Tıpkı Mısır'da öldürülen Esma gibi.
Maksadım O'nun öldürülmesinden bize ne gibi bir ifadeye girişmek asla değildir. İnsan yeryüzünde Tin Suresindeki ifade ile "ahseni takviym" yani yaratılmışların en güzeli ve hemen akabindendeki ifade ile de "esfele safiliyn" yani aşağıların aşağısı olarak tarif edilir. Meleklerin (günahsız, Allah'ın emri dışında hareket edemeyen, iradesiz) dahi secde ettiği varlık olması önemlidir. Ve insan; yaradılışının ilk anından itibaren "Yeryüzündeki halife" ünvanı ile yükümlü kılınmış. Bunun Kuranı Kerim'de birçok yerde ifadesi vardır. Bir ibretli örneği ile; Ahzab Suresi "İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân, innehu kâne zalûmen cehûlâ" der. Mealen ifade edecek olursak ayet şunu ifade eder Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.
İşte insanın zalim ve cahil yanı. Her iki taraf da öldürüyor ve "Allahû Ekber" nidaları göğe yükseliyor. Ne kadar acı ve afet bir durum.
Mısır'da her iki tarafın da müslüman olduğu lanse ediliyor. Bundan bu kadar emin ve kesin kanaatlerle konuşmanın ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum. Çünkü bizim zihinlerimizde algıda olduğu gibi "her Arap Müslüman değildir." Mısır nüfusunun kaynakların çok güvenilir olmamasına rağmen yaklaşık yüzde 9-10 gibi bir rakamı Hıristiyan'dır. Adet ile ifadesi ile 8-9 milyon arası bir Hıristiyan nüfus Mısır'da yaşıyor. Bunlara "Kıpti" denilir. Ayrıca Hıristiyanlığın üç önemli kilisesinden biri Mısır ülke sınırları içerisinde kalmaktadır. İskenderiye. Bu kilisenin Hz. İsa'nın havarilerince kurulmuş iki kiliseden(çoğu otorite kabul etmese bile İstanbul da sayıldığında üç) biri olması nedeniyle oldukça önemli bir tarihi geçmişi vardır.
Bir kavga var ve gırla gidiyor. İki şey var ki hiç mi hiç gündeme gelmedi:
1- Mısır Hıristiyanları ve İskenderiye kilisesi olan bitenden nasıl etkileniyor?
2- Afrika'nın şah damarı ve Antik Mısır Medeniyeti'nin kaynağı Nil Nehri'nin kullamını bu olaylar nasıl etkileyecek?
Köhne Batı(Avrupa) ve Vahşi Batı(Birleşik Devletler)'nın kafalarından ne geçiyorsa içinde en önemli satranç taşlarının üzerinde bu iki ismin yazdığına emin olabilirsiniz. Çünkü ifade ettiğim gibi "gizleniyorlar".
İşte Esma ve nicesi masum ve her iki taraftan insanların katlolunması bu hesapların neticesinde kurban gitmiş olması muhtemeldir. Hele ki Mısır'ın eski toprakları olan Sudan'da sessiz sedasız yaşanan Müslüman Hıristiyan eksenli olarak tasarlanan bölünme akıllara acaba Mısır'ın hukuki statüsünde bir bölünme yaşanıp yaşanmayacağına dair soruları da gündeme getirmektedir.
İşte insanın zalim ve cahil yanı. Her iki taraf da öldürüyor ve "Allahû Ekber" nidaları göğe yükseliyor. Ne kadar acı ve afet bir durum.
Mısır'da her iki tarafın da müslüman olduğu lanse ediliyor. Bundan bu kadar emin ve kesin kanaatlerle konuşmanın ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum. Çünkü bizim zihinlerimizde algıda olduğu gibi "her Arap Müslüman değildir." Mısır nüfusunun kaynakların çok güvenilir olmamasına rağmen yaklaşık yüzde 9-10 gibi bir rakamı Hıristiyan'dır. Adet ile ifadesi ile 8-9 milyon arası bir Hıristiyan nüfus Mısır'da yaşıyor. Bunlara "Kıpti" denilir. Ayrıca Hıristiyanlığın üç önemli kilisesinden biri Mısır ülke sınırları içerisinde kalmaktadır. İskenderiye. Bu kilisenin Hz. İsa'nın havarilerince kurulmuş iki kiliseden(çoğu otorite kabul etmese bile İstanbul da sayıldığında üç) biri olması nedeniyle oldukça önemli bir tarihi geçmişi vardır.
Bir kavga var ve gırla gidiyor. İki şey var ki hiç mi hiç gündeme gelmedi:
1- Mısır Hıristiyanları ve İskenderiye kilisesi olan bitenden nasıl etkileniyor?
2- Afrika'nın şah damarı ve Antik Mısır Medeniyeti'nin kaynağı Nil Nehri'nin kullamını bu olaylar nasıl etkileyecek?
Köhne Batı(Avrupa) ve Vahşi Batı(Birleşik Devletler)'nın kafalarından ne geçiyorsa içinde en önemli satranç taşlarının üzerinde bu iki ismin yazdığına emin olabilirsiniz. Çünkü ifade ettiğim gibi "gizleniyorlar".
İşte Esma ve nicesi masum ve her iki taraftan insanların katlolunması bu hesapların neticesinde kurban gitmiş olması muhtemeldir. Hele ki Mısır'ın eski toprakları olan Sudan'da sessiz sedasız yaşanan Müslüman Hıristiyan eksenli olarak tasarlanan bölünme akıllara acaba Mısır'ın hukuki statüsünde bir bölünme yaşanıp yaşanmayacağına dair soruları da gündeme getirmektedir.
Bazı İslami kanallarda yapılan programlarda Mursi taraftarlarının Müslüman olduğu; Sisi yanlılarının ise "laik" gibi ucu açık nereye gittiği ve neyi kastettiği tam belli olmasa bile "Anti-müslüman" gibi bir manada kullanıldığı söylemlere sıkça rastlanılmaktadır. Bu kuru gürültüden öte bir lafı güzaftır. General Sisi'nin katı bir inanç sistemine sahip olduğu, kendisinin yapmış olduğu eski yorumlar ve düşünce kuruluşlarının raporlarından görülebilir. Bekaretçi General diye ülkemizde de darbe öncesi yapmış olduğu yorumlar gündeme gelmişti. Laiklik konusunda dindarlarımızın yanlış kanaati varlığından hiçbir şey yitirmemişe benziyor.
Batılı reklamcıların ve psikolojik operasyon uzmanlarının nispeten daha bir Mursi taraftarı olduğu gerek yazılı görsel ve gerekse sosyal medyadaki sarı zemin üzerine dört parmak resimlerinde görülebilmektedir. Mursi demokratik bir tercih olduğuna hemen hemen kulak verdiğim her TV programında ve köşe yazısında tanık olmaktayız. Mursi bir sözde Arap Baharı operasyonu sonucu iktidara gelmiştir. Demokratik seçimle gelmiş olması güzel bir vurgu olsa bile demokrasinin koftiden bir demokrasi olduğu hemen hemen ikiye bölünen ülkesinden görünmektedir. Demokrasi bir bilinç hali gerektirir ve süreç işidir. "Ben demokrasi getirdim, artık özgürleştiniz" demek tam bir "Birleşik Devletler" saçmasıdır. Ne sebepten olursa olsun demokratik siyasi partilerin kuruluşunu ve programlarının şekillenmesine müsaade etmeden; en azından birbirlerine karşı farklılıklarının ortaya çıkması önemlidir. Aksi takdirde şu ya da bu partiye oy vermenin futbol takımı tutmaktan farkı kalmayacaktır. Nitekim; bu seçimlerde de dini guruplar arası bir taraftar yarışı olmaktan öte gitmediği açıktır. Belki de her iki tarafında birbirini öldürürken "Allahû Ekber" diye nida etmesinin nedeni budur.
Sözde Arap Baharı'nı ortaya atan kıvılcımın her ülkedeki kendi iç mekanizmalarının olduğunu iddia edebilirseniz, belki. Ancak bunun böyle olmadığını ve sözde Arap Baharı'nın "Wikileaks" belgelerinin yayınlanması ile başladığını tekrar hatırlatmak isterim. Öyle ki daha geniş belgeler ile yayınlanan ve Arap ülkelerine göre çok daha aktif internet kullanıcı olan ülkelerde aynı etkiyi yaratmaması incelemeye değer bir husustur.
Türkiye'ye gelindiğinde ise durum bir hayli ilginç bir hale geliyor. Üzeyr Doğan'a ait analizle şu an beş farklı gurup Türkiye'de Mısır konusunda fikir beyan ediyor:
1- Sadece Sisi karşıtı şuursuz Müslümanlar
2- Mısır'dan bize ne diyenler
3- Doğrudan Sisi'den yana olanlar
4- Mısır'ı boşverin, biz Kerkük, Karabağ ve Doğu Türkistan için üzülelim diyenler
5- Zulme karşı ayrım yapmaksızın rahatsızlığını dile getirenler.
En büyük ya da en çok sesi çıkan kalabalığı bir numaralı kesim oluşturuyor. Ve bazen bu uğurda Ümraniye gibi trafiği devam eden çalışmalardan ötürü bir cehenneme dönüşmüş yerde bile eylem yapmaktan geri durmuyorlar. Bu eylemlerin tamamının finansör bulduğunu ve desteklendiğine dair kanaatler taşıyorum. İki ve üçüncü kesime denilebilecek çok söz bulamıyorum. Çünkü Türkiye Ortadoğu'nun en istikrarlı, siyaseti diğer bölge ülkelerine göre oturmuş, köklü ve büyük ölçüde dumura uğratılsa bile halen gelenek sahibi bir ülkedir. Kısaca Ortadoğu'nun merkezidir. Bu bölgede cereyan edecek herhangi bir hadisenin Türkiye'yi etkilememesi, ya da Türkiye'de yaşanacakların bölge ülkelerine yeni bir pozisyon aldırmama akla ve mantığa aykırıdır. Her şeyden önce Ortadoğu Türklerin eski idari toprakları, yüzyıl öncesi kaybettikleri büyük ve şanlı imparatorluğun coğrafyasıdır. Dördüncü kesim nispeten yüzde yüz haksız olmasa bile eski bir Anadolu tâbiri ile Mehmed'in bitini Ahmed'in kafasında kırmak bu milletin şanına yakışacak bir hareket değildir. Bu kabahat nispeten bu eleştiriyi yapanlara ait olmakla birlikte "R4bia" hadisesinde olduğu kadar kararlı ve istikrarlı bir eylem planlamasını "Türk Milliyetçileri" ne Karabağ, ne Kerkük, ne de Doğu Türkistan için yürütememiştir. Beşinci kesim o veya bu kesime bağımlı hareket etmeksizin vicdanı ışığında olaylara buğz etmektedir. Bu görevi yerine getirmek için herhangi bir dine, partiye ya da sosyal statüye sahip olmak gerekmemektedir ve bu bir insanlık görevidir. Ancak bir şartla. O ya da bu kesim tarafgirlikten değil de "kan"ın ve "ölümler"in durmasını talep etmek kaidesi ile.
Mısır; Afrika'nın en köklü ve en eski medeniyetidir. Afrika'nın en önemli güç merkezidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan tüm sorun ve kriz odaklarının en büyüklerinin Ortadoğu merkezli oluşunun tek ve en büyük sorumluları Müslümanlar ve Müslümanların sancaktarı olan Türkler'e aittir.
Türkiye diplomasi yürütmek yerine "taraf" ve "borazan" kelimelerini birleştirerek arkadaş çevresi sohbetlerinde dile getirdiğim şekli ile "tarafazanlık" yürütmektedir. Bu taraf olduğumuz kimselerin yararına olmadığı gibi karşı olduğumuz kimseleri de kendilerince kendilerini "daha bir haklı" olduklarına dair bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Türkiye'de halen ciddi manada gerek hükümet kanadında ve gerekse üniversite kadrolarında yetişmiş "bölge uzmanlarının" azlığını, her televizyona çıktığında sıradan bir "siyaset ve uluslararası ilişkiler" okuyan üniversite öğrencisinden fazla bir kelam edememesinden bellidir.
Batılı reklamcıların ve psikolojik operasyon uzmanlarının nispeten daha bir Mursi taraftarı olduğu gerek yazılı görsel ve gerekse sosyal medyadaki sarı zemin üzerine dört parmak resimlerinde görülebilmektedir. Mursi demokratik bir tercih olduğuna hemen hemen kulak verdiğim her TV programında ve köşe yazısında tanık olmaktayız. Mursi bir sözde Arap Baharı operasyonu sonucu iktidara gelmiştir. Demokratik seçimle gelmiş olması güzel bir vurgu olsa bile demokrasinin koftiden bir demokrasi olduğu hemen hemen ikiye bölünen ülkesinden görünmektedir. Demokrasi bir bilinç hali gerektirir ve süreç işidir. "Ben demokrasi getirdim, artık özgürleştiniz" demek tam bir "Birleşik Devletler" saçmasıdır. Ne sebepten olursa olsun demokratik siyasi partilerin kuruluşunu ve programlarının şekillenmesine müsaade etmeden; en azından birbirlerine karşı farklılıklarının ortaya çıkması önemlidir. Aksi takdirde şu ya da bu partiye oy vermenin futbol takımı tutmaktan farkı kalmayacaktır. Nitekim; bu seçimlerde de dini guruplar arası bir taraftar yarışı olmaktan öte gitmediği açıktır. Belki de her iki tarafında birbirini öldürürken "Allahû Ekber" diye nida etmesinin nedeni budur.
Sözde Arap Baharı'nı ortaya atan kıvılcımın her ülkedeki kendi iç mekanizmalarının olduğunu iddia edebilirseniz, belki. Ancak bunun böyle olmadığını ve sözde Arap Baharı'nın "Wikileaks" belgelerinin yayınlanması ile başladığını tekrar hatırlatmak isterim. Öyle ki daha geniş belgeler ile yayınlanan ve Arap ülkelerine göre çok daha aktif internet kullanıcı olan ülkelerde aynı etkiyi yaratmaması incelemeye değer bir husustur.
Türkiye'ye gelindiğinde ise durum bir hayli ilginç bir hale geliyor. Üzeyr Doğan'a ait analizle şu an beş farklı gurup Türkiye'de Mısır konusunda fikir beyan ediyor:
1- Sadece Sisi karşıtı şuursuz Müslümanlar
2- Mısır'dan bize ne diyenler
3- Doğrudan Sisi'den yana olanlar
4- Mısır'ı boşverin, biz Kerkük, Karabağ ve Doğu Türkistan için üzülelim diyenler
5- Zulme karşı ayrım yapmaksızın rahatsızlığını dile getirenler.
En büyük ya da en çok sesi çıkan kalabalığı bir numaralı kesim oluşturuyor. Ve bazen bu uğurda Ümraniye gibi trafiği devam eden çalışmalardan ötürü bir cehenneme dönüşmüş yerde bile eylem yapmaktan geri durmuyorlar. Bu eylemlerin tamamının finansör bulduğunu ve desteklendiğine dair kanaatler taşıyorum. İki ve üçüncü kesime denilebilecek çok söz bulamıyorum. Çünkü Türkiye Ortadoğu'nun en istikrarlı, siyaseti diğer bölge ülkelerine göre oturmuş, köklü ve büyük ölçüde dumura uğratılsa bile halen gelenek sahibi bir ülkedir. Kısaca Ortadoğu'nun merkezidir. Bu bölgede cereyan edecek herhangi bir hadisenin Türkiye'yi etkilememesi, ya da Türkiye'de yaşanacakların bölge ülkelerine yeni bir pozisyon aldırmama akla ve mantığa aykırıdır. Her şeyden önce Ortadoğu Türklerin eski idari toprakları, yüzyıl öncesi kaybettikleri büyük ve şanlı imparatorluğun coğrafyasıdır. Dördüncü kesim nispeten yüzde yüz haksız olmasa bile eski bir Anadolu tâbiri ile Mehmed'in bitini Ahmed'in kafasında kırmak bu milletin şanına yakışacak bir hareket değildir. Bu kabahat nispeten bu eleştiriyi yapanlara ait olmakla birlikte "R4bia" hadisesinde olduğu kadar kararlı ve istikrarlı bir eylem planlamasını "Türk Milliyetçileri" ne Karabağ, ne Kerkük, ne de Doğu Türkistan için yürütememiştir. Beşinci kesim o veya bu kesime bağımlı hareket etmeksizin vicdanı ışığında olaylara buğz etmektedir. Bu görevi yerine getirmek için herhangi bir dine, partiye ya da sosyal statüye sahip olmak gerekmemektedir ve bu bir insanlık görevidir. Ancak bir şartla. O ya da bu kesim tarafgirlikten değil de "kan"ın ve "ölümler"in durmasını talep etmek kaidesi ile.
Mısır; Afrika'nın en köklü ve en eski medeniyetidir. Afrika'nın en önemli güç merkezidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan tüm sorun ve kriz odaklarının en büyüklerinin Ortadoğu merkezli oluşunun tek ve en büyük sorumluları Müslümanlar ve Müslümanların sancaktarı olan Türkler'e aittir.
Türkiye diplomasi yürütmek yerine "taraf" ve "borazan" kelimelerini birleştirerek arkadaş çevresi sohbetlerinde dile getirdiğim şekli ile "tarafazanlık" yürütmektedir. Bu taraf olduğumuz kimselerin yararına olmadığı gibi karşı olduğumuz kimseleri de kendilerince kendilerini "daha bir haklı" olduklarına dair bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Türkiye'de halen ciddi manada gerek hükümet kanadında ve gerekse üniversite kadrolarında yetişmiş "bölge uzmanlarının" azlığını, her televizyona çıktığında sıradan bir "siyaset ve uluslararası ilişkiler" okuyan üniversite öğrencisinden fazla bir kelam edememesinden bellidir.
Diplomasi, hukuk ve iş bitiricilik... Tevhid (inanç olarak kastetmiyorum) eksikliğinin neticesinde belalar Müslüman ülkelerin başından eksilmiyor....
Görelim daha başımıza neler gelecek. Yüce Kitabımız Kuranı Kerim Maide Suresinde şöyle buyuruyor:
Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn, yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ vallâhu vâsiun alîm
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.
Bu ayet Yüce Türk Milleti'ne hem büyük bir övgü hem de büyük bir ihtardır. İbret alabilene...
Türkiye bu hassas dönemlerde nasıl bir "sembol" kaderini etkileyeceğinin bilincinde olmalıdır.
Allahû Âlem (En doğrusunu Allah bilir)
Bu ayet Yüce Türk Milleti'ne hem büyük bir övgü hem de büyük bir ihtardır. İbret alabilene...
Türkiye bu hassas dönemlerde nasıl bir "sembol" kaderini etkileyeceğinin bilincinde olmalıdır.
Allahû Âlem (En doğrusunu Allah bilir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder