Son dönemlerde iyi analiz yazılarını bulmak güçleşir oldu. Belki siyasi gündemin hengâmesi ve Ortadoğu’nun -ki bu kelimeyi söylemeyi nefret ettiğim için olumsuz olarak kullanıyorum- geçenlerde bir dost meclisinde yaptığım üzere tam manasıyla Kûfe Ahalisi olmasından hareketle belki de işin içine biraz da nefsim karışıyor ve kendimce bir sürü kusurlar üretiyorum…
Evet, yazıyı kaleme almamdaki ana neden başlıktan anlaşılacağı üzere önce bir harita. Hem de ne "verem" bir harita. Dailysabah isimli İngilizce yayın yapan bir site tarafından yayınlanmış, ben oradan aldım. Benzer birçok sitede bu haritayı bulmak mümkün. Harita birazdan “bir karikatür” kısmından biraz daha açıklığa kavuşturacak olduğum malum; sahibi belli belirsiz, birçok kuklacısı olan, lakin birilerinin birileri aracılığıyla burun farkıyla öne çıktığı psikopatlar ve paralı askerler topluluğu “fundamentalist” terör odağına[1] ait 5 yıllık eylem planı çerçevesinde kendilerine çizdikleri harita. Tıpkı suratları gibi, kalpleri ve gönülleri gibi “kara” bir renkle belirtilmiş. Türkiye’deki cahil gazetecilerin her fırsatta belki cehaletlerinden, belki de domuzluklarından ötürü “İki Cihan Başbuğu” Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ait mührü bu sapkınlara ait bir sembolmüşçesine yapmış olduğu yine “kara” nitelikli propoganda da hiç de bu terör örgütünün işlemiş olduğu cinayetlerden aşağı kalır bir kabahat değildir. Medyanın bu gibi yanlış yönlendirmeleri ile alakalı olarak bir hususu daha yazımızın ilerleyen kısımlarında mevzu edineceğiz.
A. Bir Harita
Biraz olsun kendilerinden, bir önceki paragrafta dem vurduğum haritaçizer sapkınların, haritaçizer hocaları olduğunu tahmin etmek güç değil. Özellikle Georgetown Üniversitesi’nin yetiştirmiş olduğu siyasi analist ve jeostratejistlerin böyle bir ekolü olduğunu biliyoruz. Hem bu haritanın bir benzerine de aslına bakılırsa bize çok uzak olmayan bir tarihte “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında, şimdilerde adını unuttuğumuz siyahî Birleşik Devletler Dış İşleri Bakanı Condalezza Rice ve onun ekibinde bulunan bölge üzerindeki planlarda etkin rol oynadığına inandığım Paul Wolfowitz’in gözetiminde belki bir alıştırma, belki de bir kamuoyu yoklaması niteliğinde yayınlandığını görmüştük. İki haritanın ortak noktası; üzerinde oldukça hassas olduğumuz Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyamızın tamamını kapsayan, son güncellemelerde olası “Rus” tehdidine karşı olsa gerek diye düşündüğüm Karadeniz Bölgemize kadar bir genişletilme yaşatılan suni Kürdistan toprakları… Biz istesek de istemesek de yakın gündem gereği benim de üzerine iki ayrı makale yazarak konu ile iştigal etmeme neden olan sözde “Kürdistan” meselesi artık bir bölge gerçeğidir. Barzani ve peşmergelerinin bölgede ne kadar bu “terör odağı” ile çatıştığı söylentileri yer alsa da bu konuda en azından beni ikna edemediler. Sözde ve suni Kürdistan haritaları ve Şiilere karşı takınılan tutum bu görüşü destekler konumda. Peşmerge[2] kelimesinin sözlük manasının ne kadar yerli yerince olduğunu bize bir kez daha gösterdiler.(!)
En azından şimdilik fundamentalist terör odağı, Barzani’yi daha çetin bir lokma olarak ön görerek Irak ve Suriye Bölgesi’nde önce en zayıf halka konumunda bırakılan ya da kasıtlı olarak bu hale getirilen Türkmenleri ve sonrasında tamamen “okyanus ötesinin” istediği ve “aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş” atasözümüzün işaret edeceği üzere belli politik nedenlerle “İran” ve himayesindeki Şii nüfus ve nüfuz bölgesini kendisine hedef edinmişe benziyor. Konvansiyonel silahlar açısından herhangi bir sıkıntıları yok. Lojistik ve maddi açıdan sıkıntı çekmiyorlar. Çok iyi organize durumdalar. Bölgedeki söylentilere göre “en iyi ödeyen” konumda olduklarından o veya bu şekilde eleman ya da kanlı ve vahşi hareket alanı oluşturmalarından ötürü “psikopat” sıkıntısı çekmiyorlar. Özellikle Kerkük harekâtlarının medya kanallarınca bir güzel pompalanması en büyük hevesi insan öldürmek olan “Call of Duty” bilgisayar oyunu ve “Rambo” türü sinema filmlerinin görünmez müritlerine karşı adeta bir subliminal mesaj niteliği kazandırmıştır. Medyaya da yansıyan iç çamaşırında binlerce Euro ile ülkemizden fundamentalist terör odağına yardım götürmeye çalışanlar ile bu örgüte katılım sağlamak isterken yakalananlar bu teorime dayanak teşkil ediyor. Benzer bilgiler için aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz:
Bu örnekleri çoğaltmak ziyadesiyle mümkün ancak burada dikkat etmemiz gereken kilit nokta ise Türkiye’nin fundamentalist terör odağı ile iki yanlı ilişkileri. Bu yanlardan birincisi; birçok yerde rastlanılan iddia üzere Türkiye’nin bu örgüte destek vermesi, arka çıkması ya da en iyimser nazar ile “görmezden gelerek” yol vermesi. İkincisi ve bizi asıl ilgilendirmesi gereken tarafı ise bu terör odağının ülkemize karşı tehdit niteliği. İkincisini yazıda verilen harita itibariyle konu etmeye çalışacağız.
Haritadaki eyaletleri öncelikle teker teker gözden geçirin. İçinde Türk ya da Türkî en ufak bir emare göremeyeceksiniz. Çünkü yok. Yani fundamentalist terör odağının yakın planı içinde hem de 5 sene gibi kısa bir zaman zarfı içerisinde “Türk” ismini üzerinde yaşadığımız coğrafyadan silmek gibi gayret ve amacı var. Hiç de şaşırmıyorum açıkçası. Tam da haremlerine aldıkları kadınların(!) ve onların da ötesinde çok içli dışlı oldukları İngilizce konuşan “efendilerinin” dilediği gibi…
Medyamızın Peygamber Efendimizin mührünü “terör odağına” mâl etmesinin cehaletinden ya da domuzluğundan olduğunu belirtmiştik. Bir diğer husus ki “terör odağı” hakkında verilen bilgiler.
Yazının başından beri terör örgütü yerine “odak” tabirini kullanmaktan kastım özellikle takip ettiğim ve olay yerinden incelemelerde bulunduğu izlenimi bırakan sitelerden edindiğim bilgilere göre “terör odağı” kendi ideolojisi doğrultusunda eğittiği militanlardan çok “paralı askerlerden” oluşmakta. Herhangi net bir birliktelik ya da ortak paydadan “örgüt” biçimine uyan bir şekilde bahsetmek güç. Bir birliktelik “Vahhabi – Selefi” doktrinleri doğrultusunda oluşmuş, eksik kalan kısımlar para ile takviye edilmiş. Özellikle bu doktrinin “cihad ile şehid olarak cennet kazanma yöntemine vurgu yapması” ve şefaatin reddolunması gibi teknik mevzulardan ötürü tesiri altına girenler arasında bir harekete geçme isteği doğuruyor, aksi halde sanki insan oğlu doğuştan günahkarmışçasına ya da Allah’ın “Rahman ve Rahim” sıfatlarına hudut çizilmişçesine “affının” olmayacağı ve cehenneme gidecekleri gibi İslam’a yakışmayan bir düz mantık silsilesi açığa çıkmaktadır. Diğer yandan şiddet ise insanların hem kaçındığı hem de çok uzak kalamadığı bir dürtü olarak kendi talepkârlarını edinmiş. Darülharp kavramı bu şiddet ve tecavüz meyilleri altında eğilip bükülmekte ve tamamen nefsani istekler doğrultusunu o veya bu sırf mallarına el koymak ve karısına kızına el uzatmak maksatlı “tekfir” edilmektedir. Allah ömrüne ömür katsın, Cübbeli Ahmed Hoca’nın bu bahiste yapmış olduğu konuşmaları dinlemenizi şiddetle öneririm.
El Kaide içerisinden eleman devşirdikleri belli olsa bile yöntem olarak El Kaide ile ciddi ayrışma noktaları var. El Kaide doğrudan doğruya ve yüz yüze işgale girmekten kaçınan bir strateji takınır. Engerek yılanı misali gerilir ve bekler. En doğru olduğuna inandığına anda avına saldırır ve darbesini öldürücü bir şekilde yapmaya çalışır. Tıpkı “İkiz Kule Saldırıları” gibi. Eş zamanlı olarak kaçırdıkları uçaklarla yarattıkları infial sanırım ileriki yüzyıllarda dahi anılmaya devam edecek. El Kaide belli bölgelerde askeri operasyonlar düzenlese bile doğrudan bir yeri elinde bulundurma riskine girmez. Hala El Kaide’nin bir merkezinden söz etmek güçtür. Hatta öyle ki Dr. Eymen El Zevahiri harici lider kadrosu bile açık kaynaklarda belirgin değildir.
Yeni türeyen fundamentalistler için ise bu durum tamamen farklıdır. Kendilerince bir devlet kurmaya girişmişler ve karşılarına çıkan herkesi ve kendilerinin de bir dönem içerisinde kaldıkları El Kaide’yi bile tekfir etmişlerdir. El Kaide ile artık kesin ve net çizgilerle ayrı konumdadırlar. Incanews adlı internet sitesinde yayınlanan Zevahiri’ye ait olduğu iddia edilen mektup[3] ise tam karşı bir biçimde karşı bir tekfir içermektedir. Açıkça batıl olduklarını dile getirmektedir. Yine bölgedeki bir Çeçen mücahidin kaleme aldığı İngilizce metnin[4] çevirisinde şu satırları dile getiriyor:
Ensarın arasında vuku bulan olayları fırsat olarak asla kaçırmayan kâfirler, çok cazip bir teklifte bulundular. Ve kâfirler Ensar’a, muhacirlerden ayrılmalarını ve onlardan kurtulmalarını şart koştuklarında ve karşılık olarak silah ve diğer ihtiyaçlarını alabileceklerini söz verdiklerinde, olayı gözleyenler, Ensarın verdiği karşılığı iyi hatırlıyorsunuzdur belki! Ensar’dan birçok emir bir araya toplanarak, kardeşlerine el kaldırmayacaklarını bildirdiler. Ve bunu yapmalarına karşılık olarak yardım alacaklar ise, bu yardımı reddettiklerini de belirttiler. Bu fitneye karşı kazandığımız zaferin tadını çıkarırken hemen ardından daha korkunç ve kanlı bir fitne meydana çıktı ve hala da sürmekte. Detaylı anlatmak istediğim konu da budur.
Bütün bu olaylardan sonra fazla vakit geçmeden, Ebu Bekir el Bağdadi çıkıp dünyaya, Irak ve Şam İslam Devleti’ni kurduğunu ilan etti. Bu tüm mücahitler için çok büyük bir sürpriz oldu.Haritaçizer fundamentalistler Türkiye’nin önemli bir kısmını Kürdistan’a teslim ederken, kalan kısma “Anathol” demeyi yeğlemişler. Türk demek herhalde onlar için şirk(!) hükmünde olurdu. Yerine Roma İmpatarluğu’ndan kalma “Doğu Vilayeti” manasına gelen Anathol yani Türkçeleştirilmiş ifadesiyle “Anadol”u demek daha hoş geliyor olsa gerek. İslam’ın dördüncü kutsal şehri konumundaki “İstanbul” bu örgütün gitgide güçlenmesi ile daha da büyük bir tehdit altına girecektir. Çünkü hilafeti meşrulaştıracak olan kutsal emanetler bizde. Hilafet T.B.M.M’nin manevi şahsında mündemiç olması nedeniyle “Hilafet” makamı kaldırılmamıştır, lakin yeri boş bırakılmıştır.
Gelgelelim bu olayın arka planındaki ağa babalara. Operasyon Suudiler tarafından Birleşik Devletlerin izni ile yürütülmektedir. Suudların Kâbe Baskını[5]’ndan bu yana terör yöntemleri kullanarak kendilerine İslâm Dünyası’nca kabul göreceği bir “Hilafet” elde etme çabası son bulmamıştır. Suudi bir Halife elbette ki öncelikli olarak Birleşik Devletler olmak üzere bölgenin en önemli oyuncusu konumunu yüzyıldır elinde bulunduran İngiltere’nin de işine gelecektir. Sırf belki de bu nedenle ülkemizde alternatif bir proje olarak “Yeni Osmanlı” masalları dolaşmaktadır.
C. Bir Yorum
Önce Vahhabi – Selefi doktrinlerinin öncelikle ahiret inancının şehid olmadan cennete girilemeyeceği gibi bir anlayışlarının olduğunu, sonra da diğer Müslümanların etkisizliklerini; yani İslam’ın canlı yayında kafa kesmeyi emreden bir din olmadığını anlatamamalarını göz önüne alalım…
C. Bir Yorum
Önce Vahhabi – Selefi doktrinlerinin öncelikle ahiret inancının şehid olmadan cennete girilemeyeceği gibi bir anlayışlarının olduğunu, sonra da diğer Müslümanların etkisizliklerini; yani İslam’ın canlı yayında kafa kesmeyi emreden bir din olmadığını anlatamamalarını göz önüne alalım…
Çok geçmeden neden ve niçin sorularını yanıtlaması için kalan satırları Rahmetli Durmuş Hocaoğlu’nun Kocav Yayıncılık’tan yeniden yayınlanan “Laisizmden Milli Sekülerizme” kitabının ön sözünde yer alan bir paragrafa bırakıyorum:
Doktora tezim özel bir problem alanı olarak kozmoloji üzerine yoğunlaşmış bulnmaktaydı ve biraz da alanı genişleyen konum yüzünden hem İslam Öncesi Türk Kozmolojisi ve hem de İslam Kozmolojisi üzerinde eğilmekliğim icap etmekteydi. İşte burada, bütün Şark – İslam Dünyası’nda zamanla bir yara haline dönüşmüş ve başkalarından naklen öğrendiğimi bir husus ile çok derinden ve yüz yüze karşılaştım. Çok büyük bir kısmını tez içerisine dahil etmediğim husus özetle şudur:
Tarafımızdan “Fenomenal İslam” olarak isimlendirilen; yaşanan ve uygulanan, gelenekler ve göreneklerle intikal eden, tarihi bir nitelik kazanan ve “bizzat İslam” olarak kabul edilen İslam ile yine tarafımızdan “Numenal İslam” olarak isimlendirilen; asıl, orijinal, kaynak İslam; yani “Kur’an” arasında bazı farklılıklar ve kırılmalar göze çarpmaktadır. Bu farklılaşmalar ve kırılmalar; zamana, mekâna ve toplumların özgürlüklerine bağlı ve bağımlı olarak önemli boyutlara varabilmektedir. Böylece, birtek, “tekil ve homojen İslam” yerine “çoğul ve non-homojen” İslamlar kümesi” ile karşılaşılmaktadır.
Benim dikkat nazarımı bu tez çalışması esnasında hassaten kozmolojiye müteallık olanlar celbetmiştir ve sözünü etmiş olduğum bu çoğul Fenomenal İslamlar kümesinde de Numenal İslam olan Kur’an’a göre, zaman zaman hayli büyük olabilen farklılaşmalar ve kırılmalar çok açık bir şekilde görülebilmekteydi. Bu farklılaşma ve kırılmalar, ele aldığım konu açısından doğrudan doğruya ve tam anlamıyla “dünyadan kaçış” olarak isimlendirilecek bir nitelikte olmamakla beraber, ona hayli yaklaşabilen ve “dünyaya küskünlük” ya da “dünyaya karşı aşırı mesafeli olmak” olarak isimlendirilebilecek bir nitelikte idiler.
Numenal İslam’da yani Kur’an’da dünya, salt mücerret bir varlık alanı, insansız olarak ele alındığında, yani dıştan, eşyasıyla meşru ve kutlu “temiz” bir varlık alanı olup, sadece, insanın onunla ilgisi açısından “kirli” olabilme istidadı taşımakta olduğu belirtilmesine karşılık, Fenomenal İslam, dünyanın kirli yanını ön plana çıkarmakta o kadar ileri gitmekte ve sınırı o kadar geçmekteydi ki, onun temiz ve meşru yanı adeta gözden kaybolmakta, dünya hem içten hem de dıştan kirli ve müstekreh bir konuma düşürülmekte ve bu da Müslümanları dünyaya mesafelerini aşırı bir hadde çıkarmaktaydı
Bunun sonucu olarak dünya ve ona müteallik yani “dünyevi” olan hemen her şey, neredeyse bütün bütün cazibesini kaybediyor ve bütün bütüne itici bir hale geliyordu. Bu anlayış “bu dünyanın” “Müslümanların ölüm saatlerini beklerken vakit doldurdukları luzümsuz yer” gibi algılanmasını sonucunu hasıl etmekten başka bir işe yaramayacaktır ve Kur’ânî Mesaj ile çelişmektedir. Yine bu anlayış İslam Dünyası’ndaki çöküşün en birincil amillerinden birisi olmak durumundadır. Nitekim modernitenin niçin Şark’ta değil de Garp’ta çıktığı tahkik edilirken bu husus, kendisini ciddi bir problem alanı olarak ortaya koymaktadır. İslam Dünyası sırtını bu dünyaya döndüğü için bu dünya da sırtını ona dönmüştür. Mesele çok kısaca, bundan ibarettir.
[1] Daha kapsamlı bilgi edinmek isteyenler için ben ve arkadaşlarımın yazı yazdığı “Durmuş Hocaoğlu”nun aziz hatırasını yaşatmak için kurulmuş bir internet sitesinde bu sapkınlar hakkında ayrıntılı iki makale yayınladım. Dileyenler istifade edebilirler. Linkler aşağıdaki gibidir:
http://www.uskudarcevresi.com/2014/06/kurt-nufus-arts-turkiye-ve-turkler-icin.html
http://www.uskudarcevresi.com/2013/12/sozde-kurdistann-olas-komplo-teorisi.html
[2] Peşmerge kelimesinin sözlük manası “ölümden korkmayan”dır.
[3] http://www.incanews.com/haberler/8720/dr-eymen-el-zevahiriden-isid-aciklamasi
[4] Metnin orijinali: http://www.chechensinsyria.com/?p=22210
[5] Ayrıntılar için http://www.uskudarcevresi.com/2013/10/mehdilik-problematigi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder