Prof. Dr. Osman Turan
Üniversitelerimiz günümüzde akademisyen yuvası haline gelmiş bulunuyor. Bilindiği gibi hoca-akademisyen arasında bugün idrak edilmesi zor farklılıklar vardır. Tarih için söyleyebilirim ki; akademisyen tarihi vesikayı sadece üstünkörü olarak incelerken, hoca vesikanın ruhuna yönelir, vesikada yazan her ne ise onun yanında vesikayı ortaya çıkaran hangi ruh, hangi şartlar onu bulmaya çalışır.
“Bir milletin düşünürleri toplum kubbelerinin sütunlarıdır”. Bir kubbe birçok sütun üzerinde durur. Merhum Prof. Dr. Osman Turan da bu sütunlardan biridir. Vatan fedakar insanların omuzları üstünde var olur, yükselir. Merhum Osman Turan ve onun gibi sütunlar bu vatanda bizim minarelerimizdir; Türk Cihan Hâkimiyetinin minaresi, bayraktarıdır. Bunun içindir ki adı nesiller boyunca hafızalarda, yüreklerde sarsılmaz bir yer işgal eder. Merhum Hocamızı tanımak öncelikle tarihle iştigal edenlerin, sonra ise Türk Milliyetçilerinin asli görevlerindendir. Ben merhum Hoca'yı; “Tarih dört köşeli bir çerçevedir. Bu çerçevenin direklerinden biri Osman Turan’ın Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihidir…” diyerek yol gösteren çok kıymetli hocam sayesinde tanıdım.
Osman Turan, tıpkı İbn Haldun, İbn
Misteveyh veya Naima gibi, konuları aynı olup, metotları farklı olan sosyoloji
ilmi ve tarih ilmini aynı temelde birleştirerek, sosyal tarih penceresinden
bakıp, ortaya koyan ilim adamıdır. Modernizmin yaşandığı ortamda görev yapmış
bir Türk tarihçisidir. O, tarihi sadece kronolojik olarak ele almaktan çok
kültür ve medeniyetin ictimai hakikati içerisinde hareket ederek eserlerini
mevcuda getirmiştir. Hocanın alanında uzun süredir gelen tartışmasız liderliğinin
bozulmamasının sebebi bundan kaynaklanmasından geliyor olmalıdır.
Osman Turan, Türk tarihinin
karanlıkta kalan kısımlarını, kütüphanelerimizi süsleyen eserleriyle
aydınlatmıştır. Hayatı Tanzimat’la sembolleşen sosyal ve fikri değişimin
yıkıcılığını engellemeye çalışarak geçmiştir. Tarihçi, mütefekkir, ilim ve
siyaset adamı kimliğini kullanarak vatan evlatlarına Cihan Hakimiyeti
düşüncesini işlemeye çalışmıştır.
Osman Turan 1914 yılında Hasan
Efendi ve Şahzene Hanım’ın oğlu olarak 1914 yılında Çaykara-Soğanlı Köyü’nde
dünyaya gelmiştir. Ailesi Koronoğulları olarak bilinen ağa soyundandır. Bağlı
bulunduğu boy Fatih Sultan Mehmet tarafından Trabzon’un fethinden sonra iskan
politikası gereği Van’dan getirilerek bu bölgeye yerleştirilmiştir. Aşiretin
asıl adı Kurtoğullarıdır ve bu isim Soğanlı Köyü’ndeki oturdukları mahalleye
isim olmuştur.[2]
Çocukluğu zorluklar içerisinde
geçen, babasını tanıyamayan Osman Turan ilkokulu dayısının himayesi altında
oturdukları köyden 3 km. uzaktaki Çaykara’da sabah gidip akşam gitmek suretiyle
bitirmiştir. Bayburt’taki ortaokul eğitiminden sonra Trabzon Lisesi’ne devam
eden Osman Turan’a burada, okumaya düşkünlüğü ve kuvvetli hafızasıyla
arkadaşları arasında “ayaklı kütüphane” lakabı takılmıştır. Daha sonra Ankara
Erkek Lisesi Edebiyat bölümüne geçiş yapan Turan’ın, büyük alimlerden M.Fuat
Köprülü’nün imtihan vesilesiyle buraya gelip kendisiyle tanışması hayatının
dönüm noktalarından birini teşkil etmiştir. Akabinde Ankara Dil Tarih ve
Coğrafya Fakültesi’ni kazanarak lise yıllarındaki tanışıklığını Fuat
Köprülü’nün öğrencisi olarak devam ettirmiştir. Bilgisi, çalışkanlığı sayesinde
bu ilişki hoca-öğrenci ilişkisinden çok hoca-asistan ilişkisine dönmüştür. 1940
yılında buradan mezun olan Osman Turan’ın arkadaşları arasında; Halil İnalcık,
İbrahim Kafesoğlu, Tayyip Gökbilgin, M.Altay Köymen gibi Türk Tarihçiliğinde
pırıltıları sönmeyecek olan yıldızlar vardır. 1940 yılında aynı fakültede ismi
geçen arkadaşlarıyla göreve başlamıştır.[3] Bu
arkadaşlarıyla arasında ilmi atışmalar yaşanmıştır ve bunların en önemlisi
Umumi Türk Tarihi’nde gelenek kurucusu olan İbrahim Kafesoğlu ile olanlarıdır.
1948’de Şarkiyatçılar Kongresine katılmak
üzere Paris’e giden Turan burada sürgündeki Osmanlı Hanedanı’ndan birkaç
kişiyle tanışır. Bu esnada bekar olan Turan rüyasında köklü bir ailenin kızıyla
evleneceğini görür. Rüyanın etkisiyle uzun süre bekar kalan Osman Turan
Hanedan’ın ülkeye dönmesine izin verilmesinden sonra Hüseyin Nihal Atsız’ın
vesilesiyle Sultan II. Abdulhamid Han’ın torunu Emine Satıa Hanım ile tanışır.
Akabinde Hamdullah Suphi Tanrıöver’in şahitliğiyle evlenir. Yaklaşık yirmi iki
yıl süren evliliğinde çocukları olmamıştır.[4]
Onun bütün eserlerinde ve tarih
anlayışında hocası Fuat Köprülü’den etkilendiği gözden kaçmayan bir gerçektir.
Fuat Köprülü’nün “Türk tarih ve kültürü devamlılık arz eder” fikrinden hareket
eden Osman Turan’ın, bu düşünceyi ilmi açıdan ispat etmeye çalışmak
amaçlarından başlıcası olmuştur. Bu amaç için yaptığı çalışmaların en somut
örneği olarak tarihimizdeki büyük bir boşluğu dolduran “Türk Cihan Hakimiyeti
Mefkuresi Tarihi” ya da “Türk Dünya Nizamının Milli, İslami ve İnsani Esasları”
isimli eseri karşımıza çıkar.
Eser ile ilgili kayda değer
yorumlardan biri şu şekildedir; “Eser ilk başta Osman Turan’ın Tarihçi
olmasından hareketle klasik bir tarih kitabı olarak görülebilir. Ancak, kitap
incelendiği zaman onun, meselelere sadece bir tarihçi gözüyle yaklaşmadığı,
meselelerin sosyolojik, psikolojik, felsefi temellerine hâkim olarak, olay ve
olguları asli kaynaklarından ustalıkla aksettirdiği hemen göze çarpmaktadır. Bu
yönüyle düşünüldüğünde o, sadece bir tarihçi değil, aynı zamanda ilmine ve
düşüncesine usta bir sosyolog, siyaset ve fikir adamıdır.”[5]
1944 yılından itibaren Marksist
ideolojiyi benimseyenlerin çalışmalarının arttığı ve doğal olarak
Milliyetçilerin buna tepki gösterdiği bir ortamda Turancılık davasında
yargılanan Hüseyin Nihal Atsız’ı odasında misafir etmesi üzerine Milli Eğitim
Bakanlığı emrine alınmıştır. Bu bir nevi Osman Turan’ın görevinden el
çektirilmesi manasına gelmektedir. Daha sonra Memduh Şevket Esendal ve Prof.
Dr. Tahsin Banguoğlu’nun aracı olmasıyla görevine iade edilmiştir. Yalnız
dönüşünde kendisine iki kıdem aşağıya indirme cezası verilmiştir. Fakat bütün
bunlara rağmen fikri açıdan hiçbir şekilde anlaşamadığı Hasan Ali Yücel bile;
-“Sen öyle bir şeysin ki, hem ele alınamazsın;
adamın elini yakarsın, hem de atılamazsın; çünkü memlekete çok hizmetler
verebilirsin” diyerek üstü örtülemeyecek gerçekliği ifade eder.[6]
5 Mart 1951 tarihli Profesörler
kurulunun toplantısında on altı oy ile kurulun methiyeler dolu raporuyla
profesör olan Osman Turan bu sırada 37 yaşındadır. Genç yaşında ilmi
kariyerinin zirvesine çıkmasını, Türk değerlerine olan bağlılığında, üstün ilmi
zekasında ve çalışkanlığında aramak gerekir.[7]
1957 genel seçimlerinde siyasete
adım atan Osman Turan, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında on altı buçuk ay
hapiste kalmış, çıktıktan sonra üniversiteye dönmek istemiş yalnız bu istek
üniversite tarafından reddedilmiştir. Yalnız üniversite tarafından kendisine
yarım maaş bağlanmıştır. M.Altay Köymen 1978 tarihli Tercüman Gazetesi’nde
Osman Turan’ın fakülteye alınmamasının sebepleri arasında Orta Çağ Kürsüsü
Başkanı merhum A.Nimet Kurat’ın, ve Turan’ın elinden tutarak fakülteye asistan
aldığı merhum Faruk Sümer’in olduğunu belirtir.[8]
Osman Turan bütün ömrünü ilme,
okumaya harcayan az sayıdaki yetişmiş tarihçilerimizden biridir. Askerlik
görevinde bile okumaktan vazgeçmemiş, okumaya sadece darbeden sonra on altı
buçuk aylık hapishanede geçirdiği sürede ara vermek zorunda kalmıştır. Okumaya
ve kitaplara değer vermesini Osman Turan'ın sınıf arkadaşı ve yakın dostu olan
Şerif Baştav bir anısında şöyle diyor:
-“Osman Turan ile ben Orta Çağ tarihinde
beraberdik. Bütün günleri okumakla geçen ve seminerlerden çıkmayan Osman
Turan’ın gözleri, çok okumaktan kan çanağına dönmüştü. O zamanlar henüz
oluşmakta olan tarih semineri kitaplığına Osman Turan sahip çıkıyordu. Ve
herkesin kitap okuyabilmesi artık onun iradesine bağlı idi. Kitapları adeta
herkesten kıskanırdı. Kitaplar yüzünden aramızda çıkan ihtilaf, Köprülü’ye
kadar intikal etmişti. Fakat eğitim yılı sonunda benim Hungaroloji’ye geçmem
ile bu kavga son buldu.” [9]
Osman
Turan’ın dikkati çeken ve örnek alınması gereken diğer bir özelliği ise
Türkçeyi güzel yazma ve Türkçeyi korumak için yaptığı mücadeledir. Milli ve
dini değerlere her fırsatta verdiği değeri ifade eden ve bunu eserlerinde
işleyen Osman Turan, Türklerin tarih boyunca uçsuz bucaksız coğrafyalarda
yaşamasına rağmen dil ve kültürünü koruduğunu,
böylece dilde yozlaşma değil bir gelişme olduğunu vurgulayarak, ilim ve
mantık dışı dilde sadeleşmeyi savunanların hiçbir toplumda görülmemiş bir dil
faciasına sebep olduğuna dikkat çekmektedir.[10]
Çok iyi derecede Farsça ve Arapça
bilmesiyle araştırdığı dönemin bütün ilmi, kültürel ve siyasi yönleriyle
kavrayan Osman Turan Selçuklu Tarihini bütün yönleriyle derinlemesine
araştıran, bilimsel yönleriyle Türkiye’de ortaya koyan ilk ilim adamıdır. Osman
Turan, Selçuklu Tarihi ile ilgili çalışmalarıyla sadece Türkiye’de değil,
çalışmalarının sağlam temellere dayanması, orijinal olması ve ilmi
tarafsızlıkla ortaya koyması neticesinde otoritesini dünya bilim çevrelerince de
otoritesini ispat etmiştir. Fransız Prof. Claude Cahen’in, Anadolu Selçuklu
Tarihi[11]
hakkında yazdığı eserinde Osman Turan’ı esas alması ve meşhur tarihçi
Cambridge’nin İslam Tarihi isimli eserinde Anadolu Selçukluları ve Beylikler
dönemini Osman Turan’a yazdırması bunun en güzel misalleridir.
İsmi çalışmalarınızdan başka Osman
Turan milli meselelere de eğilmiş devrin siyasi ve sosyal bunalımlarına karşı
düşüncelerini gazetelerde neşretmiştir. Gençliğin milletin bekasını sağlayacak
unsur olarak gören Osman Turan Türk toplum yapısını tehdit eden Batıcılık,
Kominizim gibi ideolojilerin karşısında Milli kimliğin korunması amacıyla
sayısız konferanslar vermiş, makaleler ve kitaplar neşretmiştir. Türk
Ocakları’nın başkanlığını yaptığı dönemde ve sonrasında verdiği konferanslar ve
sohbetlerle Türk gençliğini bu tehditlere karşı uyarmıştır.
1948 yılında hiçbir ilmi sebep
olmadan Türk Tarih Kurumu üyeliğinden çıkarılması yakın dostu M. Altay
Köymen’in tepkisine neden olur. Tepkisi şu şekildedir:
“… Şimdi kendime soruyorum:
Profesör Osman Turan’ın suçu ne idi de Kurum üyeliğinden çıkarılmıştır? O,
Kurum üyeliğine yakışmayan ne gibi hareketlerde bulunmuştur? O, aşırı solcu
muydu? Veya anarşistleri mi himaye etmiştir? Mesela o, cemiyetin hoş görmediği
bazı şahsi hastalıklara mı malul isi? Yoksa o, vatana ihanet suçundan mahkemeye
mi düşmüştü? O, kurumu maddi zarara mı sokmuştu? Sömürmüş mü idi? Yoksa o,
eline nasılsa bir Türk Nüfus Teskeresi geçirmiş, şahsi menfaatlerinden başka
bir şey düşünmeyen bir gayri Türk mi idi?...
Türk
Tarih Kurumu’nun ciddi Türk tarihi profesörlerini üye almamakla inat almaları
yetmiyormuş gibi, otuz yıllık üyeliklerine rağmen otuz sahife yazı yazmamış
olanlar dururken, cilt cilt eserlere sahip, vatansever, Selçuklu devri Türk
Tarihçisine tahammül edememeleri karşısında hangi memleketini seven Türk isyan
etmez?”[12]
Yassı Ada’da kaldığı dönemde
kumandanın kendisine tokat atması üzerine kendisinin de karşılık vermesi sonucu
tabutluk denilen hücreye konulmuştur. Turan’ın yakın dostu olan Altay Köymen
bunu zamanın şartları değerlendirildiğinde bir kahramanlık gibi
değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Rahatsızlığı sebebiyle hastanede
yatan Osman Turan yargılama sonuçlanmış ve beraat etmiştir.
Son dönemde yetişen büyük ilim
adamı, Türk-İslam düşüncesinin yılmaz savunucusu, büyük tarihçi, büyük
milliyetçi, büyük mücadele adamı Prof. Dr. Osman Turan; ilim, irfan, sıkıntı ve
mücadelelerle geçen altmış üç yıllık ömürden sonra, evinde geçirdiği beyin
kanaması sonucunda 1978 yılında ruhunu teslim etmiştir. İstanbul Fatih
Camii’nde kılınan öğle namazı sonrasında binlerce sevenlerinin omuzlarından
sonra Silivri’deki ebedi istirahatgahına defnedilmiştir. Vefatından sonra
M.Altay Köymen, Fuat Köprülü, Şehhülmuharririn Ahmet Kabaklı, Necmettin
Semercioğlu gibi dostları yazılar kaleme almışlardır. İlim dünyasına
kazandırdığı makale, seminer ve cilt cilt kitapların seviyesine bugün
ulaşılamaması Osman Turan’ın değerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı
olacaktır.
Orta boylu, ela gözlü, kumral saçlı olan, inandıklarından asla taviz vermeyen Osman Turan hakkında ne dersek diyelim eksik kalacaktır. Yazımıza merhum Hoca’yı çok yakından tanıyan dostu M.Altay Köymen’in kaleme aldığı ifadelerle son verelim:
“…Eski Kaynaklarımız ‘Devlet kılıçla kurulur, Kalemle idare edilir’ diye yazarlar. Gerçekten bizde devleti idare edenler siyaset adamlarımızdan ziyade; ilim, fikir ve sanat adamlarıdır. Böyle adamların rehberliği olmadan toplumlar yollarını şaşırırlar. Büyük alim Fuat Köprülü ile öğrencisi Osman Turan böyle birer rehber idiler. Memleketin savunma kaleleri olan onlar ve onlar gibiler göçseler bile eserleri bu memlekette rehberlik etmeye devam edecektir. Zaten Köprülü’nün kurduğu ve Osman Turan’ın devam ettirdiği bir tarih ekolü vardır. Bizler elimizden geldiğince bunu sürdüreceğiz.”[13]
Orta boylu, ela gözlü, kumral saçlı olan, inandıklarından asla taviz vermeyen Osman Turan hakkında ne dersek diyelim eksik kalacaktır. Yazımıza merhum Hoca’yı çok yakından tanıyan dostu M.Altay Köymen’in kaleme aldığı ifadelerle son verelim:
“…Eski Kaynaklarımız ‘Devlet kılıçla kurulur, Kalemle idare edilir’ diye yazarlar. Gerçekten bizde devleti idare edenler siyaset adamlarımızdan ziyade; ilim, fikir ve sanat adamlarıdır. Böyle adamların rehberliği olmadan toplumlar yollarını şaşırırlar. Büyük alim Fuat Köprülü ile öğrencisi Osman Turan böyle birer rehber idiler. Memleketin savunma kaleleri olan onlar ve onlar gibiler göçseler bile eserleri bu memlekette rehberlik etmeye devam edecektir. Zaten Köprülü’nün kurduğu ve Osman Turan’ın devam ettirdiği bir tarih ekolü vardır. Bizler elimizden geldiğince bunu sürdüreceğiz.”[13]
[1] Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi, Ötüken Yay., İstanbul 2010, s.9.
[2] M.Altay Köymen, “Osman Turan”, Türk Ansiklopedisi, C.XXXI-I, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1983, s.13.; Nurdan Demirci, Prof. Dr. Osman Turan’ın Hayatı ve Eserleri, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993, s.8.
[3] Demirci, a.g.e., s.20-21.
[4] Demirci, a.g.e., s.21.
[5] Tayfur Kozan, Prof.Dr. Osman Turan’a göre Din ve Türk Cihan Hakimiyeti, İrfan Yay., İstanbul 2010, s.28.
[6] Demirci, a.g.e., s.11.
[7] Kozan, a.g.e., s.23.
[8] Kozan, a.g.e., s.24.; Köymen, a.g.m., s.24.
[9] Kozan, a.g.e., s.25.
[10] Osman Turan, Türkiye’de Manevi Buhran Din ve Laiklik, Boğaziçi Yay., İstanbul 2003, s.9-10.
[11] Anadolu Selçukluları yerine Türkiye Selçukluları kullanılması daha yerinde bir kullanım olacaktır.
[12] Kozan, a.g.e., s.32.; Mehmet Altay Köymen, “Prof. Dr. Osman Turan’a Reva Görülen Muamele”, Tercüman Gazetesi, (30.09.1947)
[13] M. Altay Köymen, “Prof.Dr. Osman Turan’ın Ardından”, Tercüman Gazetesi, (02.02.1978), s.2.; Kozan, a.g.e., s.43.
[3] Demirci, a.g.e., s.20-21.
[4] Demirci, a.g.e., s.21.
[5] Tayfur Kozan, Prof.Dr. Osman Turan’a göre Din ve Türk Cihan Hakimiyeti, İrfan Yay., İstanbul 2010, s.28.
[6] Demirci, a.g.e., s.11.
[7] Kozan, a.g.e., s.23.
[8] Kozan, a.g.e., s.24.; Köymen, a.g.m., s.24.
[9] Kozan, a.g.e., s.25.
[10] Osman Turan, Türkiye’de Manevi Buhran Din ve Laiklik, Boğaziçi Yay., İstanbul 2003, s.9-10.
[11] Anadolu Selçukluları yerine Türkiye Selçukluları kullanılması daha yerinde bir kullanım olacaktır.
[12] Kozan, a.g.e., s.32.; Mehmet Altay Köymen, “Prof. Dr. Osman Turan’a Reva Görülen Muamele”, Tercüman Gazetesi, (30.09.1947)
[13] M. Altay Köymen, “Prof.Dr. Osman Turan’ın Ardından”, Tercüman Gazetesi, (02.02.1978), s.2.; Kozan, a.g.e., s.43.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder