Neden sevdiğimi anladım seni ‘Eylül’.
Ilık iklimin, masmavi akan
nehirlerin ve kalabalık mevsimlerle çevrilmiş olan koca bir yılın içinde yazın
güneşini sona erdiren sensin. Ruh bile bedeni terk edip giderken şu ömür içinde,
iki-üç kişilik kalabalığa alışmış olan bana, adeta bir hatırlatıcı gibisin.
Çok oldu bir yerden başlayalı ve
yine çok oldu türlü duygular içinde dolaşalı. Senede bir kez geldin hep ‘Eylül’.
Belki de sen ilham oldun ‘Senede bir gün’e; ne dersin. Uzaktan sevdiğimi
sanırdım ben, uzak hayallere dalardım. Hiçbir şeye değişilmez olduğumu düşler,
kapkaranlık gecelerden, masmavi gündüzlere uyanırdım. Aslında alçak gönüllü
davrandım senden geriye kalanlara. Nasıl olsa emindim senede bir gün pencereme
konacağından. Çoğu zaman da sorardım kendime ‘…’
‘Gitmişim gibi, binlerce kez
gitmişim de bilinmez gurbetlerden gibi özlüyorum’ diyor şair. Özlediği
gerçekten ne? Gerçeği hatırlatan seni mi yoksa gerçek olanı mı özler durur? Ben
de bilmez oldum artık, gölgesiyiz.
Anladım, ömür dediğin, ömür
verdiğinle sınırlı bir hal almış. Ömür verdiğin de O’nun gölgesi muhakkak. Ama
O’nu ‘Sen’ den uzak tutan ne, uzak durmaya sebep olan o büyük uçurumu kaç
senelerdir parmaklarıyla eşip durmakta? Kendi sorularıma kendim cevap veremez
oldum ‘Eylül’; o bildiğim cevabı.
İnsanoğlu. Adı üzerinde değil mi
insanın oğlu. Zora gelmediği gibi kolayı da tercih etmiyor. ‘Ben renk vermedim
masmavi akan nehirlere, nehirleri kirleten de ben değilim’ der durur. Böyle
düşünmeyince ruhun bedenden ayrılmasını önemsemiyor gibi görünemiyorum. Ben aslında
kendim gibi görünemiyorum, görünenlere de inanmıyorum ‘Eylül’. Bir sen kendin
gibi görünüyorsun gözüme. Nedeni, sen insanın oğlu değilsin hiç de olmadınki. Olma
da bana sorarsan eğer, olmayı isteme. Sen sana verilen görevini ifa et,
hatırlatmaya, anımsatmaya devam et.
Yolunda gitmedi ‘Eylül’.
Gitmiyor. Belki de hiç gitmeyecek. Ama sen de gideceksin. Gittiğin için
beklenen değil misin zaten. Gitmek, bekleyeni varsa yakışıyor zaten gidene.
Mecnun’la Leyla’ya da inanmaz oldum şu sıralar. Nefes aldıkça beklemeyi göze
alanların gözlerine hoş görünüyor besbelli. Beklenenle de ilgili muhakkak ama hakikat,
hakiki olmayanlara zulüm gibi görünmeye devam ediyor, edecek de.
Sen olsam ‘Eylül’, ben de
bulutları etrafıma toplar, küçük kalabalığımın içine damlalar bırakırdım.
Bulutlar demişken, onlar da seni gözlüyor durmadan. Bekleyenlerden onlar da.
Güneşin acı verdiği bedenlere bir rahmet olmanın huzurunu yaşıyorlar. Karanlık
gecede mi, mavi gökyüzünde mi daha huzurlular, bilmiyorum. Beklediklerinden emin
oldum sadece.
Bileni gözlüyorum ben, bir de
bilmeyeni. Bilen bildiklerinin ağırlığıyla boynu bükük adımlar atıyor ilk günden
beri. Bildiği bilgisiz davranmasına neden oluyor çoğu zaman. Bilmeyenler ise
bilenlere zulmediyor adeta. Bilmeyenlere, bilinmemesi gerekenlerin hakikat
olarak görünmesi var bir de. Bilmek insanoğlunun iradesinde ama bilmemiş olarak
yaşamak daha kolay gibi ‘Eylül’; ne dersin?
‘Eylül’, anlayacağım iklimden bir
görüntüye sahip olacağına, her bakışımda başka düşünceleri duygularıma sunduğun
için minnet duyuyorum sana; hatırlattığın için, beklemeyi öğrettiğin için,
bekleneni fısıldadığın için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder