A.Yaman'a teşekkürler.
A
Milli Arşivler
(c) Kraliyet Kopya Hakkı Saklıdır
Katalog Referansı: CAB/24/33 Görüntü
Referansı: 0082
Albay Jones 17
(Bu Belge Majestelerinin İngiliz Hükümetine Ait Bir
Varlıktır)
GT 2781
Whitehall Gardens
TURANCILIK HAREKETİ ÜZERİNE RAPOR
HABERALMA BÜROSU
BİLGİ BÖLÜMÜ
Ekim 1917 No
2
TURANCILIK HAREKETİ ÜZERİNE RAPOR
İçindekiler Sayfa
Türkçe Konuşan Topluluklar Tablosu 2
1. Turan İsminin Kökeni 3
2.Türkçülük Olarak Turancılık 4
3. Osmanlı İmparatorluğunda Türk Milleti 4
4. Türk Milliyetçiliğinin Kökeni 5
5. Balkan Savaşının Etkileri 6
6. İttihat ve Terakki’nin (C.U.P.)
Politikası 7
7. Avrupa Savaşında Türklerin Amaçları 8
8. Turancılık ve İslamcılık 9
9. Türk İrredentizminin Başarı Şansları 10
a)
Kazan Tatarları 11
b)
Kırım Tatarları 12
c)
Batı Sibirya Tatarları 12
d)
Kafkaslardaki Tatarlar 12
e)
İran’da Türkçe Konuşan Topluluklar 13
f)
Afganistan’da Türkçe Konuşan Topluluklar 13
g)
Orta Asya Türkleri 14
h)
Yakutlar 15
10. Osmanlı İmparatorluğunda Türkleştirmenin
Başarı Şansı 15
a)
Türkleştirme ve Araplar 15
b)
Anadolu’da Türkleştirme 18
11. Sonuçlar 19
Ek
1 Kürtler 21
Ek
3 Arnavutluk Üzerinde İtalya’nın Koruyuculuğunu İlan Etmesi’ni Protesto Eden
Metin,
Rusya’nın Rahatsızlıkları İfade Edilmektedir.
Türkçe Konuşan Toplulukların
Dağılımlarını Gösterir Taslak Harita
Ek 2 Turancılık İçindeki İslam Karşıtı Eğilimler
23
Rusya Hükümetinde İslami Kurul 24
A
(33)4043 PK 17 250 10/17 E & S
Türkçe Konuşan Topluluklar Tablosu(*)
Yakutlar
250.000
Kazan
(ve Astrahan) Tatarları 1.500.000
Batı
Sibirya Tatarları (+) 50.000
Kırım
Tatarları 200.000
Batı
Rusya ve Sibirya Toplamı 2.000.000
Kafkaslarda Yaşayan Tatarlar 2.000.000
Başkurtlar ve Çuvaşlar 2.400.000
Kırgızlar 4.962.000
Türkmenler 290.000
Orta Asya’daki Diğer Boylar (Çoğu Yerleşik) 2.772.000
Altaylarda Yaşayan Tatarlar ?
Hive ve Buhara’da Yerleşik Türk Nüfus 1.000.000
Hive ve Buhara’da Yaşayan Yörük Nüfus 500.000
Çin Türkistan’ında Yaşayan Türk Nüfus 1.000.000
Toplam Orta Asya Bölgesi 13.000.000
Osmanlı İmparatorluğu (İstanbul ve Anadolu) 8.000.000
İran, Afganistan ve Avrupa’da kaybedilmiş Türk
Topraklarında 2.000.000
Dünyadaki Toplam Türk Nüfusu 27.000.000
Rus İmparatorluğunda Yaşayan Türkler 16.000.000
Osmanlı İmparatorluğunda Yaşayan Türkler 8.000.000
Diğer Devletlerde Yaşayan Türkler 3.000.000
Dünyadaki Toplam Türk Nüfusu 27.000.000
(*) Verilen rakamlar yuvarlanmış rakamlardır. Rusya, nüfus
sayımını resmen yaparak Türk nüfusunu açıklayan tek ülke olup tek sayım 1897
yılında gerçekleştirilmiştir. Rusya ile ilgili verilen rakamlar, 1897 sayımları
esas alınmak suretiyle 1911 yılında yapılan tahminlere dayanır. Rakamların geri
kalanı genel olarak kabul edilen rakamlardan oluşmaktadır.
(+) 100.000 civarındaki yarı Tatar nüfus dâhil
değildir. (çoğunluk Fin-Ugor)
İLAVETEN: 1909
yılında, eski rejim altında Kafkaslar, Kırım ve Orta Asya Şehirleri dışındaki
yerlerde yetkili olan, doğum ve ölüm kayıtlarını tutmakla görevli Orenburg
Şehri İslam Dini Mahkemesi kayıtlarına göre tahmini Müslüman nüfusu
5.283.618’dir. Bu rakamlar; yukarıdaki Kazan, Astrahan ve Batı Sibirya
Tatarları, Çuvaş ve Başkurtların toplamından bir milyon kişi daha fazladır.
Aradaki fark, muhtemelen Kırgızların Avrupa Rusya’sında yaşadıkları kabul
edilen belli bir bölümünün dâhil edilmesinden oluşmaktadır.
TURAN BİRLİĞİ HAREKETİ
1.“Turan” Adının Kökeni
“Turan” isminin kökeni Farsça bir
kelimeden gelmektedir. Ortaçağ İran şiirinde; İran’da yerleşimlerin olduğu şehirlere
zıt, Orta Asya’daki step ve çöller Turan anlamına gelir. “Turan Toplumu” da, yarım
yüzyıl öncesinde Ruslar onları kontrolleri altına alıncaya kadar, düzenli
olarak kuzey-doğudan İran’a saldıran göçebe (pek çok dil konuşan ve değişik kökenlerden
gelen) topluluktur.
Avrupa’daki 19. yüzyıl filologları,
Turan ismini Kuzey Doğu Avrupa ve Asya’da konuşulan Hint-Avrupa dil ailesinden
faklı bir dil olan “eklemeli” yapıdaki dilin içine yerleştirmiştir. Bu kelime; henüz keşfedilmemiş bir kitle için
gerçekten olumsuz bir manaya gelen, geçici bir etiket idi. “ Turan” kavramı; eklemeli
yapıdaki dillerden birini konuşan (Fin-Ugor Grubu) ve Avrupa’nın Almanca,
Slavca ve Latince konuşan topluluklarından kendilerini daima ayrı hissetmiş
olan Macarlar tarafından ele alınarak, üzerinde ilk defa ciddi araştırmalar
yapılmıştır. Ortaçağda yaşamış bir Macar Keşişi, doğudaki kayıp kardeşlerini
bulmak üzere, bir hac ziyareti gerçekleştirerek Ural ve Başkurt bölgelerine ışık
tutmuş ve buna istinaden; günümüzdeki savaşta, Macar Profesörler tarafından,
doğulu Finovak kabilelere mensup Rus Savaş Mahkûmları arasında, Macarların
onların kardeşleri ve Budapeşte’nin de onların kültürel yuvaları olduğuna dair
propaganda yürütülmüştür. Macar Turancılığını Rusların Slav Birliği uyanışı
takip etmiştir. Ruslar Balkan Slavları ile akraba olduklarını hatırladıkları ve
bu hareket siyasal bir şekil aldığında, Macarlar; “Turanlıların” anti Slav
bağlarına dikkat kesilerek, tabii bir düşünüşle Türklere yönelmiştir. Ünlü
Macar bilgin VAMBERY Turan düşüncesinin Orta Asya’da Türkçe konuşan topluluklar
üstünde araştırılmasına öncülük etmiş, fakat Macarlar kendilerini genellikle
Osmanlı kapsamında ele almışlardır.
Avusturya-Rusya müşterek ordusuna karşı verilen 1848 bağımsızlık
mücadelesinde ezilmeleri üzerine, pek çok Macar önderi mülteci olarak İstanbul’a
sığınmış, 1867’de bu sürgünler
Macaristan’a dönerek yeni kurulmuş olan İkili Monarşide güç odağı haline gelmiştir.
1875-1878 yılları arasında devam eden Balkan ayaklanmasında Macarlar şiddetli
bir şekilde Osmanlı yanlısı olurken, Türk-Sırp Savaşı sürecinde; Sultan, Macar
öğrenci temsilcilerine onur kılıcı hediye etmiştir.
Macar-Osmanlı yakınlaşması; gerçekte
ırksal değil, siyasal iken, ortak “Turan” bilinci üzerine değil, belli Slav
Devletlerin var olan tehlikesi üzerine oturmuştur. Aynı siyasal gerekçe,
Bulgaristan Hükümeti tarafından Avrupa Savaşında Sırp-Rus müdahalesine karşı
Bulgaristan halkının, en az diğer Slav kökenli dil konuşan topluluklar kadar
Slav olmalarına rağmen, Turanlı etiketini kabul etmesine de öncülük etmiştir.
13 yüzyıl önce Bulgar Devletinin kurucuları kesin olarak steplerden gelmiş
“Turanlı” göçebelerden olmakla birlikte, İngiltere’de yaşayan Norman’larda
görüldüğü gibi bu kökeni takip etmeyerek kendilerini Balkan Yarımadasındaki
Slavlar olarak kabul etmişlerdir. Modern Bulgaristan, sorumluluğunu kendi
elinde tutan, Slav hissiyatına sahip, kendi gücüne dayanan ve kendi politikası
ile uyumlu duygusal sloganlara sahip olmayı isteyen bir Slav Devletidir. Bu
şekli ile “Turan Birliği” esas olarak suni ve Avrupalıdır. Osmanlılar Turan’ı Fars edebiyatından kendileri
çekip çıkarmamışlar, (bizim Latin ve Yunan klasiklerini çalıştığımız gibi, Farsça
çalışmış olmalarına rağmen) Avrupa tarafından önerilmiş olan bu kavrama âşık olmamış,
fakat kur yapmayı da ihmal etmemişlerdir. Osmanlı; kendisi için eski konular
olan Sırpların Yunanlılara duyduğu gibi, Bulgar veya Macar’a bir yakınlık
duymaz. Eğer Macar ve Bulgar kendi yanında savaşır, borçlarını üstlenir, teknik
talimatlar için kendi gençlerini hizmetine sunar ve makinelerle bunları
desteklerse, Osmanlı bu hizmetlerin tüm avantajlarından istifade edecektir.
Bunlarla, Avrupa’nın diğer Hıristiyan topluluklarından farklı görünmesini
sağlayacak bir akrabalık hissiyatına sahip değildir([1]). Bu savaştaki birinci
amacı; Osmanlı İmparatorluğunu ister “Merkezi Devletlerden”, ister ” İtilaf
Devletleri”nden, ister “Turanlılardan” veya isterse “Almanlardan” gelsin Avrupa’nın
etkisinden uzak tutmaktır.
2.Türk Birliği Olarak
Turan Birliği
Eğitimli bir filolog, Hint-Avrupa
ailesindeki diller ile karşılaştırma yaparken, tüm Turan dilleri arasındaki
yapısal birliğin farkına varır. Fakat
Osmanlıca Türkçe dil grubundan olmakla beraber kendi dili ile Fin-Ugor
grubundan Macarca arasında görünür bir ilişki yoktur. Diğer yandan, çeşitli Türkçe lehçeler
arasında birinden diğerine ilişki varlığı oldukça belirgindir. Bu ilişki harita
üzerinde yer alan nehirler, dağlar ve kasabaların isimlerinde görülebilir.
Türkçe konuşan topluluklar; Avrupa Türkiye’sinden Anadolu boyunca, Kafkasların
ötesi, Kuzey İran ve Afganistan, Rusya Orta Asya’sı ve Çin Türkistan’ı ve daha
ziyade kırılmış bir zincir olarak ve Karadeniz’in kuzey kıyılarına, Bulgaristan
üzerinden Dobruca, Kırım, Volga kasabaları ve Sibirya’ya oradan da Kuzey buz
denizine komşuluk eden topraklara kadar uzanır.!([2]) Slavlardan daha geniş bir
alana yayılmış olmalarına rağmen farklı Türkçe lehçeleri, Slav dillerinden
farklı olarak, onlardan herhangi birinin konuşması diğer tüm Türkler tarafından
kolayca anlaşılır. Bu nedenledir ki; Osmanlı Türkleri, tabii bir seyirle, tıpkı
Slav Birliği düşüncesinin farklı Slav toplulukları arasında ortak bir his
oluşturarak milli canlanmayı yaratması gibi, dil üzerinden kendi
milliyetlerinin farkına, aynı zamanda da diğer Türkçe konuşan topluluklar ile
akrabalıklarının bilincine hemen varmışlardır. Öyleyse, Turan Birliği Düşüncesi; Osmanlı
Türkleri arasında Türk Birliği düşüncesinin esasını, Osmanlı Türk
Milliyetçiliği’nin bir parçası ve bölümünü oluşturmaktadır ki Osmanlı Türk
Milliyetçiliği ancak bu ilişki kurularak anlaşılabilir.
3.Osmanlı
İmparatorluğunda Türk Milleti
Milliyet Bilinci, tıpkı “ Turan
Birliği” kelimesi gibi Osmanlılara Avrupa’dan gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu
milli devlete çok karşı bir devletti ve içinde yaşayan insanların milliyeti ile
değil kurucusunun adı ile isimlendirilmiştir. Şurası da bir hakikattir ki
Anadolu’da bulunan bir düzineden fazla Türk Devletinden biri olarak Osman ve
onun kabilesi Türk’tür ve diğer Türk komşuları onların en dişli rakipleri ve
düşmanları idiler. Güçlerini Avrupa’yı fethederek inşa etmişlerdir. En iyi
vergi mükellefleri Hıristiyan unsurlar olmuş, daimi orduları Hıristiyan
dönmelerinden, en büyük destekçileri dinlerini değiştirmiş fakat dillerini
muhafaza etmiş olan dönek Arnavut ve Slavlardan oluşmuştu. Yüzyıl öncesine
kadar, Türk Milleti Osmanlı Devletine yönetici sınıfın dilini ve yazısını
oluşturmaktan başka, pratik manada hiçbir katkıda bulunmamıştı. Bu dil, Arapça
ve Farsça ile sulandırılmış ve Anadolu köylüsü olan sıradan bir Türk ile çok az
ortak kelime kullanmıştır. Anadolu’nun esas kısmı İmparatorluğa sonradan dâhil
olmuştur. Anadolu uzunca bir süre geniş ölçüde bağımsız yerel feodal beyler
tarafından idare edilen göz ardı edilmiş bir bölgeyi oluşturmuştu. Bunun
zıddına, geçen yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu coğrafyası
Balkan kasaba ve köyleri boşaltılırken Balkan Yarımadası için “ana vatan”
haline gelmiş ve Asya’da yer alan şehirler daha fazla oranda merkezin kontrolü altına
alınırken; Yunanistan’ı kaybeden Sultan, Anadolu ve Kürdistan’daki feodal
aristokrasinin gücünü kırmıştır. Avrupa’dan kopuş 1912-3’deki Balkan Savaşı ile
zirvesine ulaşmış, Küçük Asya’daki merkezileşme süreçleri İttihat ve Terakki (C.U.P.
Community of Union and Progress) Cemiyeti tarafından Bükreş anlaşmasından,
özellikle de Türkiye’nin Avrupa Savaşına katılmasından beri tamamlanmıştır. En
dikkate değer değişim Osmanlı Ordusunun bileşimde olmuştur. Yeniçeriler; tüm
ırkların Hıristiyan soyundan zorla devşirilerek oluşturulan düzenli profesyonel
ordu, 1826 yılında tahrip edilmiş, modern Türk Ordusu 19.yüzyılda Avrupa’da da uygulanan
sivil
halktan zorunlu askere alma usulü ile oluşturulmuştur. 1908’den önce
zorunluluk normal olarak İmparatorluğun Müslüman topluluklarına uygulanırken,
devrimden sonra Hıristiyan ve Museviler de askerlik yapma yükümlülüğü altına
alınmıştır. Fakat Hükümet, askere aldığı göçebe ve dağlıları asla elde
tutamamış, yerleşik Araplar ya askerlik için uygun bir malzeme olmamış veya
günümüzdeki savaşa kadar Avrupa’da bulunan tehlike altındaki sınırlara
kolaylıkla yerleştirilememiştir. Hem
1908’den önce, hem de 1908’den sonra, Türkçe konuşan Müslüman Anadolu köylüsü
Osmanlı zorunlu ordusunun esas unsurunu oluşturmuş-devletin kolay askere
alınabilir ve en sağlam askerleridir- ve Anadolu’nun üst tabakaları
Merkezileşmiş İmparatorlukta daha fazla görev ve memurluk imkânı bulmuştur.
Böylelikle, Türk Milli Hareketi bilinci başlamış, Osmanlı Devleti de pratikte
gerçekleşen Türk Milleti esasına bırakılmıştır.
4.Türk
Milliyetçiliğinin Kökeni
Osmanlı Türklerinde milli bilinç;
kısmen Avrupa’daki eski milliyetçi hareketlerin taklit edilmesi ve kısmen de
benzer şartların doğurduğu kendiliğinden gelişen bir süreçle yeşermiştir. Çoğu
Avrupa milliyetçiliklerinde olduğu gibi (mesela Çek milliyetçiliği gibi)
siyasal olmaktan ziyade kültüreldir. İlk milliyetçi örgüt, Jön Türk Devriminin
hüküm sürdüğü ilk 3 yıl içinde, 1909 yılında, nispeten serbest bir ortama sahip
olan Selanik’te kurulmuştur. Bu örgütün kurucusu İttihat ve Terakki Cemiyeti (C.U.P.)
Kongresine katılmak üzere gelen bir taşra soylusuydu. –Diyarbakırlı Ziya Bey- Diyarbakır,
Türklerle çevrili Kürt ve Ermenilerin yaşadığı topraklardır ve milliyetçilik
hareketlerinde fanatik liderlerin yenilmez sınır boylarından gelmesi dolayısı
ile belirgin bir özelliğe sahiptir. Ziya Bey grubu, Osmanlı edebiyatında Arapça
ve Farsçadan ödünç alınmış kelimeleri temizleyerek onların yerine Osmanlı
Edebiyatında asla kabul görmemiş olan eski Türkçe kelimeleri koymak üzere bir
kampanya başlatmıştır. Bu çabanın, Türkçenin benimseyerek tümüyle şekil vermiş
olduğu yabancı kelime, deyim ve kafiyeler üzerinden başlatılması oldukça
hayalci görünebilir. Zira Avrupa’daki batmış diller de hemen aynı güç şartlar
altında diriltilmiş ve bu “Arı Türkçe” hareketi de tıpkı benzerleri gibi tam
olarak başarılı olmayı istemiştir. Geleneksel okulun Türk yazarları ise; bu
çabayı benimsememişler ve hatta dini sahada daha çok Arapça kullanmak gibi bir
karşı saldırı başlatmışlardır. Milliyetçiler; Kuran, Cuma Seremonisi ve Hutbe’leri
(halifeye dua) Türkçeye tercüme etmek ve Türk camilerinin duvarlarında yazan Arapça
metinleri kaldırmak istemişler, fakat
başlangıçtaki bu adım, olağan Türk düşüncesinden oldukça uzak olması nedeniyle
programın bu kısmı iptal edilmiştir([3]).
Türk Milliyetçiliğinin bu aşaması
1909’dan 1912-13’deki Balkan Savaşlarına kadar devam etmiş, bu aşama Avrupa
Milliyetçiliklerinin dil açısından imkânsız ve apolitik bir doktrinci taklidi
olmuştur. Bizim esas olarak sahip olduğumuz bilgilerin kaynağı “Tekin Alp” takma
adı ile Selanik Yahudilerinden([4]) Albert COHEN tarafından
yazıldığına inanılan “Türkçe ve Türk Birliği İdeali”([5]) adlı kitaptır. Bu durum aynı
zamanda da (a)hareketin yapay menşesini
ve (b) başarı şansını göstermektedir.
Selanik Yahudileri İttihat ve Terakkiden (C.U.P.) ayrılamaz, hele de onlardan
biri zor bela Turancılık düşüncesini güçlü bir şekilde başlatarak kendisi bile
düşünmediği ölçüde İttihat ve Terakki Liderlerinin gözünde önemli bir yere sahip
olmuşken. COHEN; tıpkı Macaristan’da yaşayan Yahudilerin kendilerini
Macarlaştırması gibi, o da bu politikanın kendisine Türkiye’de yöneten ırkın
milliyetçiliği ile kimlik kazandırdığını açıkça hissediyordu. İttihat ve
Terakki Cemiyeti (C.T.J.P.)Turan Birliği fikrini kabul etmiş olduğu zamanlarda
yazılmış olmasına rağmen, içeriğinin (eğer varsa) ne kadarının İttihat ve
Terakki’nin (C.U.P) programında yer aldığını söylemek imkânsız olduğundan, kitap
dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır. Bütününde Ziya Bey Okulu kuramından bir
temsilci olarak “Tekin Alp” ismini almak ve C.U.P.’un Balkan Savaşından beri
siyasal eylemlerinin yalnızca teorisyeni olarak değerlendirilmek çok daha
güvenlidir.
5.Balkan Savaşının
Etkileri
Balkan Savaşında Turancılığın siyasal
pratikleri yapılmıştır. Bu felaketin sarsıntısı, daha evvel yola çıkmış olan akademik
hareketin etkisinden daha geniş bir alanda etkili olarak, milli yenilenmenin
tüm eğitimli Türkler arasında hakiki arzusunu ateşlemiş görünürken, Anadolu’da,
Kafkaslarda ve Türkistan’da yerel kolları olan cemiyetler; eğitim, fiziksel
kültür, kadın hakları ve diğer gerçekçi amaçları yerine getirmek üzere yapılanmışlar
ve ilerleyen yıllarda Hükümet bu adımları desteklemiştir. Evkaf Bakanlığı veya
Dini Vakıflar, modern okulların çoğaltılması için sahip oldukları büyük fonları
bağışlamışlar, Medreselerin yeniden yapılandırılması, Müslümanlığa dair aykırı seminerler
yapılması ve Hükümet tarafından, mevcut savaş devam etmesine rağmen çoğunlukla
sivil yargıda Şer’i olarak belirlenmiş kurallar üzerinde geniş kapsamlı bir dizi
reform yapılması planlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine; Şeyh’ül İslam istifa
etmiş, ancak faaliyetlerini devam ettirerek daha evvelden olduğu gibi “Tevhitçi”
kalmayı sürdürmüş, ancak, oldubittiye getirilen bu düzenlemeler yürürlükte kalarak
istifa eden Şeyh’ül İslam’ın halefleri tarafından benimsenmiştir. Hükümetle
danışıklı yapılan bu istifayla– bu resmi protestonun daha güvenli olabileceği
hesaplanarak - dini kurumların([6]) onuru kırılmış üyelerinin
hoşnutsuzluk vanasını kapatmak bu şekilde mümkün olmuştur.
Tüm bu faaliyetler de Avrupa’dan ilham
alınmıştır, tıpkı “Arı Türkçe” haçlı seferi gibi, fakat daha gürültülü bir
şekilde. Osmanlılar, savaşta Türkiye’yi yenebilir hale gelinceye kadar içeride
yaptıkları reformlarla güçlenen Balkan Devletleri örneğinden etkilenmişler, maalesef
bir başka düşünce olan irredentizmi de (–soydaşları aynı bayrak altında toplama
düşüncesi-) Balkanlardan ödünç almışlardı.
“ Gözlemciler…” diyor Tekin Alp “...benim gibi milli
ideallerin önemini takdir edebilecek durumdaki, Makedonyalı, Bulgar, Sırp ve
Ulahların eski toprakların ele geçirilmesi ve milli birliğin sağlanması propagandalarını
yakından bilme fırsatı kazanmış ve bu sebeple en büyük tehlikelere atılmak
üzere bu sözlerin ilham vermesinin ne kadar tatlı olduğunu görenler…”diye
ekleyerek milli birliğin oluşturulabilmesi için Balkan Savaşı öncesindeki
Hıristiyan Makedonyalı pek çok gencin her şeyden vazgeçerek çalışmalarındaki
fedakârlıkları anlatmaya başlıyor.Bu, kuşkusuz ki; Tekin Alp’in kişisel
felsefesine basit bir örnektir. Fakat muhtemelen Balkan Savaşının bu yönüyle kamuoyunu
etkilemesi ve irrendentizm düşüncesine yönelmesine gerekçe oluşturması doğaldır.
Yüzyılın sona eren 1912 ve 1913. yıllarında
Türklerin yoğunluğu Avrupa’dan Anadolu’ya kaymış, 1913’den sonra paralel bir
şekilde milli bilinçte de bir değişim olmuştur. Türk Milletinin geleneksel
olarak Avrupa’da baskın bir ırk olması politikası terk edilmiş, onun gizli
yeteneklerinin Anadolu’da geliştirilmesine karar verilerek, Osmanlı sınırları
dışındaki Türk Irkının dağınık kolları için kendini cazibe merkezi haline
getirerek kayıp unsurların bulunması için tutkulu bir program tasarlanmıştır.
6.İttihat ve Terakki
Partisinin (C.U.P.)Politikası
İrredentizm; Ziya Bey’in Osmanlı
edebiyat dilinin özellikle Arapça ve Farsçadan ödünç aldığı kelimelerden kurtarılarak
eklektik “Arı Türkçe” kelimelerle donatılmış değişik Türkçe şivelerini konuşan
tüm soydaşlara bir “lingua franca”
olabilecek dil reformuna yeni bir önem kazandırmıştır. Turancılık hareketi bu nedenle saf siyasal bir
zemin üzerinde ilerlemiş ve bu noktada ittihat ve Terakki tarafından programına
alınmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, (C.T.J.P)
başlangıçta; Osmanlı İmparatorluğundaki milliyet problemini görmezden
geldikleri için esas olarak milliyetçi değildiler. Onların birinci amacı,
özellikle Avrupa’da İmparatorluğun parçalanmadan ayakta kalmasıydı ki, bu
konuda hem Abdülhamit ve hem de Türkiye’nin daha önceki yöneticileri ile fikir
birliği sağlamışlardı. Tek fark; Abdülhamit’in kıskanç Avrupa güçleri arasında
denge kurulması ve içeride de baskın bir güç politikasının benimsenmesi
gerektiğine inanması, buna mukabil İttihat ve Terakki Cemiyeti (C.I.T.P)
Türkiye’nin en iyi savunmasının içeride güçlü olmaktan geçtiğine ve bu gücün en
büyük kaynağının da siyasal serbestlikten geldiğine inanması idi. İttihat ve
Terakki Cemiyetinin serbestlik düşünceleri Fransız devriminden alınmıştır.
“Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik” ilan edilebilir, İmparatorluğun tüm sakinleri
devlete hür Osmanlı vatandaşları olarak bağlı hale getirilebilirler -tıpkı,
Picardlar, Marsilya’lılar ve Alsazlılar gibi ki; bunlar 1789 Fransız
Devriminden sonra bir araya gelmişlerdi- ve milliyet problemi kendiliğinden bu
şekilde çözülmüş olurdu. Bu düşünce kesin olarak 1908’de Anayasa’nın ilan
edilmesinden itibaren 6 hafta süresince uygulanmış, tüm inanç ve ırklardan
insanlar sokaklarda birbirlerini kucaklamışlar, fakat ondan sonra kendilerini
tekrar ayrı yerlere çekerek yeni oluşan rejimi kendi avantajlarına nasıl
dönüştürebileceklerinin çabası içine girmişlerdir. Balkan milletleri liberal Türkiye’de bir
arada bulunmayı reddederek, Türkiye’nin hesabından kendi birlik ve
hürriyetlerini tamamlayacak ilk fırsatı kullanmaya karar vermişlerdir. Araplar,
Ermeniler, Anadolu ve İstanbul Rumları gibi diğerleri ayrılığın imkânsız
olduğunu kabul ederek, Osmanlı Devletinin içinde kendi milli benliklerini
savunacak önlemler almıştır. Araplar, yeni parlamento’da (Meclis-i Mebusan) ana
muhalif kanadı oluşturmuş; Ermeniler de, Meclis’te İttihat ve Terakki ile
işbirliği yapmalarına rağmen, merkezden yönetilmeyi istememiş, İttihat ve
Terakki de Osmanlı Devlet düşüncesi ile rekabet halinde olmayan ve
merkezileştirme düşüncesine muhalefet etmeyen tek unsur olarak Türkleri bulmuştur.
Bu nedenle Türk Milleti fikrine geri çekilerek nihai başarının tabi anlamında
Türkleştirme düşüncesine erişmiştir. Balkan Savaşından sonra, programlarına
Türkleştirme programı yerleştirmiştir. Fakat bundan da önemlisi programın doğru
bir şekilde uygulanması için zemin bulmak gereklidir.
7. Avrupa Savaşında
Türklerin Amaçları
Yukarıda da gösterildiği üzere;
Turancılık fikrinin Türkçe uyarlamasında iki ana düşünce bulunmaktadır: (a)
Osmanlı İmparatorluğu içindeki Türk Milletinin saflaştırılması ve
güçlendirilmesi ve (b) Osmanlı Türkleri ile dünyadaki diğer Türkler arasında
bir bağ kurmak. Bu amaçlar ilk olarak özel “entelektüel” gruplar arasında kültürel
ortamda takip edilmiş ve barışçı bir propaganda ile sunulmuştu. 1913 yılından sonra siyasal bir şekil alarak
İttihat ve Terakki’nin (CUP) programı ile birleşmiştir. Fakat Ziya Bey’in
takipçileri için Turancılık kendi içinde bir son iken, İttihat ve Terakki için
yalnızca bir araç olmuştur. İslamcılık gibi, Turancılıkla çatışan hareketler
nedeni ile pes etmeyecekler, bu hareketler kendi dönüşümlerine hizmet ediyor ve
şimdilerde Suriye, Mezopotamya ve Arabistan’da gerçekleşmediği gibi, şartlar
izin vermiyorsa süresi belirsiz bir zaman için planlarını erteleyeceklerdir.
İttihat ve Terakki’nin([7]) Turan Birliği düşüncesi
ile akademik Turancılık arasındaki zıtlık aşağıdaki gibi özetlenebilir.
a) Ziya Bey Grubunun ilk amacı, Türk Dili
ve Kültürünü yabancı -özellikle Arap- etkilerden
kurtarmaktı. Amaçlarının gerçekleştirilmesi için bu çabanın mantıklı bir sonucu
olarak İslâm’ın bazı güçlü önyargılarını kırmaya hazırlardı. İttihat ve
Terakki’nin ilk amacı ise; Türk Devletini yabancı –özellikle Avrupalı-
etkilerden kurtarmaktı: yabancı unsurların dokunulmazlığı, Osmanlı maliyesi
üzerindeki yabancı kontrolü, demiryolları, hammaddeler ve eğitim üzerindeki
etkiler gibi konular. Ziya Bey grubunun teorisyenleri İslâm’a meydan okumaya
cüret ederken, İttihat ve Terakki böyle bir meydan okumaktan çok uzakta ve bu
konuda ihtiyatlı bir konumda ve Avrupa’ya meydan okumuştur. Avrupa’nın bütünlüğü bozulunca, savaşa
katılarak kapitülasyonların geçersizliğini ilan etmişler ve 1916 yılında;
bankalar, gazeteler, tramvay ve demiryolları, buharlı gemi işleten şirketler,
özel şirketlerin muhasebe kayıtları, kısmen kamusal ve tüzel kişi şirketler
hakkında düzenleme yaptıktan bir yıl sonra, Türkçe konuşmayı zorunlu hale
getiren bir “dil kararnamesi” çıkarmışlardır ([8]).
b)Teorisyenler, eğitim ve sosyal reformlar
yapmak suretiyle, Anadolu’da Türk milliyetinin güçlendirilmesini teklif etmiştir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin metodu ise; Türk milliyetine ait olmayan ülke
geneline dağılmış unsurları yok etmek-önce Ermeniler, daha sonra Rumlar- ve onların ev ve topraklarını “Muhacirlere” vermekti.
(1912-13’de kaybedilen kasabalardan gelen sığınmacı; kısmen Türk, kısmen Balkan
Yarımadasının Slavları ve Rumca konuşan Girit Müslümanları idiler).
Acımasızlığın bir diğer nedeni de; Türk toplumu arasında popüler olan Ermeni
mallarının talan edilmesi için baskınların geleneksel olması –geçici ve tamamen fırsatçı amaçla- ve
Müslüman fanatizminin tepkisel ruhuna müracaatla savaş ilan edilmesiydi.
c)“Tekin Alp” Osmanlı Türklerinin siyasal
ideallerinde, Avrupa’da Hıristiyan milletlerin hâkim olduğu yabancılardan Rusya
ve Orta Asya’da akraba Türk topluluklarının “özgürleştirilmelerine” gidecek emperyalizmden,
irredentizme bir değişim arıyordu. İttihat ve Terakki için daha ziyade sayısal
bir problem bulunmaktadır. Balkan Savaşında Avrupa sınırlarında toprak, nüfus
ve askeri itibar kaybetmiş olduklarından, Avrupa savaşında bunları tazmin,
hatta bu kayıp bilançolarının üstüne çıkacak Asya ve Afrika’da kazanç elde
etmeyi umut etmişlerdir. Burada Ermeni
katliamı için dördüncü bir neden de bulmaktayız ki; Ermeniler, Kuzey İran’ın
Tatarları ve Rusya Kafkaslarının ötesinden gelmiş Anadolu Osmanlı Türklerinden ayrılmak
isteyen ayrılıkçı bir blok içindeydiler.
8.Turancılık ve İslamcılık
Fırsatçılık; en çok, İttihat ve
Terakki’nin, Turancılık ve İslamcılık düşüncesini birbirine taban tabana zıt
olmasına rağmen her iki inanç sistemini iki ayrı koldan aynı anda devam ettirme
denemesinde açık bir şekilde görülür. İttihat ve Terakki her iki düşünceye de
bağlı olmayıp her iki düşünceyi de tahrip etmiştir. İslamcılık gerçekte dini
bir doktrin de değildir. Eğer öyle olsa idi, şimdi yapıldığı gibi Turancılık
ile böylesine birbirine zıt durumda olmazdı. İslamcılık ve Turancılık sınırların
dışında Osmanlı İmparatorluğunun gücünü artıracak iki rakip siyasal programdır.
19. Yüzyıldaki çoğu İslami canlanma hareketi
kesin olarak Osmanlı karşıtı bir karakterde olmuştu. Necd’deki Vehhabiler ve Mısır Sudanında yer
alan Mehdiciler; Türkleri, şeytanlar ve kâfirlerden yalnızca biraz daha iyi
olarak değerlendirmiş, Şeyh SUNUSİ İstanbul’un kirletmesinden kurtulmak için
Libya çölüne çekilmişti. Bütün bu
hareketlerin destekçilerinin (a)
Araplar, (b) yobazlar ve (c) silah gücüyle Osmanlı veya Avrupa
kontrolündeki bağımsızlardan oluşması kayda değer. İslamcılığın Osmanlı
öğretisi ilgi çekmiş olmakla beraber, diğer yandan da, yerleşik ve medeni
Müslüman toplumlar İngiltere, Fransa ve Prusya gibi Avrupa hükümetlerin
kontrolündeydi. Bu halklar; Avrupa
kurumlarının kendi kendilerine yeterli olduğunu görmüşler ve uluslar arası
politikanın bir parçası olarak kendi kendini yöneten ülke olmak düşüncesinden
etkilenmişlerdi. Kendi ideallerini gerçekleştirmiş Müslüman bir devlet olduğuna
inandıkları Türkiye’ye hayran olmuşlardı. Ancak, Türkiye’nin Avrupa maskeli
balonsundaki zayıflıklarını ve görünenin altındaki kokuşmayı görecek derecede bilgilendirilmemişler,
yalnız İslam toplumlarının siyasal geleceği için var olan bir garanti ve kendilerinin
gelecekte olmayı umut ettikleri bir model olarak Türkiye’yi görmüşlerdi. İslam,
teorik olarak siyasidir ve dini bir toplum yapısı öngörür. Halife tüm iyi
Müslümanların dünyevi yöneticisi ve dini başkanıdır. Şurası da bir gerçektir
ki; bu siyasal bütünlük Muhammed’in ölümünden sonra bir yüzyıl içinde bozulmuş
ve bir daha da tümüyle düzeltilememiştir. Fakat Halife sahip olduğu bu evrensel
gücü doğrudan doğruya kullanamaz. En iyi seçenek bağımsız bir hükümran
olması, yapmayı arzuladıklarını diğer
hükümran devletlere hissettirecek kadar güçlü olmasıdır. Bu şartlar, İstanbul’un
Halife-Sultanları tarafından yerine getirilmektedir ki; Abbasilerin çöküşünden
beri en uzun süreli ve en güçlü Müslüman Devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu
ayakta durmaktadır.
Bu hat üzerindeki siyasi propaganda
imkânları Abdülhamit tarafından fark edilerek zekice kullanılmıştır. Şam’dan
Medine’ye olan stratejik Osmanlı demiryolu, büyük ölçüde yabancı ülkelerde
yaşayan müminlerin katkıları ile inşa edilmiş, -onun diplomasisine güzel bir
örnektir- ve bu politikanın uygulanmasına İttihat ve Terakki tarafından da
devam edilmiştir. Örneğin, Trablusgarp’ta, İtalyan fethinden önce, Osmanlı
Hükümeti yerliler tarafından zulmeden, bıktırıcı
bir yabancı olarak görülürken, Enver yerlilerin sempatisini kazanmayı
başarmıştır. Libya Arapları, şimdi, Türkleri Avrupalı istilacılara karşı tabii
müttefikleri olarak değerlendirmiş ve hatta Şeyh SUNUSİ bile aynı ortak nedenle
Avrupa Savaşı boyunca Türklerle birlik olmuştur. İttihat ve Terakki; Asya’da, İngiliz
ve Ruslar tarafından tutsak edilmiş İslam Devletlerini Özgürleştirenler olarak
ortaya çıkarak tarafsızlığından ciddi şekilde tedirgin oldukları Afganistan
Emir’ine bir heyet gönderirken, istila ettikleri Batı İran’da Fars
milliyetçilerini ikna edip onlardan silahlı destek almıştır. Ayrıca, İslam
Devletlerinin bağımsız olması düşüncesi temeline dayanan Türkiye, İran ve
Afganistan’dan oluşacak üçlü bir ittifakı da tavsiye etmiştir. Aynı hattın
kullanılması için Şeyh-ül İslam([9]) tarafından Halife adına
Ekim 1914’de tam bir askeri mağlubiyetle cezalandırılarak fiyaskoya dönüşen
“Kutsal Savaş” ilan edilmiştir. İslamcılık siyasetinin ön kabulü, Osmanlı
askeri prestijinin varlığıdır. Eğer Türk Orduları; zaferlerle, Tiflis’te
Kahire’de ve Tahran’da yürütülürse ve ittifak İstanbul tarafından asla tehdit
edilmez veya Bağdat ele geçirilmezse, İslamcılık askeri ve siyasi etki
doğurmaktan uzak kalır ve hatta şimdi iflas etmiş olmasının bile bir anlamı kalmaz.
Fakat bu İslami propagandanın harfi
harfine yerine getirilmesi Turancılılık idealini daha başlangıcında mantıken
tahrip edebilirdi. Eğer, Osmanlı İmparatorluğu büyük bir İslami güç değil de,
bir milli Türk Devleti ise ve eğer Türk Milliyetçiliği ve İslam son kertede
bağdaşmazsa, bu uzlaşmazlık Türkiye ile diğer devletlerde yaşayan Müslüman
topluluklar arasındaki özel ahlaki bağları koparır. Fransa, İngiltere veya Rusya yerine Türkiye’den
başka kurtuluş yolu yok ve İttihat ve Terakki onlar üzerinde kendi kurmuş
oldukları hükümetlerin devam etmesinden başka bir şey istememektedir. İttihat ve Terakki bu alternatifsizliğin
farkına iyi bir şekilde vararak İslamcılık ile göze batan çelişkileri bulunan
Turancılık öğretisi konusunda açık bir taahhüde girmekten kaçınmıştır. Müttefikler, Turancı yazarların Arap ve İslam
karşıtı açıklamalarını ilerisi için saklayarak el altında tutmuş ve İttifak ve
Terakki’nin Arap kasabalarında zorbalık yaptıklarında ve yetkililerinin
engellenmesinde ve Arap dünyasında Türk karşıtı propaganda yapılmasında bu
açıklamalar mükemmel bir şekilde kullanılmıştır. Fakat İttihat ve Terakki’nin
İslamcı açıklamalarını gözden düşürebilecek, Turancılık programı olan bir parti
veya hükümet olarak mahkûm etmek zor olmuştur.
İttihat ve Terakki’nin politikası; ilk
elde, her iki hareketi de sömürmüş ve onlar için İslamcılık ülke dışında daha
kullanışlı bulunurken, eş anlı olarak ülke içinde daha ziyade Turancılık
üzerinde durulmasının nedenleri açıktır. Amaçları, Osmanlı İmparatorluğunu
Almanları örnek alarak yüksek düzeyde askeri organizasyona sahip bir devlete
dönüştürmek olduğundan, tabii olarak ortak dile sahip olmayı, ortak inanca sahip
olmaktan daha uygun bulmuşlar ve Ekim 1911’de yapılan İttihat ve Terakki
Kongresinde aşağıdaki paragrafta yer alan metni kararlar arasına almışlardı.
“İmparatorluğun özelliği Muhammedi olmalı ve Muhammedi kurum ve
gelenekler teminat altına alınmalıdır. Türk İmparatorluğuna ihanet demek olan
diğer milliyetlerin özerklik ve yerinden yönetim için teşkilatlanma hakkı
reddedilmelidir. Milliyetler göz ardı edilebilir miktardadır. Kendi dinlerini
muhafaza edebilir, fakat kendi dillerini muhafaza edemezler, Türk dilinin
yaygınlaşması Muhammediliğin yüceltilmesi ve diğer unsurların asimile edilmesi,
hükümranlığı teyit etme manasına gelir.”.
Bu pasaj bize, İttihat ve Terakki’nin iç
siyasette iki ideali birden nasıl uyumlaştırmaya çalıştığını ve konu üzerinde
daha fazla vurgu olduğunu göstermektedir. Milliyetler konusundaki teklifi “ kendi dinlerini muhafaza edebilir, fakat
ana dillerini edemezler” ilkesi, erken Osmanlı fetihleri sırasındaki
yalnızca kendi dillerini kullanmalarına değil, aynı zamanda da vaktiyle
Muhammedi dini kabul etmiş Arnavut ve Boşnak asaletinin malvarlığını dahi muhafaza
etmesine izin veren geleneksel politikasının tümüyle tersineydi.
9.Türk İrredantizminin
Başarı Şansı
Diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğu
dışındaki Türkler arasında Turancılık propagandası yapılması imkânlarının
tahmin edilmesinde, “herhangi bir Osmanlı Hükümetinin, herhangi bir yolla
İslamcı düşünce için sakınca oluşturacak bir politika takip edemeyeceği”
varsayılabilir. Ayrıca, eğer Türk ırkının
dağınık kollarının siyaseten yeniden birleşmesinin pratikte mümkün olacağı
varsayılabilirse; bu Osmanlı Ordusunun zaferleri yoluyla değil, ancak Rusya’nın
içeride dağılması ile mümkün olur. Rusya’nın dağılması,”Tekin Alp” tarafından
samimi bir şekilde umut edilmektedir. – ki; hakikatte irredentist programın ön
varsayımıdır- Kitabın Rusya’daki devrimden önce yazılmış olması, bunun Müttefikler
ve Türk Orduları tarafından dışarıda başarılmış olmasının beklediğini
göstermektedir.
Değerlendirmeye alınan Türkiye
dışındaki Türkçe konuşan ana gruplar aşağıdaki gibidir:
Bunlar, Volga Nehrinin orta kesimleri
boyunda, Nizhni Novgorod ve Samara arasında yaşarlar. Hemen tüm etrafı, batıda
büyük Rus kütleleri, güney ve kuzeyinde Finovak([11]) kabilelerle çevrili olarak
izole bir şekilde yaşarlar. Kazan’ın içinde Ruslarla karışmış durumdadırlar. Üç
yüz yıldan daha fazla bir zamandır Rus Hükümranlığı altında ve dünyadaki
herhangi bir yerden daha başarılı bir şekilde İslam ile Hıristiyanlığın
arasında bir bariyer olarak yayılmış durumdadırlar. Kazan Tatarları müreffeh ve eğitimlidir.
Rusya’daki Diğer Türkçe konuşan gruplar, mevcut durumda kendi yollarını takip
etme eğiliminde ve son birkaç yıl içinde basılı yayınları Muhammedi dünyada
etki yaratacak şekilde dağıtılmaktadır. Turancılığın, irredentist bir Osmanlı Türkü
hareketi olarak başarısı veya başarısızlığı geniş ölçüde, Kazan Tatarlarının bu
düşünceye yönelerek buna uygun davranmalarına ve aynı şekilde Rusya’da bir siyasal
evrim oluşmasına bağlıdır.
Kazan Tatarları, Kızıl Haça gönüllü göndermiş
ve Balkan Savaşı sürecinde Türkiye’ye ferahlık sağlayan kaynaklar sağlamış
olmalarına rağmen, bu sempati muhtemelen siyasal bir şekil almamıştır. Coğrafya
ve onları Rusya’ya birleştiren malzeme ile sahip oldukları muhafazakâr
mizaçları üç yüz yıldır birlikte yaşadıkları bir devletten şiddet kullanmak
suretiyle ayrılmanın önüne geçmektedir. Tatarların Çarlık rejimine itiraz etmeleri
tabiidir, özellikle de Çarlık rejiminin Rus olmayan milletlere uygulamış olduğu
politikalara. Devrimden önce onların bakış açıları aşağı yukarı Askeri
Öğrencilerin bakış açıları gibiydi([12]). Mevcut durumda,
Tatarlar; ne askeri öğrencileri ayaklandıracak kadar milliyetlere karşı ve ne
de kendilerini izole edecek bağımsız fakat muhtemelen aşırı milliyetçi bir
devlet olmalarına yol açacak Fin ve Ukraynalıların ifrat noktasındaki ayrılıkçı
düşünceleri ile fikir birliği içinde olacaklardır. Kafkas ve Kırım Tatarlarından bu noktada ayrılmaktadırlar.
Tatarların, Kerenski’nin bir federal Rus Cumhuriyeti içinde milli
özerklik programını benimseyip ilan etmeleri neredeyse kesindir. Bu temel
üzerinde Rusya’nın yeniden yapılanması gerçekleşirse, hepsinden önce
özerkliğine kavuşmuş muhtemel liderleri olarak, dünyanın Türkçe Konuşan
topluluklarının çoğunluğu sayılabilecek miktardaki topluluğa sahip demokratik
bir devlet içinde parlak bir geleceğe sahip olacaklar. (27 milyon kişiden 16
milyonu ki; muhtemelen Osmanlı İmparatorluğunda 8 milyondan az Türk
bulunmaktadır).
Bu durumda Osmanlı irredentizmi
çökecektir. Turancılığın toplanma noktası İstanbul değil, Kazan’dır ve şimdiye
kadar Anadolu Türkleri tarafından, Osmanlı İmparatorluğuna çekilirlerken, Bu
tarihten sonra, Rusya’daki Tatarlar Anadolu Türklerini kendi yanlarına
çekecektir.
Bu çok arzu edilen çözüm; Rusya’nın
muhtemel tepkileri nedeniyle tehlike altındadır. Şimdi, Rusya’da yapılacak bir
hareket merkezileştirilmiş askeri hükümet için milliyetlerin baskı altına
alınması programının zıddına, sivil savaşın başlatıcısı olacak tüm ihtimaller
milliyetler arasında Tatarların ileri taşıyabileceği bir sauve qui peut
oluşmasına yol açacaktır. Bunların gerçekleşmesinden sonra Tatarlar Osmanlı
İmparatorluğunu desteklemek için İstanbul’a döndüklerinde Osmanlı irredentizmi
medeni dünyanın felaketine yol açacaktır.
b)Kırım Tatarları (200.000’den az)
Kazan’ın izini takip edecektir.
c)Batı Sibirya Tatarları (yaklaşık
50.000)([13])
Kazan’ın izini takip edecektir.
d)Kafkas Tatarları (2.000.000’un
üstünde)
Bunlar da Kazan etkisinde ve bir yüzyıldan az bir süredir Rus yönetimi
altındadırlar. Osmanlı sınırlarına yakın bölgelerde yaşarlar ve yazı dilinde Osmanlı
Türkçesini benimsemiş olup (örnek gazeteler) Anadolu Türkleri ile ortak ve güçlü
bir Ermeni nefretine-korkusuna sahiptirler. 1905 yılında Kafkaslarda Tatarlar
ile Ermeniler arasında bir ırk çatışması gerçekleşmiş ve Ermenilerin alt
edilmesi için ellerinden geleni yapmışlardır.
1914-15 kışında Enver’in Kafkaslara gerçekleştirdiği
felaket çıkarma sırasında, İttihat ve Terakki ordunun peşinden propagandacılar da
göndermiş ve Kafkasları, Türk Ermenistan’ını, özerk Tatar ve Gürcülerin içine
ve Ermeni milli devletini Osmanlı hükümranlığı altına koymak suretiyle
parçalara ayıracak bir şema tanzim etmişti. Osmanlı Ermenilerini bu şema içinde
onlarla işbirliği yapmaya ikna edemediklerinden deneme başarısız olmuştur.
Bilindiği gibi, Osmanlı ordusu
Kafkaslardaki Tatar bölgesine asla ulaşamamış ve Rusya’nın ilgi alanı içindeki
Batum bölgesinde yaşayan yalnızca Laz-Gürcü kavimlerinden olan Müslüman Acarlar
kendilerinin yanlarında yer almıştır.
Rusya’daki devrimden bu yana Kafkaslar
için milli özerklik düşüncesi ve Osmanlı Ermenistan’ında işgal edilmiş bölgeler
bu kez; Türkiye yerine, Rusya’nın federalizmi altında canlanmıştır. Daha önceleri
güçlü ve ilerici Ermenilere karşı bir araya gelme eğiliminde olan Tatar, Gürcü ve
Ermeniler kendi milli sınırlarının belirlenmesi konusunda dikkat çekecek
şekilde çekişme halinde ve şimdilerde, Gürcülerle Tatarlar arasındaki ilişkiler
oldukça gergin durumdadır. Zira her ikisi de Batum Bölgesindeki Acarlar ve
Osmanlı Vilayeti Trabzon’daki Lazlar üzerinde talepleri olduğundan, bir
Gürcü-Ermeni yakınlaşması bulunmaktadır. Gürcüler, Batum-Trabzon bölgesine ırk
açısından yaklaşırken, Tatarlar dini öne çıkarmaktadır. Bu gelişmelerin zıddına,
Kafkaslarda sınırların belirlenmesi açısından oldukça önemli olan toprak
probleminin çözümlenmesi mevcut durumda sadece bir geçiş aşamasını
oluşturabilir ve eski gruplaşmalardan olan Ermenilere karşı Tatar ve Gürcülerin
oluşturduğu ittifak yeniden görünmeye de başlanabilir.
Kafkaslarda yaşayan Tatarlar gerici ve
aralarındaki Sünni-Şia olarak bölünme dolayısıyla toplum felç olmuş durumdadır.
Eğer, Rusya’da Kafkas Tatarlarına milli özerklik verecek kadar liberal ve
çeşitli milli taleplerinde adalet dağıtabilecek kadar güçlü bir hükümet olsaydı,
bunlar Rusya’ya sadık kalır ve bu durumda Kazan yerine Bakü’nün, Rusya’daki
Türkçe konuşan topluluklar belki de sonuçta tüm dünyadaki Türkler için, siyasal
bir merkez olacağı öngörülebilirdi. Kazan; mevcut durumda kendi kültürünün eski
erdemine örnek teşkil etmekteyken, Bakü; sahip olduğu petrol sahaları ile daha
büyük bir sınai geleceğe sahip ve Kazan Türk dünyasının çevresinde yer alırken,
Bakü tam orta noktada durmaktadır.
Kazan ve Kırım, Anadolu ve Azerbaycan
ve Orta Asya Bloğu, (Hazar-geçen demiryolu üzerinden) Bakü etrafında çember çizen bir güzergâhta
sıralanmakta ve aralarındaki iletişim böylelikle kolaylaşmaktadır. Şimdilerde
Bakü Tatarlarının, Kazan Tatarlarının Liderlerinden daha güçlü bir kişilik
oluşturmaya çalıştıkları da görülmekle birlikte Bakü’nün geleceği, Rusya
Federalizminin başarılı olmasına bağlıdır. Eğer bir karmaşa veya Rusya’dan
yönelecek bir baskı olursa, Kafkas Tatarları kesin olarak Osmanlı
İmparatorluğuna dönecek ve coğrafi bütünlükleri ve yazı dillerini kabul
edebilecek olmaları ve kültürlerinin birbirinden uzak olmaması nedeniyle
kolaylıkla birleşebileceklerdir. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğunun ücra köşesinde
bir kasaba olarak özerklik oluşturabilecekler ve böylelikle Bakü’nün ekonomik
ve kültürel kalkınması kısa sürede gerçekleştirilebilecektir.
e) İran’da Türkçe-Konuşan Topluluklar
11.yüzyıl ile 13.yüzyıl arasında Orta
Asya’dan gerçekleşen göçler, Türkçe-konuşan kabileleri Kazan’a, Kafkaslara ve
Anadolu’ya taşıdı, ayrıca İran toprakları üzerinde Merkezi Çölün kuzeyindeki
köylere yerleştiler, çoğunlukla da Kuzeybatıdaki yerler olan Azerbaycan’a.
İran’daki Türkçe konuşan topluluklar;
günümüzde bir Türk milliyeti bilincine sahip değiller ve Farslar gibi Şia
inancına sahip olup, Anadolu Türkleri gibi Sünni değildirler. Tekin Alp de, bunların
halen Fars alfabesini kullandıklarını, Fars gazetelerini okuduklarını ve en
nihayetinde Tebriz’in Azerbaycan’ın başkenti ve İran’daki milliyetçi
hareketlerin merkezi olduğunu kabul eder. Tekin Alp; Azerbaycanlılara bir “Türk
Ruhu” vermeyi dilemekte ve bu ruhun İran’ı içeride güçlendireceğini ispata
çalışmaktadır. Bu fikir gerçekten İran’da yaşayan milletleri bölüp Farsları
Osmanlı İmparatorluğuna düşmanlık beslemeye yöneltme potansiyeline de sahip
iken, İttihat ve Terakki’nin böylesi bir çam devirmeye karşı alınacak tedbirlerin
neler olabileceğine yönelik bir çalışması olduğuna dair bir işaret dahi bulunmamaktadır.
Savaş süresince İttihat ve Terakki’nin politikası, Fars milliyetçiliğini
destekleyerek insanları Rus-İngiliz rejimine karşı ateşlemek olmuştu.
Rus-İngiliz kontrolünden çıkarılmış, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu ile
ittifak yapabilecek ve Osmanlı hegemonyasına girecek birleşik ve güçlü bir İran’a
oynuyorlar.
İngiliz-Rus rejiminin yıkılmayacağı
belli olursa, o zaman İttihat ve Terakki daha küçük ödüllere oyun kuracak ve bu
kez de Türkçe-konuşan toplumu İran’dan koparmaya çalışacaktır. Osmanlıların
Azerbaycan’da daima gözü olmuş; 16 ve 17.yüzyıl boyunca birden fazla kez olmak
üzere Azerbaycan topraklarını işgal etmişler ve 1914-15 yıllarının kış
aylarındaki Kafkas Seferleri sırasında birkaç haftalığına kazaen bu toprakları
bir kez daha istila etmişlerdir. Ayrıca şu da mümkündür ki; Fars Milliyetçiliği
iktidara gelirse, içeride ırkçı bir politika benimseyerek, Türkçe konuşan
azınlıktaki topluluğu Farslaştırmaya yönelebilir. Böylesi bir durum da Azerilerin Türklük
bilincini tahrik edebilir ve kendilerini siyaseten İran’dan ayıracak arzuya
kapılabilirler. Rusya’ya eklenmeden önce İran’a dâhil olan ve Azerilerle
aralarında sadece suni bir sınır olan Kafkas Tatarlarına, öncelikle, yönelebilirler.
Azeriler ve Kafkas Tatarları sonuçta Osmanlı İmparatorluğuna doğru da olsa,
Rusya’ya doğru da olsa aynı doğrultunun cazibesine kapılmış bir şekilde bir
birbirlerine bağlıdırlar.
f) Afganistan’da Türkçe Konuşan
Topluluklar
Hindukuş Dağları ile Ceyhun nehri arasında
kalan Afgan kasabalarında ağırlıkla Türk topluluk meskûn durumdadır. Bu topluluklar eski dönemde bağımsız Türk (Özbek)
Buhara ve Hive Hanlıklarının nüfusunu oluşturuyorlardı. Bu kasabalar 1850-1859
arasında Afganistan tarafından ele geçirilmiştir. Durum İran’da olduğu gibidir.
Turancılık doktrini Özbeklerin Türk milletine dâhil olduklarına dair hissi
tahrik edebilir; İttihat ve Terakki Afganistan devletini Osmanlı Politik
yörüngesinin içine çekmeye çalışmaktadır.
g) Orta Asya Türkleri (12 milyonu
Rusya altında, yaklaşık 13 Milyon Kişi)
Orta Asya’da Türkçe dünyadaki en geniş
devamlı dil bölgesi olarak Büyük Rusça bölgesinden daha geniş ve hemen
İngilizce veya Amerika’daki İspanyolca kadar geniş bir alanda konuşulmaktadır.
Bu dilin konuşulduğu alan aşağı yukarı Batıda Volga ve Hazar Denizi, kuzeyde
hazar-geçen demiryolu, doğuda Altay Dağları, güneyde Pamir ve Kwen-Lun
platoları ile sınırlanmaktadır. Bütününün, Tarım havzası dışında (Çin veya Doğu
Türkistan ) kalan kısmı Rusya’nın kontrolü altındadır ([14]). Türkçe konuşan
topluluklarının devamlılığını, kuzeydeki birkaç Kazak yerleşimi ile Seyhun
nehrinin üst kısımlarında yer alan köyler boyunca yerleşmiş olan Tacik
köylüleri bozarlar.
Bu geniş alan içinde ekonomik ve
kültürel büyük zıtlıklar bulunmaktadır. Ural Bölgesindeki Başkurtlar göçebe
topluluktan tarım toplumuna geçme aşamasında, onların güneyinde yer alan
Kırgızlar halen göçebe ve geniş steplere serpiştirilmiş durumdadırlar. Hazar
ötesi yerleşimlerde yaşayan Türkmenler ( Rus fethinden sağ kalanlar örneğin)
yalnızca göçebe değil aynı zamanda sıkıştırıldıklarında saldırgandırlar da([15]). Diğer taraftan, güney
doğuya doğru, nehir boyunca uzanan bölgede oldukça yoğun şekilde tarım yapan insanlar
yer almaktadır. Fergana, Semerkant ve Taşkent’te son 50 yıl içinde Ruslar
tarafından akıllıca oluşturulmuş sulama kanalları bulunmakta ve başarılı bir
şekilde pamuk yetiştirilmektedir. Çin Türkistan’ında, bunun zıddına olarak,
rüzgâr ve kuma karşı verilen kaybedilmiş mücadeleyi ele alarak tarım alanlarını
kurtaracak bir Avrupa organizasyonu oralara halen gelmiş değildir.
Bu farklılıkları ortadan kaldırarak
birlik oluşturmak için güçlü bir faktör olan ortak dil, ortak din( burada
yaşayan tüm Müslümanlar Sünni İslâm’a iman ederler), ortak hükümet ve Rusya’nın
fethi ile getirilmiş olan daha iyi iletişim imkanları vardır. Seyhun ve Ceyhun
boyunca uzanan kasabalar ki; buralar Türkistan’ın kalbini oluşturur,
Orenburg’tan Kırgız steplerini geçerek Taşkent’e uzanan demiryolu ile Kazan’a
ve Hazar-aşan demiryolu ve Hazar Denizini aşan buharlı gemilerle Bakü’ye
bağlanmıştır.
Türk Milliyetçiliğinin Orta Asya’daki problemi Rusya devriminden önce ulaşılamaz
bir şekilde uzakta kalmasıdır; Rus devrimi bu uzakları yakın etmiştir.
Devrimin oralarda yapabildikleri
hakkında çok az doğrudan bilgimiz var. Hive ve Buhara Hanlıklarında bir
anayasayla Hanlardan zorla alınan yetkiler nedeniyle milli özerkliklerin yükselmekte
olduğu söyleniyor. Dini isyanlar çok ciddi ihtimal. Orta Asya Ruslar tarafından fethedilmesinden
önce Sünni fanatizminin sıcak yuvası ve Hive ve Buhara, bu zamana kadar asla
doğrudan Rus idaresi altına girmemişti, muhtemelen halen fanatik durumda ve tüm
bölgeyi alev alev yakacak kıvılcım burada çakabilir. Eğer Rusya, parçalara
ayrılırsa, birlikten ilk uzaklaşacak topluluklar Orta Asya toplulukları
olacaktır. Step ve çöllerin zor kuşakları ile Rusya’dan izole hale gelmesi ve
Hazar-geçen demiryolun Taşkent’te kesilmesi ile bu kopma sağlanmış olur. 19.
Yüzyılda bu kuşağın aşılması ve ötesindeki yerleşimlerin fethedilmesi Çarlığın 20
yılını almıştı.
Avrupa Savaşı ile yorulmuş bir Rusya ve Devrim;
buraların sonsuza kadar yeniden fethedilmesini, eğer temelli değilse bile,
erteleyebilir. Rusya’nın “dağılması” ile Osmanlı İrredentizmine Orta Asya’da
diğer Türkçe konuşulan yerlerden daha büyük fırsatlar açar. Orta Asya’da
Turancılık ve İslamcılık birbiri ile de çatışma halinde değildir.
Tüm yaşayanlar, Türkler ve toplumun
geri kalanı, tüm toplum Sünni’dir ve şimdiki sahipleri de eski İslam devletlerinden
biri değil, son zamanlarda yükselen bir Hıristiyan fatihtir. Rusya’nın; Orta
Asya ve İran’da kontrolü ele almış bir güç olarak varlığı ortadan kalkarsa,
Alman-Osmanlı diplomasisi Orta Asya’da bir Türk-İslam Devleti oluşturulması
için kesinlikle ciddi bir çaba gösterecek ve sonra da gelecekte Türkiye’nin oluşturduğu
İslâm ittifakına 4. üye olarak İran ve Afganistan dâhil edilecektir. Böylesi
bir ittifak durumunda Hindistan en ağır ve ciddi şekilde tehlike altına
girecektir. Bu durum, Kuzey-Batı sınırlarındaki İngiliz karşıtı kabilelerin
arkasında geniş bir İngiliz karşıtı hinterlant yaratabilecek, eğer Rusya
dağılırsa, İngiliz İmparatorluğu bu tehlikeyi tek başına önlemek zorunda
kalacaktır.
Orta Asya’daki
Turancılık problemi; bu şekli ile Rusya’nın içerideki evrimine Savaştaki durumu
ile birlikte ve savaştan ayrı olarak İngiliz İmparatorluğunun sürekli olarak
ilgi göstermesini hayati hale getirmektedir.
Orta Asya’daki Türkçe konuşanlar
Rusya’nın bir parçası olarak kalabilir ve Bakü ve Kazan’a doğru yönelebilirler
veya Rusya’dan koparak İstanbul’a doğru yönelerek, güvenliğimize doğrudan
tehlike oluşturacak sonraki alternatif olabilirler.
h) Yakutlar (Yaklaşık 250.000)
Yakutlar, Lena nehri havzası boyunca
kuzey buz denizine kadar uzanmış ince bir şeritte serpilmiş Türkçe konuşan bir
kavimdir. Turancılık hareketinden etkilenmeyecek derecede uzak bir yerde ve
evvel emirde pagan veya görünüşte Hıristiyan’dırlar, Müslüman değil. İkincisi,
diğer Türk boyları ile aralarında Türk Irkına dâhil olmayan, pagan Tunguzlar ve
Budist Moğollar bir kuşak olarak girmektedir.
10. Osmanlı
İmparatorluğunda Türkleştirmenin Başarı Şansı
Türkiye dışından Türkçe konuşan dünya
hakkında bir çalışma yapıldığında, Rusya’nın “dağılması” durumunda Türk
İrredentizmi’nin ciddi ihtimal olabileceği görünüyor ve raporlarda bu
belirtiliyor. Turancılığın diğer amacı olan Osmanlı sınırları içinde yaşayan ve
Türk olmayan milletlerin Türkleştirilmesi ise; deneme olarak kalmaya devam
ediyor. Türkleştirme çabaları öncelikle Avrupa Savaşında bölgesel
yükselişlerine bağlıdır.
a)Türkleştirme ve Araplar
İttihat ve Terakki’nin Arap Politikası,
Savaşta kendilerinin en büyük mağlubiyetini oluşturmuştur. Bu kaybın büyüklüğü
Büyük Britanya tarafından tasarlanan Arap Hareketinin başarısı ile ölçülebilir.
Fakat İttihat ve Terakkinin böylesine iyi bir kartı koz olarak denemeden başıboş
bırakacağını varsaymak da güvenli değildir. Günün sonunda, Arapların bu kadar desteklenmelerine
ve ittihat ve Terakki’nin Turancılık politikasına rağmen onların Araplara bize
karşı emirler vermelerine bir engel teşkil edeceğine de güvenemeyiz. İttihat ve Terakki’nin Arap milletine karşı
yeniden şekillenmesi gerektiği hususunda yaptığımız propagandaya Şerif de, biz
de büyük güven duyuyoruz. Fakat İttihat ve Terakki kendi sınırları içindeki
Arap kasabalarını Türkleştirmeye gerçekte kendisini ne kadar adanmıştır? Şurası
bir hakikattir ki; Turancı feminist Halide Edip Hanımı Beyrut’ta kızlar için
açtıkları yeni Hükümet Kolejine müdür olarak tayin etmişlerdir. Fakat buradaki
amaçları Amerikan ve Fransız kurumlarının yerine Osmanlı Hükümetinin
kontrolündeki bir kurumu yerleştirmektir. Öncelik, milliyetçi ideolojide değil,
siyasal –daha ziyade imparatorluk sınırları içindeki dış etkilerin ortadan
kaldırılması- ve ondan sonra da Arapların bedelini ödeyeceği bir Türk etkisinin
yaygınlaştırılmasıdır.
Şu da bir gerçektir ki; Cemal
Suriye’deki eşraftan ciddi sayıdaki kısmını ya idam etmiş veya hapse atmıştır.
Bu idam ve hapse atmalar, Osmanlı Devletine karşı vatan hainliği (mevcut veya
gelecekte) iddiası ile gerçekleştirilmektedir.
Türk Muhalefetine üye olanlar da aynı
suçlamalarla ya idam edilmiş veya sürgün edilmiştir ki; İttihat ve Terakki
Suriye’de vermiş olduğu cezaların şiddetinden ırk ayrımı nedeniyle zulüm yapılması
olarak yorumlanabileceğini e açık bir şekilde umursamazlar ve Ermeni mezalimi
için yaptıkları savunmada olduğu gibi, yabancı bir ırkı yok ettiklerinin gözler
önüne serilmesini önlemeye çalışırlar, siyasal hainleri cezalandırırlar ve bunun
ihanet nedeni ile yapıldığını ispatlamak için Suriye’de eşrafa yaptıklarına atıf yaparlar.
Teorik olarak Suriye’de olanlara kimse ırki nedenlerle yapılmıştır da diyemez.
Tekrarlamak gerekirse, Türklerin,
Suriye’de yaşayan insanların açlıktan ölmesi için kasıtlı davrandığı
söylenebilirse de bu yalnızca Lübnan Vilayeti için geçerlidir. Türkler, Lübnan’a
gelen ikmal yollarını kesip, giren erzakı azaltarak, burasını açlığa terk
etmiştir. Bu yapılanlar, Lübnan’ın Arap olmasından dolayı değil, özerk
olmasından dolayıdır. İttihat ve Terakkinin temel amaçlarından biri, İdari
Merkezileşme olduğundan, Lübnan’daki faaliyetlerinde milliyetçi bir saik olmasa
da, yaptıklarını açıklamaya yeterlidir. Suriye’nin geri kalanı da büyük acılar
içinde kıvranmakta, fakat bu daha çok savaşın tabi olarak neden olduğu
organizasyonsuzluk ve muhasara edilmiş olmaktan kaynaklanmaktadır. İttihat ve
Terakkinin Arap karşıtı bir hareket olarak bu acıları kasıtlı olarak ürettiği
söylenemez ve Suriye Arapları için Ermeni katliamı veya Yafa’daki Yahudilerin
sürülmesi gibi genel akımdan etkilendikleri ispatlanamaz.
Diğer taraftan, gerekmesi durumunda,
Araplara tavizler verilmesi için İttihat ve Terakki’nin hazırlıklar yaptığına
dair kesin deliller bulunmaktadır. Onların Savaşta bölgeye nerede ise ilk
müdahalesi İmam Yahya’ya Yemen’de verilen imtiyazdır. Şartlar, Yahya’ya yıllardır uğrunda savaştığı
bağımsızlığı pratikte getirmiş, güçle yola getirileceğine dair umutlar sona
erince, benzer şartlar Şerif’e de teklif edilmiştir ([16]). Son zamanlarda, bir
şayia yayıldı. Bu şayianın yayılması, barış müzakerelerine başlamadan önce,
Mezopotamya, Ermenistan ve Suriye’ye cömert bir şekilde büyük ölçüde özerklik
verildiğinin resmi olarak kabul edilmesi anlamına geliyordu.
Şayia muhtemelen doğrudur. Türk askerî kontrolünü ortadan kaldıran ve daha
önce Avrupa’da kabul edilen yerlerde bağımsızlığa giden yolu tahkim eden bir
aşama olduğu görülmesine rağmen, “Özerklik” Türkiye’nin elinde olan ve ülke
bütünlüğü tehlikeye düştüğünde müracaat ettiği bir karttır([17]). Bu politika Asya’da bu zamana kadar Türk hükümranlığının
sürdürülmesini sağlamıştır. Mesela; Rus işgali altında olduğu zaman, Osmanlılar
tarafından 6 Ermeni vilayetine 1878’de özerklik verileceği taahhüt edilmiş ve
bu taahhüt Büyük Güçler tarafından onaylanmış olmasına rağmen, o günden sonra
Ermenistan baskı ve katliamdan başka hiçbir şey elde edememiştir. Zeytin
(Silisya tepeliklerindedir) ve Lübnan (Suriye’dedir) Vilayetleri Türkiye savaşa
girdiğinde gerçekte özerklilerine sahiplerdi, fakat İttihat ve Terakki bunların
imtiyazlarını alma gücüne sahip olarak, imtiyazlarını ellerinden alıp bu
topraklara Türk birliklerini yerleştirmiştir.
Bu örnekler İttihat ve Terakkiyi
cesaretlendirerek Asya’da kendi unsuru olan milletlere pervasızca özerklik
teklif etmesine neden olabilir, hatta müttefiklerin “aimexationist” niyetlerini önlemek üzere bu tür teklifleri
iyi niyet göstergesi olarak bile teklif etmiş olabilirler. Onların samimi olduklarına güvenilebilir mi? İttihat
ve Terakki’nin en büyük ve başta gelen amacı İmparatorluğu İslam Dünyasını
siyaseten bir noktada toplayacak kadar güçlü, bağımsız bir askeri güç haline
getirmek ve bu konumu devam ettirmek olduğundan Türk Milliyetçiliği teorisyenlerinin
önlerini kesmesine izin vermezler. Türkleştirme, temel kabulde sadece bu amaca
hizmet manasında olduğundan, zıt bir etki doğuracak şekle dönüştüğünde bu
hususta ısrarcı olmayacaklardır. Bu durumda, Araplar üzerinde kendi nihai
amaçlarına hizmet eden ve Türkleştirme politikasının tam zıddına bir
politikanın benimsenerek uygulanmaya başlandığı şartlar dahi tahayyül
edilebilir.
Varsayalım ki; mesela, Mezopotamya ve
Ermenistan’ı geri almaları mümkün olmayacak, fakat hali hazırdaki savaş
haritası üzerinde bir barış anlaşması imzalayabilecekler. Bu durumda bile
ellerinde kalan Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da 5 milyondan fazla Arap ve
ilaveten Anadolu’daki 8 milyondan biraz az Türk nüfus ile bu sınırlar içindeki var
olan askeri, siyasi ve iktisadi potansiyel kaynakları geliştirebilir ve tüm
bunlar Arapların yaşadığı bölgelerde gerçekleştirilirse, “büyük güç” rolü
oynamayı sürdürürler. Suriye ve Kuzey Mezopotamya, Anadolu değil, nüfus artış
ihtimalini ve “büyük güç” politikasının gerektirdiği talebi karşılayacak
ekonomik üretim artışını sağlayabilir ve askeri bakımdan yoğunluk bu bölgeye
kayabilir.
Mevcut savaşa kadar Osmanlı
İmparatorluğu yüzünü, askeri manada, daima Avrupa’ya doğru çevirmiş ve
Anadolu’da Türkçe konuşan bölgeler bu yönelişin tabi temeli gereğince Avrupa’nın
ön cephesi olarak şekillendirilmiştir. Fakat
şimdi, İttihat ve Terakki 1866 yılında Prusya Savaşında Avusturya’da yaşandığı gibi,
1913’teki Balkan Savaşında moral olarak yerle bir olmuş, bu tarihten sonra, batı
sınırlarında nihai dengenin oluştuğunu kabul ederek, bu tarafta daha fazla umut
veya daha fazla korku duyulmasını gerektirecek bir şey olmadığına kanaat getirmiştir.
Eski rakipleri ile buralarda dostluk oluşturmaları ve yüzlerini kararlı bir
şekilde Güneydoğuya dönmeleri kendileri için daha iyi olacaktır. 1915’deki
Trakya sınırlarının Bulgaristan lehine düzenlenmesi, ahlaken, 1878’de
Avusturya’nın Almanya ile yapmış olduğu ittifaka denk gelir. O zaman, Avusturya
Balkanlar üzerindeki kendi hâkimiyetinin tazminatını alabilmeyi umut etmişti;
Türkiye ise, İslam dünyasında kendi liderliğini yeniden bulmayı umut ediyor.
Avusturya dış politikasını içerideki temeline dayandırmak suretiyle yeni duruma
uyumlu hale getirmek için kendini hazırlamıştı, Türkiye’de aynı manada kendini
yeni duruma uyumlu hale getirebilmek için benzer yeniden yapılanma süreçlerini
takip edebilir. Avusturya-Macaristan
Drangnach Osten’i (Doğu İçgüdüsü), yerini Macar-Alman düalizmine bırakır:
Osmanlı Drangnach Osten’i, yakın gelecekte, İttihat ve Terakki tarafından belki
de Araplarla Türkler arasında bir Ausgleich’e (beraberlik)dönüştürülecektir. Bu
tür bir politika, yalnızca şartların zorladığı değil, İttihat ve Terakki
liderlerinin özellikle fırsatçı mizaçlarının emrettiği bir durum olarak da
ortaya çıkabilir. Çünkü bu durumda,
Turancılık ile İslamcılık arasındaki çatışma temizlenmekte ve her iki amacı
birden açık bir şekilde takip etmek mümkün hale gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu kasabaları
Türk Milliyetçiliği için tahsis edilirken, tüm Türklerin potansiyel dikkat
merkezi haline gelmiş olacak, Arap kasabaları da diğer Arap halklarının dikkat
kesildiği yerler olarak İmparatorluğun iki yarısı stratejik ve ekonomik olarak
Toros ve Amanos demiryolu tünelleriyle birbirlerine bağlanmış ve içeride
Anayasa’ya başvurulan ve diğer İslam dünyasında sempati kazanan Müslüman bir “büyük
güç” şekillenebilecektir.
Böylesine yeniden organize olmuş bir
Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya, Fransa ve Büyük Britanya için ne kadar tehlike
olacağını işaret etmeye gerek yok. Osmanlı’nın en büyük endişesi görünüşte,
geriye kalan Arap topraklarının Avrupalı Güçler tarafından kendisinden alınması
ve en büyük hırsı da Avrupa hükümetlerinin kontrolü altındaki Arap kasabalarını
yeniden birleştirilmesidir. Bu Kasabalar muhtemelen yarı özerk yeni Osmanlı Eyaletleri
ile doğrudan bölgesel ilişki içinde olacaklar, bunların çoğu son zamanlarda ve
Avrupa Savaşında olduğu gibi Mezopotamya ve yakın doğudan Hicaz’a aşağıya doğru
uzanan yerler Osmanlı İmparatorluğu’nun tabii haklarının olduğu eski toprakları
olacaktır. Bu şartlar altında Osmanlı İmparatorluğu kaçınılmaz bir şekilde
İngiliz İmparatorluğuna içten içe düşmanlık besleyecek ve muhtemelen İngiliz
kontrolündeki sadık Arap topluluklarını kendine doğru çekmek isteyecektir.
İngiliz menfaatleri noktasından
bakıldığında, Arap Hareketi iki kenarı keskin bıçak gibi görünmektedir. Biz bu
hareketi evinde bastırmaya muktedir isek, bu durum bize olağanüstü avantajlar
getirecek, fakat eğer Türkiye dikkate değer ve yeterli bir Arap toprağını
elinde tutmayı başarabilirse, bu durum; onu, hali hazırdaki Büyük İslami Güç
olarak önemli rolleri oynayacak konumda bırakır ve bu da, İttihat ve Terakkinin
Arap silahını elimizden söküp almak için elinden gelen her şeyi yapacağı
anlamına gelir. İslamcılık siyaseti ve bizim Turancılık düşüncesi ile birlikte bunu
önleyeceğine güvenirsek, kendi propagandamızın tuzağına düşmüş ve tehlikedeyiz
demektedir.
b)Anadolu’da Türkleştirme
Türk dili büyük bir canlılığa
sahiptir. Türkçe konuşan topluluklar her nereye giderse, tabiat üzerinde kendi
izlerini bırakırlar; Türkçe dağ isimleri, nehirler ve kasabalar (her ne kadar
tekdüze ve yaratıcılıktan uzak olsa da) eski isimlendirme terk edilme ve fethedilmiş
yerlerdeki halk Türklerle evlenmemelerine ve kendi kültür ve dinlerine sımsıkı
sarılmalarına rağmen ana dillerinden sonra Türkçe kullanmaya başlama
eğilimindedirler. Bu süreç, savaştan önce barış içinde işlemeye devam etmiştir.
Kilikya Tepelerinde yaşayan Ermeniler arasında bu süreç tamamlanmış, (Ermenice
yerine kendi konuşma dilleri Türkçe olmuştu) ve Rumların etrafını çevrelemiş
olduğu Kayseri Bölgesinde Rumcadan Türkçeye geçiş inanılmaz boyuta
ulaşmıştı. Amerikan misyonerlerinin
tavsiye edilebilir nitelikte bulduğu ilk İncil tercümesi Ermeni ve Yunan
alfabeleri ile Türk dilinde yazılmış tercümeler idi. Hatta İttihat ve
Terakkinin Anadolu ve Ermenistan’da 1915 baharında başlatmış olduğu bir ırkı
yok etme savaşından beri -şimdi Rumlara karşı sürdürülüyor- Türk dili Ege
kıyılarından Fırat kıyılarına kadar uzanan Anadolu yarımadasında evrensel bir
konuşma dili haline gelmişti.
Fakat son zamanlardaki katliam ve
sürgünlerle yalnızca Türkçe konuşmayanlar değil, Türk kültürüne ait olmayanlar
da dışarı süpürülmüştür. Türkçe konuşan veya Anadolu’nun yarı Türkçe konuşan
Rum ve Ermenileri, din, dil, eğitim, sınai ve iktisadi etkileriyle birlikte
yerlerinden edilmiş ve boşalan yerlere Avrupa’da kaybedilen Osmanlı kasabalarından
muhacir olarak gelenler yerleştirilmiştir. Bunlar, muhtemelen Anadolu’da
yaşayan yerli Türklerden daha yüksek seviyede, fakat, ayrıca gönüllü olarak
gerçekleştirdikleri sürgünde karşılaştıkları güçlük ve fanatiklikleri nedeniyle
vahşileşmiş durumdaydılar da. Bu gelen göçmenler, medeniyet yaratıcılar olan
Rum ve Ermenilerin ayrılmasından doğan boşluğu doldurmak konusunda oldukça yetersiz
durumda ve ( Anadolu’da herhangi bir oranda, Fırat’ın Doğusunda Ermenistan’da
her ne olmuşsa) Mezopotamya’da sürgün kamplarında halen yaşayan Ermeniler için
yeniden vatanlı hale getirilebilmeleri için küçük bir gelecek görünürken, ülke,
büyük ihtimalle savaştan sonra Türk Barbarlığının seviyesine bir işaret koymak
zorunda kalacaktır.
Türk Milli hareketi Rumeli Muhacirleri
ile sulandırılmış Anadolu yerli Türkü’nün üzerinde çalışmak zorunda kalacak.
Gelecekte neler olabilir?
Eğer Osmanlı Hükümeti; üzerinde Türklerin
yaşamadığı ve yeterli büyüklükte bir toprağı elinde tutarsa, bu durum onun “Büyük
Güç” statüsünü korumasını temin edeceği için gelecek günler güzel görünmüyor. Böylesi
bir durumda İttihat ve Terakki askeri emperyalizmin taleplerini yerine getirmek
üzere, her zaman kurban edildiklerinde olduğu gibi, Anadolu’daki Türk milletini
kesin olarak feda edecektir. Fakat Osmanlı Devleti Anadolu’ya hapsedilirse,
hırsların kırılması mümkün olabilecek ve Turancılık hareketi içinde Halide Edip
Hanım gibilerin temsil ettiği milliyetçiliğin yapıcı tarafı öne çıkabilecektir.
Bu durumda, birleri Osmanlı
İmparatorluğundan bağımsızlığını kazanan Balkan Milletlerinin geçirmiş
oldukları süreçlerden geçerek Türklerin Anadolu’da Milli Devlet oluşturulacağını
önceden söyleyebilir. Son kertede, Anadolu’daki Türklerin Balkan topluluklarından
uygarlık adına daha az yetenekli olduğunu varsaymak için bir nedenimiz yok. Hali
hazırda onlarda Orta Asya’dan getirdikleri çok az miktarda gerçek Türk kanı
var; Irklarındaki en güçlü kök Anadolu’daki yerli köylülerden gelmektedir ki,
bunlar M.S. 11.yüzyılda Selçukluların Anadolu’yu istila etmesinden sonra kitle
halinde Türk olmuş topluluklardır. Eski Anadolu toplumları, Yunan ve Roma
uygarlıkları içinde asimile olabilmişlerdi, onların soylarından gelen insanlar
neden Modern Avrupa içinde asimile olmasınlar. Süreç yalnızca biraz daha yavaş
olacak. Türkler şimdi Sırp ve Yunanlardan bir yüzyıl daha geride ve bir milletin
gelişmesi üzerinde, İslam, Ortodoks Kilisesinden çok daha ciddi bir engel
oluşturmaktadır. Türk yenilenmesinin ilk aşaması “Tekin Alp”’in içinde
bulunduğu gibi tepkisel İslami geleneğe karşı bir mücadele, Avrupa’nın kilise
karşıtlığının maymun gibi taklit edildiği türden değil gerçek bir mücadele
içinde olacaktır. Eğer Yapıcı bir hareketin oluşması sağlanırsa, Kazan ve Bakü
Tatarları ve Rusya’daki diğer Türkçe konuşan topluluklar tarafından kesin
olarak sıcak bir şekilde desteklenecek ve Rus İmparatorluğu gerçek federal bir
devlet haline gelir ve Osmanlı İmparatorluğu savaşın bir sonucu olarak
dağılırsa, Rusya Tatarları Anadolu Türklerinin “Birliği” hususunda Rusların
Balkan Slavları için oynadığı rolde olduğu gibi, onlarla beraber taraf rolü
oynayacaktır. Yalnızca bu şekilde, Turan Birliği idealinin gerçekleştirilmesi
muhtemel veya arzu edilebilir olur.
11.Sonuçlar
a) Osmanlı Türkleri Avrupa’da yaşayan
herhangi bir millet ile Turan Birliği anlamında bir akrabalık hissine sahip
değildir. İttihat ve Terakkinin Avrupa politikası oldukça gerçekçidir. Amaçları,
Avrupa’nın en az kontrolünde gerçekleşecek, en yüksek yardımı temin etmektir.
b) Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü,
Anadolu’da Türk topluluğunun fiilen varlığına bağlı olarak kalır ve dünyadaki
tüm Türkçe konuşan topluluklar arasında açık bir akrabalık ilişkisi
vardır. Bundan dolayıdır ki; Osmanlılar
arasında Türk milleti bilincinin yükselmesi tabiidir ve bu da Turan Birliği
bilincinin oluşmasına eşlik etmektedir.
c) Balkan Savaşında yaşanan şoklar,
Osmanlılar arasında milliyetçilik fikrinin benimsenmesine yardımcı olmuştur,
fakat teorisyen milliyetçilerle İttihat ve Terakki’yi birbirinden ayırmak
gerekir. İttihat ve Terakki Türk
Milletinden ziyade daima Osmanlı Devletinin şartlarını düşünmüştür.
d) Tümünün üstüne, İttihat ve Terakki
sahip olduğu İslam Birliği politikasını içeride Türk Milliyetçiliği ve dışarıda
da Türk Birliği politikalarına feda etmemiştir.
e) Türk Birliğinin çok yerde İslam
Birliği ile çatışması İttihat ve Terakki için pratik bir siyaset oluşturmuş,
fakat pek muhtemel olmayan Rusya’nın “dağılması” gibi olaylarda bu fikir
yükselmiştir.
f) Rusya’nın “dağılması” Asya’da
İngiliz menfaatleri için ciddi şekilde taraf olması gereken bir konu ve
“dağılma” ihtimali geniş ölçüde Rusya’da Türkçe konuşan toplulukların ve
onların eski merkez olarak Kazan ve daha yeni merkezleri Bakü olmak üzere iki
merkezlerinin davranışlarına bağlıdır. Kazan ve Bakü Tatarlarının Rusya’nın iç
gelişmeleri hakkındaki politikaları bu sebeple İngiliz menfaatlerini doğrudan
etkiler.
g) Bizim Arap Politikamız için
Turancılık iyi bir propaganda oluşturur, başka bir faydası olmaz. İttihat ve
Terakki (C.T.J.P.) bu politikanın Osmanlı Devletini zayıflattığına hükmederse;
Arapları, Türkleştirmeyi sona erdirecek, hatta muhtemelen Arap Özerkliğini bile
teklif ederek becerebilirse, İslamcı ve her halükarda güçlü bir İngiliz karşıtı
politika ile Arap-Türk Devleti haline getirdiği Osmanlı İmparatorluğuna
dönmelerini sağlayacaktır.
h) Eğer Osmanlı İmparatorluğu bir
“Büyük Güç” olarak kalırsa, Anadolu’da gerçek bir Türk canlanması olabilir. Bu
kabil bir canlanma sırasında Rusya’nın Balkan Slavları için oynadığı role
benzer bir rolü Rusya’daki Türkçe konuşan topluluklar için oynayacaktır.
Bu yol Turancılık idealinin gerçekleştirilmesi için mümkün
olan yegâne yoldur.
A.J.T.
EK 1. Kürtler
Turancılık noktasından, Kürtler dikkat
çekecek derecede önemli ve olumsuz bir faktördür. Farsçanın bir diyalektini
konuşan İranlı bir halk olup anavatanları Mezopotamya ile Iranı birbirinden
ayıran sıradağlardır. Güneydoğuya doğru aynı soydan gelen dağ toplulukları -Lur’lar
ve Bahtiyari’ler (Zaza’lar ?)- ile karışmış ve yayılmaları temelde ters yöne veya
batıya doğru olmuştur. Batıya
yayılmaları Türk göçleri ile yakından ilişkilidir. Türkler, MS 11. Yüzyılda,
Orta Asya’dan Kuzey İran’a doğru göç yollarını oluşturduklarında, 3000 yıldır
İran platolarının batı siperlerinde yaşamakta olan Kürtleri yerlerinden oynatmamışlar,
Kürtlerin yaşamış olduğu dağlardan uzak durarak kuzeye Azerbaycan içlerine ve
Aras nehrine doğru gidip, Ermenistan ve Anadolu içlerine yönelmişler ve bu güzergâhta
Kürtlere dokunmamışlardır. Anadolu Türklerin esas amacı ve Ermenistan’ın yükseklerde
bulunan yolları olması nedeniyle ilk göçlerini takip eden beş yüzyıl boyunca bu
yolu kullanarak Anadolu’yu Türk Milletinin yeni yerleşimi yeri haline getirdiler.
Ermenistan’ı da yarı izole ve nüfussuz halde bırakmaları Kürtler için bir
fırsat yaratmıştır. Kürt aşiretler, Türklerin ortaya çıkarmış olduğu bu alanın
içlerine doğru çekilerek, zamanla göl şehirleri Urumiye ve Van arasında kalan topraklara
ve Fırat ve Dicle’nin üstlerinde yer alan vadilere doğru, hatta neredeyse Akdeniz
ve Karadeniz sahillerine kadar yayılmıştır. Turan Coğrafyası noktasından
bakıldığında bu yayılış ile Kürtlerin kendilerine stratejik bir konum
kazandırdıkları görülecektir ki; Halep’in kuzeyindeki bir noktadan Bağdat’ın
doğusundaki bir noktaya kadar ince bir şerit halinde ve nerede ise kesintisiz
bir şekilde yayılmış olmalarıyla Anadolu’nun Türkçe konuşan halkı ile Kafkaslar
ve Azerbaycan’da Türkçe konuşan halklar ve Anadolu ile Arap dünyası arasında
bir tampon oluşturdular. Bu durumda bile halen önemli olan nedir? Ermeniler ile
karışmış olmaları ve kesin olarak yerli Ermeniler olan dağlı kabilelerin Kürt([18]) olarak sınıflandırılmasıdır.
Anadolu Türkleri ile daha doğuda yaşayan Türkler arasındaki bağı kesmektedirler.
1915 yılındaki Ermeni katliamı sırasında bir Türk Jandarması; bir Danimarkalı
Kızılhaç hemşiresine([19]) “önce Ermenileri, sonra
Rumları ve daha sonrada Kürtleri öldüreceğiz” demiş. İttihat ve Terakki’nin bu
zamana kadar Ermeniler üzerinde yapmış olduğu işlemlerde Turan Birliği İdeali önemli
bir neden oluşturmuştur ki jandarmanın söylediği de kendi üstlerinin ortaya
koyduğu siyasetinin mantıklı bir ifadesidir.
Diğer yandan, eski rejim altında,
Osmanlı İmparatorluğunun devleti hem merkezileştirmesinden ve hem de millileştirmeye
başlamasından önce, Kürtler; Osmanlı Hükümetinin en sadık ve en gözde
destekçileriydi ve Kürtlerin Kuzeye ve Batıya doğru yayılmaları Osmanlıların
cesaretlendirmesi ile mümkün olmuştu. Osmanlılar
16. Yüzyılın başlarında Ermenistan’ı fethettiklerinde esas itibarıyla göz
önünde bulundurdukları husus İran’a karşı bir istihkâm oluşturmak olduğundan,
Kürt aşiretler bu amaca yüzyıllar boyunca mükemmel bir şekilde hizmet ettiler. Farsçanın
bir diyalektini kullanıyor olmalarına rağmen, Kürtler; Fars milli bilicine
sahip değildirler ve daha önce de asla böyle bir bilinçleri olmamıştı. Onların
sosyal bilinçleri kendi aşiretleriyle sınırlı ve aşiretin biricik siyaseti de kabileyi
dış kontrolden uzak tutmaktır. 16 ve 17. yüzyıllarda kendilerine yakın ve güçlü
durumdaki bir İran Devleti, İstanbul’da çok uzak bir mesafede duran devlete
nispetle aşiretin bağımsızlığına yönelebilecek çok daha gerçek bir tehlike idi.
Osmanlı Hükümeti Kürt aşiret liderleri üzerinde şekli bir hükümranlığa sahipti
ve Kürtler; Balkanlarda Boşnak ve Arnavutların oynadığı role benzer bir şekilde
İran sınırlarının korunmasını temin etmişlerdi.
Kürtlerle Osmanlı Hükümeti arasındaki
ayrılıklar 19. yüzyılda Sultan Mahmut’un Ermenistan ve Kürdistan
topraklarındaki yarı bağımsız Kürt aşiret beylerinin iktidarlarını azaltması ve
bu bölgelerde resmi Osmanlı İdari yapılanmasının ([20]) oluşturulmaya başlanması
üzerine ortaya çıkmıştır. Bu merkezileştirme politikası 1890’larda Abdülhamit
tarafından tersine çevrilmiş ve bu dönüşle, çeşitli konular üzerinde sahip olunan
politikaların etnik unsurların birbirlerine karşı kullanılması ve hepsinin
birden zayıflatılmak amaçlarına hizmet edeceği umut edilmişti. Abdülhamit
Kürtlere tüfek dağıtarak aşiret reislerine Hamidiye Jandarmalarının Kumandanları
unvanını vermiş ve yok etmek üzere Ermenilerin üzerine salmıştır; Osmanlının bu
politikası 1908 yılında İttihat ve Terakki tarafından yeniden değiştirilerek bu
dönüşümden İçeride güçlü ve birleşik bir imparatorluğun yeniden yaratılacağı ümit
edilmişti. İttihat ve Terakki Kürtleri
düzene koymayı denemiş ve pratikte bağımsız olan ve İbrahim Paşa tarafından
inşa edilen Milli Konfederasyon siyasetinin takibinde dikkate değer derecede
başarılı olmuştur. Fakat Hıristiyan topluluğun da silahlanmasına neden olacağı
bilinmesine rağmen Abdülhamit tarafından dağıtılan silahları geri alamamışlar,
Avrupa Savaşına katılmalarının hemen akabinde, Abdülhamit’in eski
politikalarına geri dönerek Kürt kabilelere daha çok silah dağıtıp
Azerbaycan’ın bir kısmını işgal etmeleri için Hıristiyanlara karşı onları
tahrik etmişlerdi.
Nisan 1915’ten itibaren ilerleyen gün ve
aylarda Ermeni kervanlarına zulmedilmesi ve yurtlarının boşaltılması, serbest
bırakılan suçlular ve güçlendirilen Osmanlı “jandarması” olan Kürtler eliyle
gerçekleştirilmiştir. Fakat Kürtlerin tamamı Hükümetin yanında yer almamıştır.
Mesela, Kilikya’daki Kürtler([21]) Ermenilere
yapılanlardan, geriye kalan Müslüman ahalinin de hissettiği gibi, üzüntü
duymuşlar ve Dersim tepelerindeki Kürt veya sahte Kürt aşiretleri Harput ve
diğer yerlerden gelen Ermeni sığınmacılara yardım etmişler ve koruma
sağlamışlardır. Kürtlerin özerk yapısı Osmanlılar tarafından zorunlu askerlik
getirilmek suretiyle zedelenmiş ve Kürtlerin asker kaçağı oranı, herkesin
bildiği, ama Türklerin dile getirmediği üzere, göçe tabi tutulan Ermenilerden
daha fazladır. Dersim aşiretinden pek çok kişi hep birlikte askerlik hizmeti
yapmayı reddetmiş ve Osmanlı askeri yetkilileri de onlara karşı bir müeyyide uygulamakta
başarılı olamamıştır. Günümüzde Dersim bölgesi Rus ve Türk cepheleri arasında
bir çeşit insansız bölge halinde ve pek çok Kürt aşiret reisi Rusya’nın etkisi
altına girmiş durumda. Rus etkisi, Erivan bölgesi hariç olmak üzere, pratikte
Kürtlerin yaşamadığı ve doğrudan Rus egemenliği altındaki Kafkas şehirlerinin
ve Azerbaycan’ın işgal edildiği zamana tarihlendirilir. Azerbaycan’ın işgal
edilmesi Kürtler arasında Rusya’nın siyasi itibarını artırmıştır ki; bu olaylar
aşağı yukarı Abdülhamit’in düşüşüne denk gelmekte ve Türkiye’de yeni oluşan rejim
Kürtlerin imtiyazlarına itiraz etmektedir. Hariçten düzensizlik yaratan güç
olarak Rus hükümetleri pek çok Kürt için düzen ve iyi hükümet adına heyecan yaratması
bakımından İttihat ve Terakki’den daha cana yakın bulunmaktadır.
Savaş süresince Kürtlerin tuttuğu taraf
askeri duruma göre değişmiştir. Kafkaslar ve Azerbaycan’da hücum halindeki Türklerin
tarafını tutmuşlar, Osmanlı topraklarını işgal etmesinden sonra Rusların safına
geçmişlerdir. Rusların askeri yetkilileri Osmanlı Kürtlerini olağanüstü
himmetle ele almışlar, silahlarını toplamamışlar ve yalnızca tehcirden geri
dönen Ermenilere değil, Rus öncü ve istihbarat birliklerine yaptıkları
saldırılara bile göz yummuşlardır. Kürtler, Çar Hükümetine Ermenilerden daha
yakın bir unsur idi, fakat Ermeniler devrim süresince bile askeri yetkililerin
Kürt yanlısı politikalarından şikâyetçi olmuşlardır. Rus Ordusunda yer alan
Ermeni gönüllüler intikam almak için yakaladıkları fırsatları kullanmışlar ve
son zamanlarda Ermeni gönüllüler tarafından, Van Gölünün Kuzey Doğusunda yer
alan yerlere cezalandırıcı saldırılar düzenlemişlerdir. Bu saldırılarda kadın
ve çocukların katledildiği rapor edilmiştir ki; bu olayların Bakü’de yayınlanan
Tatar gazetelerinde yer alması önemlidir. Tatar ve Kürtlere yönelik bir saldırı
olması durumunda bunlar birbirleri için çok az şey yaparlar, fakat Osmanlı
Ermenileri Federal bir Rus Cumhuriyeti olarak Kafkaslarda yer alan Rus
kasabaları ile işbirliği yaparsa, Kürtlerle Tatarların İslami Siyasal Blok
olarak birlikte hareket etmeleri mümkün olur.
Kürtlerin geleceği, ekonomik gelişme
açısından bakıldığında, Ermenistan’a (Ermenistan’a hangi rejim gelirse gelsin)
Kuzey Mezopotamya’dan daha az uzanıyor. Bu zamana kadar takip edildiği üzere,
ağırlıkla Araplardan oluşmasına rağmen Kürtler kış aylarında koyun sürülerini Halep
ve Musul arasındaki steplere götürmüşler ve son büyük Kürt aşiret reisi İbrahim
Paşa, kendi yönetim merkezi olarak bu düzlüklerin kenarında bulunan
Viranşehir’i seçmiştir([22]). Şimdi, tarım Bağdat
demiryolunu takip ederek Halep’ten doğuya, Kürtlerle Bedevilerin toprakları
ellerinde tuttukları yerlere doğru ilerliyor ki; Kürtler şu ana kadar
kendilerini daha iyi insanlar olarak gösterme çabası içinde olmuşlardı. Eğer
bundan dolayı ülkedeki tarım aşamalı olarak gelişir ve yerel halk dışarıdan
gelecek insan gücünü batağa saplamazsa, Kuzey Mezopotamya’nın Kürtlerin toprağı
haline gelmesi kaçınılmaz görünüyor. Burada göçebe alışkanlıkları ve aşiret
geleneklerinden kurtulabilirlerse, Kürtler medeniyetin etkilerine çok daha açık
hale geleceklerdir.
Kuzey Mezopotamya’da Kürtlerin
gelişmesi durumunda Osmanlı Hükümetinin siyaseti ne olacak, barış zamanında da
burayı elde tutacakları öngörülebilir mi?
Danimarkalı Hemşire’ye refakat eden Jandarmanın
söylemiş olduklarını devam ettirmeleri mümkün, fakat Kürtlerle, kabile
bağımsızlığından milli özerkliği öne alan bir anlayış arayacakları daha büyük
ihtimal. Türk-Kürt antantı varılacak birinci alternatif, Osmanlı Devlet
adamlığı geleneğini sürdürmek de diğeri. Fakat Osmanlı Hükümetinin Kürtlere
yönelik gelecekteki politikası, daha çok, uyguladığı Arap politikasının
sonuçlarına bağlı. Eğer Arap vilayetlerine özerklik teklif ederlerse, büyümekte
olan Kürt tarım nüfusu bunun faydalarından istifade eder, eğer baskı yapmaya ve
Türkleştirmeye karar verirlerse, Araplar ve Kürtler benzer şekilde zarar görürler.
EK 2. Turancılık Hareketi İçinde İslam Karşıtı Eğilimler
Turancılık hareketinde çeşitli derecelerde İslâm’a muhalefet
bulunmaktadır.
(a)İslam ile ilk çatışma haline gelen Ziya
Bey grubunun dil sorunu üzerindeki yaklaşımlarıdır. Onlar, muhtemelen Kuran ve
benzer dini eserlerin Türkçeye tercüme edilmesini düşünmüşlerdi, çünkü İncil ve
diğer dini edebiyatın Protestan Reformu ile İngilizce ve Almancaya çevrilmiş
olmasının günümüzdeki modern Alman ve İngiliz milli edebiyatının temelini
oluşturduğunu biliyorlardı. Tercüme fikri, Muhammedi dinin tabiatına aykırı değildi,
fazladan, Protestanlık hareketinde Luther’in eylemi ve Kabul Edilen İncil
Nüshaları Hıristiyanlık karşıtıydı; fakat bu durumda Hıristiyanlıktan farklı olarak
yapılacak tercüme İslami dogmaların kabul edebileceği türden olmaması nedeniyle
İttihat ve Terakki tarafından kabul edilmemiştir.
(b) İslami-dini çevrenin Kuran’ın
Türkçeye tercümesine karşı çıkmaları Türk Milliyetçilerinin İslami-dini
kurumlara saldırılarına yol açmıştır. Bu laik hareket “Tekin Alp”’in kullandığı
“usûlî bir iş” kelimesinde gösterdiği gibi kısmen Avrupa’daki benzer hareketlerin
taklidi, aynı zamanda da Eğitimde ve Hukuk sisteminde laikleştirme ve bu yönde
gerekli aşamaların yerine getirilmesi için Cemiyet’in vermiş olduğu kararın
somutlaştırılmasıdır da. Bu başlıkta, teorisyenler ile İttihat ve Terakki
arasındaki temel fark; onların sonraki borazanları “anti clericalism” çalarken,
İttihat ve Terakki laikleştirmeyi İslam-karşıtı tedbirleriyle birlikte kabul
etmeksizin olabildiği kadar küçük bir farklar koyarak uygulamaya başlamasıdır.
(c) Milliyetçiler, Avrupa’daki
Hindenburg ağaç kahramanlarının“Ur-Deutschtum”una paralel bir “İslam Öncesi”
hareketi başlatmış Cengiz Han ve Hulagü gibi pagan Turanlı fatihlerle ilgili
duygusal bir kült oluşturmuşlardı (bunların her ikisi de kazara Türk değil Moğol’dur).
“Türk Gücü” topluluğunun üyeleri –muhtemelen Slavik “Sokollar”dan örnek
alınarak oluşturulmuş fiziksel kültürü öne çıkarmayı amaçlayan bir dernek- kendi mekânlarında İslami isimler yerine
“Turanlı” bir isim almak zorundaydı (Muhammed yerine Oğuz gibi) ve benzer şekilde
“Padişah” yerine “Türklerin Hakanı” diye
sevinen ve İslami sanatta yaşayan varlıkların temsil edilmesi dindarlar için
tabu olmasına rağmen“Turanlı” isim almış olan ve üzerinde Türk Kurdu olan
bayraklar taşıyan Türk çocuklardan izci birlikleri oluşturuldu.
Bu izci çocukların başının Enver
olduğu söyleniyor; bir Türk ordusu emirnamesi İngiliz Savaş Bürosunun eline
geçti. Bu emirnamede, birliklere dualarına “ Boz Kurt”’u da dâhil etmeleri
talimatı veriliyor ve görülüyor ki; Turancılık ideali bu inanılmaz şekli ile
bile olsa, Türk bireyler arasında mutlak bir yer edinmiştir. Mesela Kral
Hüseyin’in birlikleri Medine’deki Türk Komutanının kardeşine ait cesedi ele
geçirince, Türkiye’deki Turancı Cemiyet olan “ Türk Ocağı” bir sirküler
yayınlayarak aşağıdaki hususları dile getirdi.
“ İslam Toplumu olarak bilinen bir topluluktaki
bu korkunç hayal ürünü ve genelinde mevcut gelişmelerin uzun süredir var olan
ve başlatılan ve özelinde Turan Birliği İlkelerinin gerçekleştirilmesi için bu
olay ile yeni bir aşamaya girerek ters çevrilmiş ve berbat edilmiştir. Biz,
umutlarımızı ve ilkelerimizi icra etmemizi tehlikeye atacak bir olayı kapatmamak
durumundayız. Bu olay, devletin işleri
arasında Hint Müslümanlarının da olduğunu bol bol göstermektedir...”
Bu sirküler sahip ve kaynaklarından
dolayı kesin olarak önem kazanmaktadır, fakat “Paganlığa Dönüş” hareketinin
ittihat ve Terakki politikaları üzerinde etkisi olduğuna dair bir delil yoktur.
EK 3.-Arnavutluk
Üzerinde İtalya’nın Koruyuculuğunu İlan Etmesine Atıf Yaparak, Rusya İslam
Konseyi İcra Kurulu’nun Dışişleri Bakanlığına Yazdığı Açık Mektubun Metni
“İtalya kendi koruması altında olmak
üzere Arnavutluk’un bağımsızlığını ilan etmiştir. Eğer, basın bu konuda
güvenilebilirse, İtalya tarafından ülkenin Arnavutluk’un getirildiği bu aşama
İtalya ile müttefik olan ülkelerin diplomatik temsilcilerine tam olarak sürpriz
olmuştur. Fransa, İngiltere ve Rusya’nın diplomatik temsilcileri İtalyan
Hükümetine Arnavutluk probleminin Savaştan sonra toplanacak bir Uluslararası
Konferansta ele alınması gerektiği yolundaki kendi düşüncelerini açıkça ifade
etmiştir. Arnavutluk problemi böylelikle İtalya’nın bu faaliyeti ile büyümüş ve
bu konu Rusya Demokrasisinin Dış Politikasından sorumlu lider Bakan-Vatandaş
olarak sizin tavrınızla benimsenmiştir ki; bu tavır Tüm Rusya Muhammedi Konseyi
İcra Komitesinin bu açık mektubu size yazmasına neden olmuştur.
Avrupalı bir gücün koruması altına
düşmüş olan Arnavutluk’un kaderi, bu manada Cezayir, Tunus, Fas, Afganistan ve
diğer Muhammedi ülkelerin kaderlerini çağrıştırmaktadır. Bu ülkelerdeki Muhammedi
toplumların tarihi, Rusya’daki milyonlarca hür Muhammedilerin kalplerinde güçlü
bir sempati hissi uyandırmaktadır. Ve şimdi, yukarıda zikredilen Muhammedi
ülkelerin yaşamış oldukları trajediye, İtalyan yönetici sınıfının emperyalist
tasavvuruna kurban edilen Arnavut halkının yaşamış olduğu trajedi ilave
olmaktadır. Moskova’da yapılan Tüm Rusya
Muhammedileri Konferansında alınan bir kararla savaştaki davranışları için bir
tespit yapılarak Bu Konferans düşünmektedir ki ‘ Avrupa yönetici sınıfının
sömürgeci eğilimleri katliamlar içindeki dünyanın yayılmasına sebep olmakta’ ve
Avrupa sömürüsünün kurbanı olan dünyada her nerede var ise bu katliamları
protesto etmektedir.
Arnavutluk’un kaderi, sömürü tarihinde
Avrupa’nın yapmış olduğu hırsızlığın yeni bir görüntüsüdür ve tekraren ifade
edilmelidir ki kurbanların kahır ekseriyetini Muhammedi topluluk
oluşturmaktadır. Rusya Muhammedi Konseyi İcra Kurulu, barış formülünün bir parçası
olarak herhangi bir ekleme ve affetme söz konusu olmaksızın, Rusya’nın Devrimci
Demokrasisi ile el ele, toplumların hakkı temeline dayalı, kendi kaderlerine
kendilerinin hükmedeceği şekilde, sizden kesin ve sözünden dönmez bir politika
uygulanmasını umut etmektedir.
Fakat maalesef bu umut
karşılanmamıştır. Komite ummaktadır ki; Rusya Devriminin temel organları kendi
güçlü seslerini duyulur hale getirecektir. Fakat şimdiye zamana kadar bu umudun
boşa bir umut olduğu gösterilmiştir de.
Rusya’daki milyonlarca Muhammedi Demokratın müsaadesiyle, biz
bu protesto mektubunu yayınladık.
İcra Komitemiz düşünmektedir ki; bu
meselede siz, Kurulacak Hükümetin Dışişleri Bakanı olarak, net ve belirli bir
hareket tarzı içinde olmalısınız.
Her toplum kendi kaderine plebisit
yolu ile kendi karar vermelidir. Bu yol, Arnavut toplumunun kendi kaderini
belirleyeceği yegâne yoldur, saniyen, siz Arnavutlar meselesinin Uluslar arası
Barış Konferansında çözülmesi eğiliminde görünüyorsunuz. Rusya Demokrasisi
başlığı, herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, Arnavut halkın
self-determinasyon hakkına sahip olduğu hususunda bir açıklama yapılmasını umut
ettirmektedir.
Yalnızca yukarıda belirtilen türden
bir politika izlemek Rusya Demokrasisinin zenginliği olacak, Rusya Muhammedi
Konseyini, Rusya Devrimi Yüksek Yetkililerinin sorunların sorumluluğunu üstlendiklerine
dair güvenlerini kazanacak ve dış politikada ve iç problemlerde büyük bir çözüm
yeteneğine sahip olduğu hakkında ilham verecektir.
Sizin, Arnavutluk problemine yönelik şüpheli ve kararsız
davranışlarınız Rusya Muhammedileri arasında şüphe ve endişe uyandırmakta,
özellikle, geçen yüzyılların acı
tecrübeleri sonucu tüm dünyadaki Muhammediler Avrupa Adaletinin anlamını bilmektedirler.
Tüm Rusya Muhammedileri Konseyinin
İcra Kurulu bu protestoyu yayınlar ve bundan sizin esas olarak bilgilendirilmiş
olmanızı umarak, Rusya’nın Muhammedi Demokrasisi içinde kültürel hürriyetlerin
ilkeleri ve siyasal self-determinasyon hakkının yalnızca Avrupa’daki halklara
ait değil, Afrika ve Asya halklarına da ait olduğu fikrinde olduğunu
bildirmektedir. İcra Kurulu
varsaymaktadır ki; siz, müttefiklerimize bu bakış açısını anlatacaksınız ve
bunlar üzerinden kendi yönetenleri nezdinde de anlaşılmış olmasını
sağlayacaksınız.”
TURANCILIK HAREKETİ
ÜZERİNE RAPOR’A İLAVE
Rapor baskıda iken, Turancılık
Hareketi hakkında Bilgi Bölümü tarafından yeni bazı bilgiler elde edildi. Bu
raporlar eğilim belgeleriydi. Ek Rapor’un yazarları var olan Turancılık
Hareketinin, İngiltere’nin Arap yanlısı politikalarına yalnızca boş bir tehdit
değil, İngiliz menfaatlerine gerçek manada bir tehlike oluşturduğunu göstermeye
değiniyor ve yanlış bir şekilde, Türk Ermenilerini Osmanlı Hükümetine yönelik
kalleşlikleri dolayısı ile suçluyor. Fakat ayrıca, kesin delilleri kanıt olarak
gösteriyor ki; eğer bunlar doğru ise var olan bilgilerimize ciddi bir katkı
yapar. Belgedeki bu olgusal unsurlar aşağıdaki gibi özetlenebilir.
i) Hareketle ilgili
Şahsiyetlerin İsimleri
a) Türkler :
Mareşal Fuad Paşa, Dr. Rıza Tevfik([23]), Necip Efendi,
Abdullah Cevdet
b)
Rusya Müslümanları: Profesör Yusuf Akçura, Ubeydullah Taşkendi, Kniaz Aziz Bey,
Prens Kaplanzade, Şeyh Şamil’in Oğlu (19. Yüzyıldaki Rusların Dağıstan’ı fethi
sırasında direnişin lideri)
c)
Almanlar : Dr. Martin Hartmann,
Profesör von Luschan(Avusturyalı), Rudolf Rotheit, Freiherr von Mackay, Profesör(C.H.
?) Becker
NB –Bilgi kaynağı, en az Profesör
Hartmann’ın yazdıkları kadar M. Leon Caliun’un yazdıklarının da etkili olduğunu
düşünmekte ve her ikisinin de günümüz Türkiye’sinde yaygın bir şekilde
okunduğuna işaret etmektedir. (Hatmann’ın temel çalışması iki bölüm ve bir monografiden
oluşan “Der İslamiche Orient” adlı çalışmadır.)
ii) Yahudilerin Etkisi
Raporu yazarı Hartmann’ın
yazdıklarının İslam karşıtı olması nedeniyle Turancı cenahta çok popüler
olduğunu belirtip Hareket içindeki bu İslam karşıtı eğilimleri Selanik
Yahudilerine (Osmanlı Hükümetinin 16. Yüzyılda sığınma bahşettiği İspanyol
Yahudilerinin torunları) ve Dönmelere
(Selanik Müslümanları arasında gizli Yahudi bir grup, 17. Yüzyılda din
değiştirmeye zorlananların torunları) bağlıyor. Avrupa’daki Yahudilerden Türkiye’deki
Türk-sever, Türk Milliyetçiliğine sıcak bakan Asya Türkiye’sine yayılmış unsurdan
ayırıyor. Ayrıca bunların Amerikan Yahudiliğinin etkisi altında olduğunu ve
ileride Filistin’e gitmeyi düşündüklerini de belirtiyor.
iii) Bağdat Projesinin
Terk Edilmesi
İngiltere’nin Mezopotamya’daki başarısı
Almanların “Berlin-Bağdat” projesinden umutlarını kesmelerini sağlamıştır. Bu
durum önemli ölçüde bağımsız bir seçkin olan Alman ekonomisti Dr. Helfferich’in
arkadaşları tarafından da teyit edilmiştir.
iv) Rusya’dan Alınacak Tazminat
Diğer yandan, Rusya’nın askeri ve
siyasi olarak çöktüğü görünümü Türk ve Almanlara her yerde kaybettiklerini
Rusya’da tazmin etme gibi bir arayışa yöneltmiştir([24]).
“Rus Devriminden beri Turancılık Hareketi ivme
kazanmıştır ki; Berlin ve İstanbul’daki liderlerin ileri doğru öngöremedikleri en
çılgınca rüyaları gerçekleşmişti. Rusya Devrimine kadar, Hareket; onunla nasıl
bir plan ve başlangıç yapacaklarını bilmeyen insanların elinde bir fikir halinde
idi. Onların farkına vardıkları husus Rusya “Hareketi” İran sınırlarında
durdurabilirdi. Fakat Rusya’da devrim olması Hareketin karakterini büyük ölçüde
değiştirmiştir.”
v) Berlin Buhara
Turancı politika Türkiye’nin kısmen
veya tamamen sahip olduğu Arap kasabalarının kaybı (geçici her hangi bir
oranda) üzerinden hesap yapıyor, fakat Rusya’nın maliyetlerine katlandığı ve
İngiltere’nin müdahale edemeyeceği yeni bir Türk İmparatorluğu kurarak kayıplarını
tazmin etmeyi umuyor. İlk hesap Kafkaslar üstüne; Kafkaslar üzerinden Rusya’nın
ve Orta Asya’nın Çin elinde bulunan Türkçe konuşan muazzam büyüklükteki topluluklarına
erişmek amaçlanıyor ve sonunda Güney İran, Belucistan ve Afganistan için can
atılıyor. Bu heves doğrudan doğruya Hindistan’ın güvenliği ile çatışmaktadır.
“Berlin Bağdat Demiryolu Projesi
ortadan kalkabilir, fakat Küçük Asya ve Kuzey İran üzerinden geçecek
Berlin-Buhara hattı yaşayacak. Bu Almanların yeni hevesidir.”
Bu yeni stratejik demiryolu, eğer
gerçekten projelendirilirse, büyük ihtimalle var olan İstanbul-Ankara hattını
takip ederek ikinci bölümü inşa edilmekte olduğu söylenen Ankara’dan Sivas’a ve
oradan, Erzincan ve Erzurum’u geçip Sarıkamış’ta Kafkas Demiryolu Sistemine
bağlanacak. Bu durum her şeyden önce İstanbul’un Bakü ve Tebriz ile
bağlanmasını sağlayacaktır. Bu duraktan sonra alternatif iki yol bulunmaktadır:
a) Bakü’den Krasnovodsk’a deniz geçiş ve Krasnovodsk’tan mevcut Hazar-Geçen
Demiryolu ile Buhara ve ötesine veya b) Tebriz’den başlayacak yeni bir
demiryolu ile bütün Kuzey İran’ı geçerek (burada büyük bir mühendislik problemi
olmayabilir) Merv’de Hazar-Geçen Demiryoluna erişmek. Tüm yerlerden geçecek hatlar doğrudan
İngiltere’nin Basra Körfezindeki konumuna tehdit oluşturarak Hindistan’ı Batı
ve Kuzey Batı’dan ciddi şekilde tehdit edecektir.
A.J.T. 17.11.17
[1]) Bu durumun doğruluğu, Turan
Birliğinin Türk Teorisyenlerinden “Tekin Alp”’in aşağıdaki teklifinden de
görülebilir. “ Türk ve Macar yakınlaşması bir kutlama vesilesidir ki burada
hoşnutlukla karşılanır….. Türk Milleti düşüncesi henüz bir ırk teorisi
oluşturacak durumda değildir. Çünkü bir adım sonrası belirsiz bir ütopya olarak
rüya’dan ibarettir.”
[2]) Sayfa 24’de verilen haritaya bakınız.
[3]) Bkz ek 2
[4]) Köken için olmamak ve ön ismini anlatabilmek üzere
yalnızca yerleşik olduğu yer anlamında. Makedonya’da yerleşik olduğu yer
kitabında resmedilmiş olup, kendisi Makedonyalıyım demiştir.
[5]) Weimar, Kiepenheuer Almanya’da 1915 yılında basılmış
ve İngilizceye Dr. E. Denison Ros tarafından tercüme edilerek Haber alma Bölümü
tarafından Denizcilik Savaş Görevlilerine Mart 1917’de dağıtılmıştır.
[6]) Harry Stuermer,’in yazdığı " Zwei Kriegsjahre in
Konstantinopel," adlı çalışmaya bakınız. Yazar “Kolnische Zeitung”
gazetesinin eski muhabiridir. (Payot et
Cie., Lozan) Olaylara Bölüm VIII’de atıf yapılmaktadır.
[7]) Şüphesiz bazı İttihat ve Terakki Liderleri Turan
Birliği düşüncesini Akademik manada almışlardır. Mesela Dr. Nazım’ın Fransa’nın
Selanik Başkonsolosluğundan aldığı ödünç bir kitap ile dönüştürüldüğü
söyleniyor. –Asya Tarihine Giriş: 1405 yılında Türkler ve Moğollar, Leon CAHUN,
Fransız Bilgin. Tezi, Turanlıların İslâmi Kültürü kabul ederek berbat olmuş
parlak bir ırk olmasıdır. Buna inanan Dr. Nazım daima bir teorisyen olarak
kalmış ve Balkan Savaşından sonra İttihat ve Terakki (C.U.P.) içinde baskın bir
karakterde olmamıştır.
[8] ) Orijinal taslaklardaki sertlik, sonradan, Meclis’te
kabul edilen metinin paragraflarında bir şekilde yumuşatılmıştır.
[10]) Aşağı Volga rotasında yaşayanlar, Astırahan Tatarları
dâhildir.
[11]) Kayıt üzerinde
Hıristiyan, esas itibarıyla kendi kültürleri olmayan ve bu bölgede kim hüküm
sürecekse Tatarlar veya Ruslar tarafından asimile edilme kabiliyetindeki
paganlar.
[12]) İç Politikadaki yaklaşım budur. Dış politikada askeri
okul öğrencilerinin arzu ettiği İstanbul’un Rusya tarafından ele geçirilmesine
şiddetli bir şekilde karşıdırlar.
[13]) Batı Sibirya’da ayrıca 100.000 civarında yarı
Tatarlaşmış Fin-Ugor yaşamaktadır.
[14]) Ve Tarım havzası eninde sonunda geriye kalan ve Orta
Asya’da Türkçe konuşan bölgeye doğru yönelecektir. Geçen yüzyılın altmışlarında
Çine karşı başkaldırılar olmuş ve bir dönem için bağımsız olarak kalmışlardır.
Geçen yüzyılın yarısı süresince, Çin’in askeri birlikleri tarafından güç
kullanılmak suretiyle ele geçirilmiştir.
[15]) Medeniyet, Türkmenlerde dejenerasyona
uğratılmıştır. Rusya burasını Orta
Asya’daki diğer Türk topluluklarına nispetle daha ilkel bir aşamada
fethetmiştir.
[16]) İttihat ve Terakki Şerif’in Osmanlı hükümranlığı altındaki hicazda
siyasal ve dini otoritesini kabul etmeye hazırlardı, fakat açıkça
belirtilmiştir ki; bu onun sahip olduğu bölgede Halifelik makamını temsil
ettiği bir an için bile akla getirilmemiştir. Bu da İslamcılık politikalarına
halen ne kadar önem verdiklerinin bir göstergesidir.
[17])Bulgaristan, Doğu Rumeli ve Girit vakalarında olduğu
gibi.
[18]) Ağırlıklar Dersim’in yüksek kesimlerinde Fırat
havzasının üst kesimlerinde Fırat’ın iki kolu arasında yaşayanlar.
[19]) Türklerin eski göç yolu olarak kullanmış oldukları
yoldan hareketle Erzurum’dan Sivas’a seyahat ediyorlardı. (Bkz. Blue Book. Misc. 31 (1916),p.253)
[20]) Janina’nın Âli Paşa’sını ortadan kaldıran ve
Yunanistan’ı kaybeden Sultan, ve şurası dikkat çekicidir ki; İttihat ve Terakki
1908’den 1913’e kadar aynı politikayı takip etmiştir. Bu politika Kürtlere
karşı başarılı olmuş, (İbrahim Paşa’nın gücünü kırmak bakımından) fakat Arnavutluk’un küçülmesi ve Makedonya’nın
kaybedilmesi ile sonuçlanan olaylarda başarısız olmuştur.
[21]) Misc. No. 31 (1016), s. 498
[22]) Ve Cibal Sincar Yezidileri, muhtemelen ırk olarak
Kürt olmamalarına rağmen Kürtçe dilini benimsemişlerdir.
[23]) Kendisini şahsen tanıyan haber kaynağımıza göre katılımı
şüphelidir.
[24]) Almanlar kesin olarak Rusya’da Türkçe konuşan ve
Müslüman topluluklara büyük bir dikkat sarfediyor. İki haftada bir çıkan yeni
Alman Dergisinin adı “Der Neue Orient” (Nisan 1917’de yayına başladı) ve dergi içinde bölgeye özel ilginin olduğu
ilan edilerek konu hakkında pek çok makale ve paragraf yer alıyor.
A (33)4043-2 Pk 17 500 11/17
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder