Ignoti nulla cupido[1]
Not: Anlam bütünlüğü teşkil etmesi amacıyla bir önceki yazıya da
göz atılması tavsiye olunur. Yazıyı görmek için tıklayınız.
Konumuza yeniden
bir göz atmamız icap ederse 2000'li yıllar içerisinde acaba kaç tane gerçek
manada mucit çıkmıştır? Emin olun bu sayı çok az. Bilim dünyası özellikle fenni
ilimlerde artık kılı kırk yararak bilgi kırıntılarını bir araya getirerek
farklı atılımlar gerçekleştiriyor. Zaten teknolojik ilerleme için “mucit çıkması”
da gerekmiyor. Kapitalist dünyada mucit ürettiği malın ticari niteliği ile
değerlendiriliyor. Bu konuda sanırım en büyük örnek de Edison. Fakat Tesla ile
aralarında bulunan “garip” ilişki günümüz koşullarında ortadadır. Edison çok
iyi bir pazarlamacı olmasına karşı Tesla bir o kadar iyi bir bilim adamıdır.
Fakat bir o kadar da kötü bir şekilde fikirlerini kullanamamıştır.
Müslümanlara
gelindiğinde ise Bakan Bey’in açıklamalarına belki paralellik teşkil edecek birkaç
söz ateistlerin en popüler ismi Richard Dawkins[2]’ten
geldi[3]. Dawkins;
“Dünyadaki tüm Müslümanların aldığı Nobel ödülü
sayısı Cambridge Üniversitesi bünyesindeki Trinity Koleji mensuplarının
aldığından azdır. Gerçi onlar [Müslümanlar] da Orta Çağ'da harika şeyler
yaptılar. ” diye bir cümle kurdu. Ölçü burada
Nobel olmasa bile Müslümanların Müslüman dünyasına Müslüman kimlikleri ile
yapmış olduğu katkılardan bahsedelim. Elbette ki birçok Müslüman bilim adamı
önemli bilim çevrelerinde ama neredeler? Dawkins’e kızmak yerine hak verecek
kadar cesareti kendimizde bulmalıyız.
Bernand
Lewis Yanlış Giden Ne Oldu[4]
kitabında bu konuları tam bir “oryantalist” gibi ele alır. Geri kalışın
nedenlerini askerde, kadınların durumunda gibi biraz da önyargılı arar ve
tartışır. Osmanlı’nın Batı karşısındaki mağlubiyetlerinde belki de en önemli
neden günümüzde “lojistik” olarak tabir edilen “tedarik zinciri” bozulmalar ve
bir iş ahlakı geliştirememesi idi. Tedarik konusunda İskender Öksüz Hoca’nın
yazısı[5]
tam bir zekâ meyvesidir. Dilerim ileride bu yazısı daha ileri safhalara da
taşır.
Bernand
Lewis kitabında iş ahlakına örnek gösterilebilecek şöyle bir durumu dile
getirir:
“Orta Doğu’da özümsenmesi ve
yerleştirilmesi en zor olan kavramlar randevu alma ve randevuya uymadır. Bu
konuda son söz 1947’de Orta Doğu’yu ziyaret etmiş olan bir Fransız yazara
bırakılabilir. “Doğu gezilerim sırasında, randevulara geç gitmek için özel bir
çaba harcadım ve harcamaya da devam ediyorum. Buradaki deneyimli, akıllı, ak
saçlı adamlar bana zaman zaman şunu söylemişlerdir. “Buralarda gökyüzü mavi,
havalar çok sıcaktır. Aceleye ne gerek
var? Yaşamın tadını bozmak niye? Burada herkes geç kalır. Belirlenen saatte gelen, zamanını boşa harcamış
olur. Kesin dakikliğin avantajı azdır; ama uygunsuz yanları çoktur. Kesin
dakiklik esneklikten, fanteziden, neşeden ve hatta asaletten yoksundur.”
Sözde
“Arap Baharı” hakkında bir profesörümüz benim de bulunduğum bir konferansta “Kaos
düzen doğurur. Bunu Fransız İhtilali’ne benzetebiliriz. Bu olayların sonunda o
coğrafyadaki Müslümanları büyük atılımlar yaparken görebiliriz” diye beyanatta
bulunmuştu. Konferansın hemen sonunda yöneltmiş olduğum “Taşların yerinden
oynadığı konusunda hemfikiriz. Lakin o dönemde Fransızların sahip olduğu önemli
fikir adamların çağdaş muadillerini Müslümanlar arasında bulmamız mümkün müdür?”
Hoca, bu konuda isim veremeyeceğini ama mutlaka var olduğunu belirtmişti. Bir
nevi akademik kimliği ile kaçamak yaptı. Müslüman Dünyası şüphesiz ki bir
entelektüel kriz içerisindedir. Bu konuda Batı ile rekabet etmekten de oldukça
uzaktır.
Müslüman Dünyası’nın
herhalde en kötü durumu politika alanında yaşanmaktadır. Suriye’ye desteğini
kesmesi karşılığı Rusya'ya 15 milyar dolar rüşvet teklif edecek kadar Müslüman olan
Müslümanların ülkeler ve ciddi ekonomik varlıklar yönettiği gerçeğinin var
olduğu bir dünyada yaşıyoruz.[6]
Çok gündemde
olduğu için biraz da ilgi çekmek maksatlı "Steve Jobs"u ele alalım.
Bir Müslüman ülkede yaşasa idi? Ya da biraz daha konuyu belirgin hale getirmek
amaçlı Müslümanların model ülkesi olarak lanse edilen Türkiye'de yaşasa idi?
Sıradan bir asgari ücretli ailenin çocuğu olduğunu farz edelim ve lütfen
Hindu-Amerikan NLP hikâyeciklerinin etkisini bir yana bırakalım. Ne olurdu?
- Şansının pek
de iyi gitmediğini farz edersek; Üsküdar Valide Sultan Camii'nde dilenirken
rastlardık. Fransızca ve İngilizce bilen bir elektrik mühendisine
rastlamışlığım var.
- Orta halli
şans durumunda bir fabrikanın bilgisayarcısı olarak senelik zam alır mıyım
temaşasında, “Oğlum imam-hatip okusaydın bari imam olurdun” diyen bir ailenin
çocuğu.
- İyi bir şans
düzeyinde bir holdingte bilgi işlemci. O da ikili ilişkiler arası bir
entrikanın sonucu "kovulma" riskini üzerinden asla atamaz. Tazminatsız
ve ihbarsız kendini işsiz buluverir. İş dünyasının klasik ve kendi gerçeği
neticesi: "Kimse vazgeçilmez değildir."
Sorunlarımızın nedeni
besbelli: Kısaca "Bizans hastalıkları" olarak yıllar öncesinde
kıymetli bir siyasimizce dile getirilmişti. Bunlar; Gevşeklik laubalilik,
dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmek, sır saklamamak,
rastgele laf söylemek... Aslî sorunumuz "ahlak"tır... Özellikle de iş
ahlakı.
Fertile Crescent diye anılan Bereketli Hilal Coğrafyası |
Troçki
"Toplumdaki hastalıklar için o toplumun şair ve yazarlarını
yargılayınız" der. Günümüzde yaşasa idi Troçki "şair ve yazar"
yerine "şarkıcı ve senarist" derdi. Ve tabii ki toplumun üzerinde
yükselen bizde birçok kereler "memur zihniyeti"nin esiri olan
bürokratlarımız... Amiyane tabirle karakteri bulunduğu ortama göre şekil alan
"her devrin adamları"... Sorunlar gitgide sofistike hale geliyor ve
haliyle çözümlerse trajik hatta bu yazdıklarım dahil trajikomik.
İş adamları
hakkaniyetli olursa, amir memurunun hakkına riayet ederse, hoca mesleğinin
kaidelerince talebesine özen gösterirse, talebe mektebine önem verirse...
Herkes bulunduğu yerin ve söylemlerinin hakkını verirse sorun kalmaz.
Mesleğinin gereklerini hakkı ile yerine getiren, iyi ebeveyn, akraba yahut
arkadaş olabilen kimseden daha büyük Müslüman(ibadetleri tabii ki
kastetmiyorum), daha büyük vatansever olunabilir mi? Nepotizm almış başını
gitmiş, liyakat kavramı ise artık bazı sözlüklerde bile yok.
Nepotizm; yani
Türkçesi şu bizim "dayın var mı" meselesi var oldukça ve var olmaya
devam ettikçe tüm gelecek tasavvurlarımızı "0" ile çarpalım. Liyakat
varsa ki bu karakteri de beraberinde getirecektir; tüm "0"ların
başına "1" ekleyin.
Tüfek, Mikrop ve
Çelik'ten kanaatimce çıkarabilecek en önemli sonuçlardan biri; bireysel açıdan
zeki, dahi
ve mucit olsanız dahi bunları takdir edecek bir ahlak ve geniş
kitlelere yayacak bir siyasi organizasyon yoksa unutun gitsin. İşin büyüğü
aslen insanları bir araya getirme becerisidir. O veya bu şekilde, ne olduğu
önemli değil; kaldıraç bir dayanak noktasına ihtiyaç hisseder.
Archimedes'in
dünyayı yerinden oynatmak için ihtiyaç hissettiği türden bir kaldıraç...
Hz. Muhammed(s.a.v.)
bir mucit değildir. Yanında bulunan sahabelerin hemen hemen hiçbiri bugün
önemli sayılabilecek bir bilim adamı da değildi. Ancak O'ndan(s.a.v.) ve Onlar'dan sonra dünya bir daha eskisi gibi
olmadı. "O(s.a.v.), ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildi."
Öyle ki insanlar O'nun için savaş meydanında kardeşi ve babası ile karşı
karşıya geldi. "Kara derili" köle Bilal bu sayede halen şu an yaşayan
birçok insan çok daha diri bir şekilde yaşıyor. Pek bilinmez ama Peygamber Efendimiz
ve Hz. Ebubekir'in yanında arkalarında Onlar'ı öldürmeye gelenler varken birüçüncü
kişi daha vardı. Bu kişi müşrik bir rehber idi. Lakin ölüm korkusu ile yüz yüze
iken bile şu aralar Müslümanların da günümüzde ihtiyaç duyduğu bir ahlakla
Efendimiz'i(s.a.v.) ele vermedi.
İlyada'da şöyle
bir hikâye geçer. Truva Savaşı çıkmadan Arkhilleus'un kafası karışık bir
haldedir. Annesi Deniz Tanrıçası Thetis'e savaşa girip girmemesi konusunda
danışır. Thetis oğluna "Eğer bu savaşa girmezsen mutlu bir hayat sürer ve
torunların kıyamete kadar yaşar lakin ismin unutulur. Savaşa girersen ismin hep
yaşar" diye bir yanıt verir. Kâfir, müşrik, putperest, sarhoş ve zina
düşkünü Arkhilleus ise isminin yaşamasını seçer ve bu yönde hareket eder.
Galiba “Biz Kimiz” sorusunu çokça sormamız ve üzerine zihinlerimizi yormamız
icap ediyor.
Müslümanlar iman
esasları gereği "ahiret" anlayışına sahiptir. Zilzal Suresi biz
Müslümanlara şöyle bir uyarıda bulunur: Fe men ya’mel
miskâle zerretin hayren yereh. Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren
yereh. Mealen; her
kul her hareketinin misk tanesi kadar dahi olsa cezası ve mükâfatını görür. Burada aklıma Rahmetli Durmuş Hocaoğlu'nun
"Müslümanlar İslam'a yakışmıyor. Hele ki Türkler ne atalarına ne de
dinlerine yakışmıyor" mihmalinde ettiği sözleri aklıma getiriyor.
"Aç
insandan asil duygular beklenmez." Lakin aksini bunu yapabilirseniz(ki
birçok kereler bu millet tarafından yapılmıştır), tarih yazarsınız. Bu Tıpkı
biz Müslümanların ve Türk milletinin övündüğü mazilerinde olduğu gibidir.
Kuranı Kerim'in Bakara Suresi’nde "lehâ mâ
kesebet ve lekum mâ kesebtum, ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn"
dediği gibi. Mealen; (Hz. İbrahim kastediliyor) Onların kazandıkları Onlaradır.
Siz Onlardan sorumlu değilsiniz. Bu konuda bir imkân olsa "Hele ki gündeme
gelen rüşvet haberlerinden sonra Müslüman Suudları Gavur Putin'e" talebe
olmasını dilerdim...
Fatih'in Edirne
Çarşısı'nı İstanbul Fethi öncesi teftişe çıkmasından kasıt da bu olsa gerek.
Hâsılı kelam;
biz Müslümanlar, hasleten Türkler, sümme hasleten "övgüye mazhar"
Oğuz Türkleri rektörüne "umre vazifemi yerine getirdim, takdirinizi
bekliyorum" diyen doçent olmaktan ise hayalperest
ve vatan haini olup mitralyözlere karşı at sürmeyi tercih eden "Enver" olmayı tercih etmeyi göze
alabildiğimiz vakit; eski dinamiklerine kavuşur.
Batı terimleri
katıştırılmış bir dille; spiritüel yaşamının seküler yaşamında yansıması
bulunmayan psikiyatrik "afazi[7]"ye
meftun kitlerlerle "ittihat etmesi ve terakki kavuşması" darağacında
boynunun ipe uzanması için sandalye konulan idam mahkûmunun terakki etmesi
kadar sürecektir.
Unutmadan; Steve
Jobs'a karşılık olarak şu aralar El Kaide örgütünün en tepesindeki isim Aymen
Mohammed Rabie al-Zawahiri anlatılanlara göre çok iyi bir cerrah ve matematik dâhisidir.
Biri Birleşik Devletler'de, diğeri ise Mısır'da doğmuştur...
İnnallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ
bi enfusihim.
Bir
toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı
değiştirmez.
Vesselam.
Allahû Alem (En
doğrusunu Allah bilir.)
[1]
Bilmediğinizi arzulamayınız. –Latince-
[7] http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=91896&sa=145921542
Afazi hakkında ayrıca bir alıntı yazı kaleme alacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder