birlikte tanık olduk: Kelimesi kelimesine Türkiye ’nin Müslüman bir ülke olduğunu ve “konumu itibariyle” mucitler çıkaramadığını, bunun için gençlerini ara eleman olarak yetiştirmeye odaklanması gerektiğini söyledi.[2] Bu apaçık bir şekilde “aşağılık kompleksidir... Nedense "hamilelik" mevzusu kadar vuku bulmuyor. Lambadan cin çıkartmak daha kolay ama bu medya, bebek katilinden "özgürlükler savunucusu" bile çıkarır.

Yıllarca ahlaksız bulduğumuz Batı’nın “tekniğini alalım, ahlağını almayalım” dedik. Gerçekten böyle bir şansımız var mıydı diye pek tartışmadık. İnsanoğlu kendisine “bir meyvenin yasak edilmesinden beri” emir ve yasaklar bağlamında bir ruhi çatışma yaşar.


Maddi kültür öğelerinin tamamı yanında bazı manevi unsurlar mutlak suretle taşır. En bariz örneklerinden bir fabrika sahibi iseniz, işçilerinize maaş ödemesi yapacaksınız. Devlet, bunun takibini yapabilmek ve kayıt altına alabilmek adına bankaların aracı tutulmasını zorunlu kılar. Böyle bir halde birçok insanımızın da adını duymaktan ürktüğü şekilde bankacılık ve dolayısıyla şu meşhur “faizcilere” de entegre oluruz demektir. Bankalar size isteseniz de istemeseniz de bir kredi çıkartır ve sonrası yaşanacaklar da malumdur. Hakikaten böylesi bir “ahlak”tan kaçmak ne kadar mümkündür? Ya da interneti ele alalım. Hemen hemen tüm popüler haber sitelerinde karşınıza görmek istemeyeceğiniz resimler çıkar. Çocuklarımız ise televizyonlarda hiçbiri Türk Kültürü’ne ait bir tane unsur içermeyen çizgi filmlerle büyür. Eskilerin deyimi ile “Hamama giren terler”.

Modernite için yıllarca “Japon” örneği özellikle dindar insanlarımızca bize önerildi. Sorun şu ki bu önermeyi yapan gazete köşe yazarları dâhil Japonya’ya gitmedi, kültürü ve coğrafyasını incelemedi. Neredeyse tamamen askerden arındırılmış, bir ada devleti olduklarını çok da fark edemediler. Japon disiplin anlayışı ise bize bu önermeyi yapan yazarların bile işine gelmedi.

5000 yıllık Türk Kültürü’nün ve 1000 yılı aşkın İslam tecrübesinin maalesef günümüz dünyasında “eğitim” ve “ekonomi” konularında özgün bir önermesi yoktur. Batıdan alınan modellerin başarısız olduğu açıktır. Tanzimat’tan beri 100’den fazla sefer değiştirilen eğitim sistemi de bunun göstergesidir.

"Tüfek, Mikrop ve Çelik[3]" kitabını çok önemserim. Hele ki "önsözünü". Özetle ülkesine gelen bir bilim adamına "Doğulu" bir politikacı "Neden Doğuluların Batılıları değil de Batılıların Doğuluları istila ettiğini" sorusunu sorar ve kitabın ismi de önemli ipuçlarını anlatır. Hatta şöyle ki; bir dönemin en önemli fatihleri olan atlı-oklu kavimler, gergedana binmiş, ok mesafesinde mızrak atabilen arbeletlere haiz "kara-derililer" ile karşılaşsa idi sorusunu da ekler. Öyle ki; Doğulu insanların Batılı insanlardan daha az zeki olduğu söylenemez. Lakin bir gün buharlı gemilere binmiş, ellerinde tüfek ve "incil" bulunan, kendilerine karşı yine kendilerini savaştırabilen Batılı efendiler çıkageldi. Öylesi işlediler ki bir Afrika ülkesinde duyduğumda beni şaşırtan beyazlar için kullanılan iki ayrı kelime var. Seyyidi ve Nasara. Yani deri renginiz nispeten beyaz ise ya Efendi ya da Hıristiyan diye sıfatlandırılıyorsunuz.

Konuyu örneklendirmeleri ile biraz genişletmek gerekirse (İnkaların İspanyollar ile karşılaşmasını anlatıyor):
Atahualpa (İnka İmparatoru) karşısındakileri adamdan saymıyordu. Birkaç atlı ve yüz küsur İspanyol kudretli İnka'ya ne yapabilirdi? Neredeyse hiçbir şey!
1532 Kasımında bir gün, Eski Dünya ile Yeni Dünya çarpıştı. 168 İspanyol, Peru'nun dağlık bölgesinde İnkaların imparatorluk ordusuna saldırdı. Güneş batmadan önce yedi bin insanı katlettiler ve İnka İmparatorluğu'nun denetimini ele geçirdiler. Bu süreçte bir tek İspanyol bile hayatını kaybetmedi.

Karşınızdaki güç odakları çıkarları söz konusu olduğunda ve sizin zayıf olduğunuzu anladıkları an başınıza gelecekler İnka İmparatoru Atahualpa’nın başına gelenlerden farklı olmayacaktır.

Bir devletin devamı için aşağıdaki prensiplerin ülkenizde güçlü bir şekilde var olması zaruridir:

1-      Asker - Güvenlik
2-      Politika
3-      Coğrafya
4-      Nüfus
5-      Psiko-sosyal ve Kültür
6-      Ekonomi
7-      Bilim ve Teknoloji

Bu prensiplerde en zayıf halka prensibi geçerlidir. Bir zincir en zayıf halkasının kudreti nispetinde tek parçadır. Aynı metafordan hareketle bir devlet de en zayıf olduğunuz konu nispetinde güçlü olabilirsiniz. Farklı bir durumu iddia etmek kalıcı olarak mümkün değildir. Tarih bunun ispatlayacak tozlu yapraklardan teşekkül eder.

Ülkemiz hakkında yorum yapmayı sizlere bırakıyorum.


Allahû Alem (En doğrusunu Allah bilir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder