Nedendir bilmiyorum. Her gün ülkemde değişiyor ama bir rutin hiç mi hiç değişmiyor.
Türkiye'yi herhâlde ne sosyologlar ne de siyasetçiler belli bir kategoriye
koyamaz sanıyorum. Hakikaten garip bir ülkeyiz. Kimse Avrupa Birliği ya da
Ortadoğu ile ilgili bir gündem varken ülkede Ülkücüleri hatırlamazken, bir
terör saldırısı ya da mili manevî değerlere karşı bir hücum ya da tehdit
algılaması oluşur oluşmaz ''Nerede bu Ülkücüler'' lafı güzaflarını duymaya
başlıyoruz. Rutin hiç değişmiyor. Yahut ben ve dostlarım bu soruya muhatap oluyor.
İnşallah gün gelir de
güzel ülkemde yine bir garip hadise tezahür etmez de biz de bu konularda yazmak
durumunda kalmayız.
Genelkurmay koltuğunda oturan
kişiye açıklamaları sonrası hakaretamiz sözler etmemek için yazdım sildim,
yazdım sildim. Toplamda 700.000 kişiyi aşan bir personel ile Türkiye. Onurumuz,
gururumuz ve hepsinden önemlisi “Namusumuzun Bekçisi” kahraman Mehmetçik’in
yanlış ellerde ne kadar kötü duruma düşürülebileceği akla hayale gelebilecek
gibi değil, işin doğrusu. Açıklamalar, yalanlar ve bahaneler. Askerliğin birçok
tanımlaması olmasına karşın herhalde en güzel tanımlamalarından biri “Milletinin
hayatiyeti söz konusu olduğunda hukuk çerçevesinde can veren ve can alan devlet
görevlisi askerdir” olduğunu düşünüyorum.
Özellikle sosyal medyada bazı
bölünme yanlılarının türediğini görüyorum. Tam da İmralı canisinin arzu ettiği
vatandaş modeli bir şekilde artık aramızda türedi ve yüksek sesli konuşuyor.
Hal böyle olunca farklı bir il ya
da coğrafya üzerinden değil de memleketim üzerinden düşünüyorum. Deseler ki doğduğum
topraklar farzı misal; Aksaray'ı sözde Kürdistan diye bir yere teslim edeceğiz.
Kendi doğduğum toprakların başka bir ülke sınırları içerisinde kalıp oraya
pasaportla giriş yapma ihtimalini sindiremiyorum. Bir yandan da bundan sadece
iki üç kuşak öncesi dedelerimizin yaşadıkları geliyor aklıma. Kaç milyon insan
Balkanlarda Kafkasya’da hatta bugünkü Arap coğrafyasında doğup geride bıraktı
topraklarını. Bazı dostlarımızın Güney Azerbaycan ile, Azerbaycan ile birleşme
ve Uygur Bölgesi’nden ata yadigarı amca çocuklarımızı ülkeye getirme gibi
konulardan söz açtığına şahit oluyorum ki açıkçası gönlüm istese bile aklım pek
mümkün görmüyor. Türkiye kendi havalimanlarına sığınmış mazlum insanları sessiz
sedasız ülkesine kabul etmek yerine “Tarık Haşimi” gibi ülkemiz adına ne
getirip ne götürdüğü belli olmayan karanlık isimleri “onur konuğu” belleyen bir
siyasi yanılgı (delusion) içerisindedir.
Demem o ki vatan toprağını
gerekirse Pirus Zaferi* olsa da bırakmamak gerek. Konu hakkında daha önce “Sözde
Kürdistan’ın Komplo Teorisi” isimli bir yazı da kaleme almıştım.
Hazreti Hüseyin, Kerbela'ya
giderken yolda karşılaştığı bilge birisi Kûfe halkı ile ilgili olarak ''Onların
dilleri başka gönülleri başka söyler'' diye gitmemesini salık verir. Kısaca
özetlemek gerekirse ''Ortadoğu’da sadece güç konuşur.'' hatta biz dâhil. Niteliğini
ister askeri, isterse ekonomik olarak ölçün veyahut siyasi kriterlerin
açısından bakın. Güçlü bir lider olduğu düşüncesi ile tıpkı Erdoğan'a bunca
itibarın gösterilmesi gibi.
Ola ki güçlü bir irade ortaya
konulur, Rahmetli Başbuğ gibi “Bana bir sene verin, temizlerim” diyecek bir
irade ortaya konulur da taraftar bulursa ve aynen Kıbrıs'ta gerçekleştiği gibi
bir can siperâne bütünlük sağlanabilirse bu meselenin de çözülmemesi için bir
neden göremiyorum.
İşin vatandaş boyutu ile terör
boyutu bile Sri Lanka örneğindeki gibi birbirinden ayrılabilir. Lakin terör
örgütünün ve onun akıl hocalarının büyük ölçüde emekleri ile bu iki kavram
Güneydoğu coğrafyamızda günümüz realitesinde iç içe girmiştir. Sırf
cumhuriyetin on yılı aşan tek projesi olan GAP(Güneydoğu Anadolu Projesi) kaptırmamak
adına bu işi kıvırma mecburiyetindeyiz ama öyle ama böyle. Türkiye kuruldu
kurulalı belki ciddi sınavlar verdi. Fakat bu sınav “Türkiye’nin devlet,
Türklerin millet olarak varlığının sürdürülme” sınavı olduğunu açık açık görmek
gerekir.
Şöyle ki;
Olası bir sözde devlet yapılanması
gerçekleşmesi ile birlikte bir kısım coğrafyamızın ki için GAP dahil olmak
üzere elimizden çıkacaktır. Fakat özellikle Türkiye’nin büyükşehirlerinde “baronlaşmış”
ve çeteleşmiş olarak konuşlu bulunan ve terör örgütüne yardım, yataklık ve
diğer tüm lojistik destek sağlayan “kanunsuz güruh” nedeniyle; bu işin bir
şekilde sadece kopma ya da bölünme ile sonuçlanmasına asla rıza
göstermeyecektir ve daha fazlasını isteyecektir. Daha önce medyamızda da kısım
kısım silik de olsa geçen “kanton” modeli bir federatif yapının kurulmak
istenileceğine emin olabilirsiniz. Yani; bahsi geçen güruh kendine yakın
kimselerin yoğun yaşadığı tüm ilçe hatta semtlerde; kendi kolluk kuvvetlerini,
kendi mahkemelerini ve kendi maliyelerini oluşturarak adeta bir “metastaz”
fazına geçmiş kanser hücresi gibi hareket edecektir.
Bazı büyüklerimin iddiasına göre
2030’lu yıllarda İmralı’ya muhabbet duyan nüfus Türk nüfusuna kıyasla sayıca
bir üstünlük yakalayacak. Bu veri istatistiksel açıdan doğru olabilir. Lakin
hiç önemsemiyorum. Bunun iki farklı tezim var:
Birincisi halen önemli bir kesim
akil ve mutedil insanımızın Türkiye’ye bağlılık beslediğine inanıyorum.
Bölgedeki adaletsizliklerin hele ki son senelerde ayyuka çıkması nedeniyle
onların sesini kişisel münasebetlerimiz dışında hiç duyamaz olduk. Hala Diyap
Ağaların varlığına yürekten inanıyorum.
İkincisi ise birçok ülkedeki
yabancı nüfus rakamlarını biliyoruz. Hatta Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri
benzeri ülkelerde durum çok daha vahim olmalı. Nüfus dediğimiz rakamlardan
ibarettir ve doğrudan doğruya siyaseti etkilese bile siyaset için tek başına
yeterli bir yorumlamaya yeterli gelmez. Bölgede kolluk kuvvetlerinin (özellikle
Polis) ve adalet tesisinin hızlı, etkili ve şaşmaz bir biçimde etkili olması
sağlanmalıdır.
Ekonomik göstergelerden gidersek
belki “Marksist” durur ama daha gerçekçi olur. Yine sırf ekonomi yüzünden
bölünme dahi gerçekleşse buradaki zenginleşmiş olanları yaptıkları pisliklerden
vazgeçmeyecek. Çok bir şey yapmamıza gerek yok. Sadece İstanbul’da yaşayan herhangi
bir vatandaş için hangi yasalar geçerli ise onlara da uygulansın, yeterli
olacağına en ufak bir şüphem yoktur.
Anayasamızın sadece “eşitlik” ilkesinin
hiçbir şekilde taviz verilmeden tüm vatandaşlarımıza eşit olarak uygulanması; yılanın
başı ezilecek ve terör meselemiz bile büyük ölçüde tebahhur edecek. “Eşit
vatandaşlık” falan diyorlar ya kara para sayesinde “Milletvekili” olmuş birileri…
Bu söyleme sonuna kadar katılıyorum. Adalet karşısında kaçakçılara, vergi
kaçıranlara, teröristlere ve itirafçılara karşı, sokakta açtığı küçük işporta
tezgahında çakmak satarak üniversitede okuyan kızına harçlık göndermeye çalışan
Abdullah Amca’nın eşitliği.
Teröre karşı milletimin mazlum
sesi adına “Hukuk” önünde eşitlik istiyorum.
Basit bir simit arabası ihalesi
için adam gasp edenler ve gasp edilenler için eşitlik.
Bakara Suresi şöyle buyurmaktadır:
Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.
Allahû Âlem – En doğrusunu Allah
bilir.
*Kazanılanlar ile kaybedilenlerin
kıyaslandığında kaybedilenleri kazanılanlardan daha çok olduğu sözde zafer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder