22 Eylül 2014 Pazartesi

Oğuz Yücel - Milletin Tanınmayan Neferi: Süleyman Askeri Bey

Bir savaşı kazanabilmeniz için güçlü bir Ordu tek başına yeterli değildir. Düşmanın kuvvet yapısı, nerede hangi düzende konuşlandığı, sahip olduğu silah, asker sayısı, eğitim durumu, disiplini, morali, komutanların şahsi özellikleri vs. hususların açılık kazanması gerekir. Aksi halde kendi savaş stratejinizi oluşturmanız zorlaşır. Bütün bunları yaparken istihbarat çalışmalarına ağırlık vermeli, aynı zamanda düşmanın istihbarat çalışmalarına karşı da tedbir almanız gerekir. Çünkü düşmanın halini öğrenmek ne kadar önemliyse, düşmanın sizin hakkınızda bilgi sahibi olmasının engellemekte o derece önemlidir.

Tarihimiz kurduğumuz pek çok devletle doludur. Fakat çeşitli sebeplerden dolayı yıkılan bu devletlerimiz yeniden kurulmuştur. Millet her yıkılıştan sonra üstün gayretleriyle küllerinden yeni doğmuş gibi yeni devletini kurmakta gecikmemiştir. Kuruluşun kahramanları olduğu gibi devletin yıkılışının da kahramanları vardır. Hatta rahmetli Nevzat Kösoğlu’nun deyişiyle; ”Çöküşün kahramanlarının hayatları daha destansı ve trajiktir”[1]Bu dönemde devletin gücünün önemli bir bölümünü elinde bulunduran Enver Paşa’nın kurduğu Teşkilat-ı Mahsûsa’nın ilk reisi Süleyman Askeri Bey’de çöküşün tanınmayan kahramanlardandır.


1911’de adını ilk defa duyuran Teşkilat, Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve yok etmek isteyen emperyalist devletlerin faaliyetlerini boşa çıkarmak ve karşı atak yapmak için vatansever ve idealist insanların olduğu bir yapılanmadır. Teşkilat, bir yanda Trablusgarp’ta İtalyanlara, Batı Trakya’da Bulgar ve Yunanlılara, Mısır ve Irak’ta İngilizlere karşı halkı direniş için örgütlemiş, diğer yandan Müslüman ülkelerde ihtilal hazırlığı için çalışmalar yapmıştır. Arabistan’dan Kafkasya’ya, Afrika’dan Türkistan’a kadar bütün İslam alemi ve diğer yerlerde faaliyet gösteren Teşkilat-ı Mahsûsa, İttihat ve Terakki Partisinin iktidardan çekilmesiyle feshedilmiş fakat Teşkilat’a bağlı güçler davalarından vazgeçmeyerek Milli Mücadele’de hayati görevleri yerine getirmişlerdir.

Tarihe mal olmuş kişileri tanımak için, onları daha iyi anlamak için kahramanları ortaya çıkaran ortamı incelemek daha sağlıklı analizler yapmak için zaruridir. Süleyman Askeri Bey’in yetiştiği dönemde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 93 Harbi olarak hafızalarda kalan savaş yapılmış ve Ruslar bir yandan Yeşilköy önlerine gelmiş diğer taraftan doğuda Anadolu’ya girmiş bulunuyordu. Savaş sonunda İstanbul’u kurtarmak için önemli miktarda toprak elden çıkmıştır. Burada yaşayan milyonlarca Türk Anavatan’a dönmek zorunda kalmıştır. Bu dönemdeki savaşlardan alınan yenilgiler felaketlere sebep olduğu için II.Abdulhamid Han savaştan uzak politikalar izlemiştir fakat dünya devletleri buna izin vermemiştir. Tunus, Mısır, Doğu Rumeli’de meydana gelen gelişmeler Devleti sarsmıştır. Bahsedildiği gibi 93 Harbi sadece toprakların elde çıkmasıyla sonuçlanmamıştır. Batıda Rumeli’den, doğuda Kafkaslardan Anadolu’ya yapılan göçler yeni sosyal sorunları da beraberinde getirmiştir. Süleyman Askeri Bey’in yetiştiği dönemde Devlet yokluk, çöküş ve parçalanmayla karşı karşıya kalmış ve Süleyman Askeri Bey ve Fedai Zabitan’a mensup arkadaşları Devleti çöküşten kurtarmak için yapılan bütün faaliyetlere katılmaktan geri durmamışlardır.

Süleyman Askeri Bey 1884 Prizren doğumlu olup Halil Vehbi Paşa’nın oğludur. Halil Vehbi Paşa’nın babasının ismi Süleyman Efendi’dir. Halil Vehbi Paşa doğan oğluna babasının ismini vererek hatırasını yaşatmak istemiştir. Süleyman Askeri Bey babasını 1905 yılında yani 21 yaşında kaybetmiştir. Annesi ise Güzide Hanım’dır. Hicri 1332 tarihinde Harbiye Nezaretine yazdığı mektupta[2] Güzide Hanım Süleyman Askeri Bey’den başka 3 oğlunun olduğunu belirtmiş ve onların, Kutü’l-ammare, Çanakkale ve Yemen’de şehid olduklarını eklemiştir. Lakin bu kardeşlerden yalnız Hasan Askeri Bey’in ismi tespit edilmiştir.[3]

Uzun boylu, beyaz benizli olduğu bildirilen Süleyman Askeri Bey Edirne Askeri İdadisinden mezun olmuştur. Burada daha sonradan Teşkilat-ı Mahsûsa’da beraber kader birliği yapacağı Kuşçubaşızade Eşref Bey ile yakın dostluk kurmuştur.[4] Edirne Askeri İdadisinden mezun olduktan sonra 14 Mart 1900 yılında Harp Okulu’na girmiştir. Harp Okulu’nda Üçüncü Ordu için seçilmiş ve Erkan-ı Harbiye Namzet sınıfına ayrılmıştır. Süleyman Askeri Bey mezun olduktan sonra görev aldığı 3.Ordu Makedonya’da (Manastır) konuşlanmış bulunuyordu. Bu bölgeyi özellikle Selanik ve çevresini Sırplar, Yunanlılar ve Bulgarlar ele geçirmek için uğraşıyor ve Devlet bunu engellemeye çalışıyordu. Bu engellemeyi Sultan II. Abdulhamid Manastır’da başarılı bir siyasetle yerine getiriyordu.

Süleyman Askeri Bey ‘in göreve başladığı Üçüncü Ordu’da Zabitler ile Bahriyeli Zabitler arasında çok hızlı yayılan İttihat ve Terakki Cemiyeti önemli bir güç olarak gün geçtikçe ön plana çıkmaya başlamıştı. Cemiyetin buradaki şubesinin kurucu üyeleri arasında Talat Bey, Mithat Şükrü Bey ve İsmail Canbolat Bey’de bulunuyordu.[5] Süleyman Askeri Bey’in bu cemiyete katılış tarihi kesin olmamakla beraber ismi Kazım Karabekir ve Enver Bey’ler ile birlikte ilk üyeler arasında zikredilmiştir. Bu Cemiyet, Osmanlı Devleti’nin yönetiminden rahatsız olan herkesin bir araya gelmesine sebep olmuştur. Süleyman Askeri Bey Manastır’da aktif bir subay olarak dikkat çekmiş ve çete takiplerindeki gözü pekliği, askeri bilgisi ile ön plana çıkmıştır. Makedonya’da Türk çeteleri kurulmuş ve bu çetelerin reislerinden birinin de Süleyman Askeri Bey olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Askeri Bey cemiyetin amaçları için canlarını feda etmeye hazır Fedai Zabitan olarak isimlendirilen subaylardandır. Bazı bilgilere göre ise bu fedailerin reisi konumunda olduğu ifade edilmiştir. Bu subaylar o bölgeye 1902’de başlayan Makedonya olaylarından sonra gönderilmiştir. Bu gözü pek isimler arasında İzmitli Mümtaz, Atıf Hilmi, Ali Çetinkaya, Hüsrev Sami, Topçu İhsan, Yakup Cemil, Ömer Naci sayılabilir. Bu canlarını hiçe sayan Zabitler hizmetleri karşılığında hiçbir şahsi menfaat beklememişlerdir. Fakat İttihat Terakki’nin yönetimi ele aldıktan sonra sivil ve askeri kanadı arasındaki rekabette askeri kanada destek vererek Enver Paşa’nın gücüne güç katmaları ise zikredilmesi gereken bir husustur.

Burada İttihat ve Terakki’nin Masonlukla olan bağlantısının açıklığa kavuşulması gerekmektedir. Çünkü günümüzde İttihat ve Terakki, Enver Paşa ve Talat Paşa ile hesaplaşmaya çalışanlar bu konuyu kullanarak aşırı derecede düşmanlık yapmaktadırlar. İttihat ve Terakki’nin Masonlukla bağı aşırı derecede abartılmaktadır. Cemiyetin lider kadrosu sadece gizlilik için toplanma yeri olarak Mason Localarını kullanmıştır. Masonluğa girenlerin sayısı hayli az olmakla birlikte, Enver Paşa gibi önde gelen bir liderin Mason olmaması “Mason olmak zorunluluğunun Cemiyete girme şartı” olduğu konusundaki düşünceyi yıkması bağlamından önemlidir. Abdulhamid Han’ın hafiyelerinin giremedikleri Mason Locası’nda toplanılması Cemiyetin varlığını sürdürmesi bakımından hayati rol oynamaktadır. Kaldı ki Cemiyet’in Mason Locası’nı toplantı yeri olarak kullanmalarından sonra gerçek Masonlar oralarda yer bulamadıklarından kendi yerlerini terk etmişlerdir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908’den sonra Mason Örgütü kurma çalışması ise masonluğu yayma amacı taşımamış ve Avrupalıların yıkıcı etkisini kırma, savunma ve kontrol altına alma çabasından ibarettir.[6]Ayrıyeten sormak lazım hangi Mason Kapitülasyonları kaldırır?[7]
Bu dönemde II.Abdulhamid İttihat ve Terakki’nin Makedonya’daki faaliyetlerini kontrol altında tutmaya çalışmış ve 1 Temmuz 1908’de dağa çıkan Resneli Niyazi Bey’i yakalaması için Şemsi Paşa’yı Manastır’a göndermiştir. Şemsi Paşa’nın sert tabiatlı oluşu ve Abdulhamid Han’a bağlı olmasından korkan Cemiyet ileri gelenleri, Paşa’yı öldürme kararı almış ve görevi Atıf Efendi’ye vermiştir. Süleyman Askeri Bey ise bu görevde Atıf Efendi’ye yardım etmiştir. Süleyman Askeri Bey bu zamanda Enver Bey’den sonra Manastır’da en yetkili askerdir. Meşrutiyetin ilanından sonra Hareket Ordusu’yla İstanbul’a gelen Askeri Bey 4 Eylül 1908’de Bağdat Jandarma tensikatına memur edilmiş aynı tarihte Kolağalığa terfi ettirilmiştir.

1900 yıllarının başına gelindiğinde Düvel-i Muazzama[8] dünyadaki güç dengesini değiştirmekte ve kendi çıkarları için çeşitli antlaşmalar imzalamaktaydı. Birliğini geç tamamlayan İtalya dünyadaki konektörün uygunlu ama esas olarak Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğünden yararlanarak Trablusgarp’a saldırdı. [9]

İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması üzerine Enver Bey Hamdi takma adıyla ve halı tüccarı kılığında, Mustafa Kemal Bey ise gazeteci Şerif takma adıyla bölgeye gelmiş bu kişilerden başka Süleyman Askeri Bey ve gönüllü zabitler de çeşitli yollardan halkı İtalya’ya karşı teşkilatlandırmak ve savaşmak için bölgeye gelmişlerdir. Askeri Bey’in bölgeye geldiğinde tarih Ağustos 1912’dir. Bingazi ve Havalisi Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi’ne Mümtaz Kolağası[10] olarak atanmış ve Enver Bey’in emri altında mücadeleye başlamıştır. Süleyman Askeri Bey’in daha sonraki tarihlerde Irak’ta bulunan aşiretlere çok güvenerek onlardan kuracağı birliklerle İngilizleri kovacağı gibi yanlış düşünceye kapılmasında Trablus’taki aşiretleri teşkilatlandırma çalışmaları olmuştur. Kanaatimce Askeri Bey’in bu konudaki ve intihar etmesine sebep olacak yanlışı Irak’ta bulunan aşiretlerle Trablus’taki aşiretlerin “aynı milli ve dini hassasiyetlere” sahip olduğu düşüncesidir.

Diğer yandan Trablusgarp’ın Süleyman Askeri Bey’in liderliğini yapacağı Teşkilat-ı Mahsûsa’nın temellerinin atıldığı yer olarak ayrı bir önem kazanması gözden kaçırılmamalıdır. Burada savaşmış olan Osmanlı Zabitleri bu teşkilat içinde görev almışlardır.

8 Ekim 1912’de başlayan Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’ni Trablusgarp’ta bulunan Zabitlerini geri çağırmak mecburiyetinde bırakmıştır. Süleyman Askeri Bey’de bu çağırılan Zabitler arasındadır. Bu arada İttihat ve Terakki I.Balkan Savaşı’nda kaybedilen Edirne’nin alınacağını duyurarak Bab-ı Ali Baskını’nı gerçekleştirmiştir. Hurşit Paşa Kolordusu’nun Erkan-ı Harp Reisi Yarbay Enver Bey Hükümetin bütün engelleme çalışmalarına rağmen Kuşçubaşı Eşref, Süleyman Askeri Bey, Sapancalı Hakkı gibi kişilerle harekâta girişmiş ve netice olarak Edirne kurtarılmıştır. Türk-İslam dünyasının sembolü olan Osmanlı Devleti’nin 1699’dan beri geri çekilmesiyle psikolojik olarak da çöken millet Edirne’nin alınmasıyla bütün Türk-İslam dünyası sevince boğulmuştur. Doğu Trakya ve Edirne’nin geri alınması Talat, Enver ve Cemal Beyler için milli bir başarı olmuş ve bu başarı onları hükümet ve devlet içinde her türlü karar kendi kendilerine verdirecek mertebeye çıkarmıştır.

Türklerin ilerleyişi sonrasında Batılı Devletler Bab-ı Ali’yi müthiş bir baskı altına almış ve ilerlemenin durdurulması ve sadece Edirne’nin Osmanlılarda kalması şartı ile bir Bulgar-Osmanlı Antlaşması imzalanması için uğraş içerisine girmişlerdir. Fakat Türk Subayları, Osmanlı Genelkurmayı’nın geri dönün emrine buradaki halkı zülüm ve işkence[11] altında bırakmaya razı olmayacaklarını söyleyerek emre uymamışlar ve burada Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi’ni ilan etmiştir. Süleyman Askeri Bey ise Garbi Trakya Hükümeti İcraiyyesi Reisi olarak görev yapmıştır.

Geçen süre içerisinde Süleyman Askeri Bey’in Teşkilat-ı Mahsûsa Reisi olmadan önce Enver Bey’in rütbelerinin yükseltilip (Paşa olması) Harbiye Nazırı olması ve Cemal Paşa ile birlikte kabineye girmesinde rol oynayan Fedai Zabitan’ın başında bulunuyordu. Bu dönemde dünya yeni bir savaşın eşiğine doğru gelmeye başlamıştı. Çünkü devletler arasında bulunan sorunlar diplomasiyle çözülecek bir durumdan çıkmış, devletler hemen hemen savaş hazırlıklarını bitirmiş, bir kıvılcım bekliyorlardı. İşte bu günlerde Enver Paşa Teşkilat-ı Mahsûsa’yı resmen 17-30 Kasım 1913 tarihinde kurmuştur.[12] Teşkilat-ı Mahsûsa’nın Dahiliye Nezareti’ne bağlı olduğu söylense de kesin olarak Harbiye Nezareti’ne bağlı olduğu belirtilmiştir.[13] Teşkilat Harbiye Nezareti vasıtasıyla haberleşmeyi yapmaya başlamıştır. Bu da Harbiye Nezareti’ne bağlı olduğuna bir başka kanıttır. Teşkilat-ı Mahsûsa’nın kurucusu Enver Paşa olmakla birlikte ilk reisliğini Süleyman Askeri Bey 14 Nisan 1915 tarihine kadar sürdürmüştür. Teşkilat’ın kuruluş amaçlarından birisi de “geniş manada İslam âlemini, daha dar manada ise Osmanlı ülkesini işgallerden, her türlü düşmanlardan temizlemek” olduğu belirtilmiştir. Teşkilat’ın ayrıca Müslümanların çok sayıda bulunduğu İtilaf Devletleri sömürgelerinde ayrılık tohumları ekmek gibi bir görevi de üstlenmiştir.[14]

Teşkilat’ın Reisi’nin isteği üzerine yardımcılığına Atıf Bey atanmıştır. Teşkilat’ın Süleyman Askeri Bey’in Reisliğinde bir idari heyetinin olduğu kesindir. Gizli bir bütçesi, yöneticileri, bölge sorumluları ve genel merkezi bulunmaktadır. Teşkilat-ı Mahsûsa’nın Süleyman Askeri Bey’in Reisliği döneminde çeşitli yerlerde birçok faaliyetleri vardır. Kafkasya’da İhtilal Projesi, mavzer, kılıç, silah, Şimendifer Raylarının kesilmesi için gerekli aletlerin ve Süveyş Kanalı’na atılmak üzere sabit torpillerin gönderilmesi bu faaliyetlere birer misal teşkil etmektedir[15].

Bu arada patlak veren Umumi Harp’te savaşın gidişatı ile oluşan şartlara göre Süleyman Askeri Bey yeni görevlerde vazifeli kılınmıştır. Süleyman Askeri Bey Mustafa Kemal ile Sofya’da yaptığı bir görüşmeden sonra Irak Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Otuz sekizinci Tümen Komutanı Suphi Bey’i n yerine gönderilmiştir. Yola çıktıktan sonra Irak ve Havalisi Kumandanlığına Tayin edilmiştir. Süleyman Askeri Bey’in görevi Devlet için çok önem arz etmektedir. Çünkü o, İngilizlerin kuzeye doğru ilerlemesini durdurmak ve daha çok Arap aşiretlerinden silahaltına alınarak eğitilecek ve çoğunluğu bu kuvvetlerden oluşturulacak kuvvetlerle Basra’yı geri almak gibi bir hayli zor görevle gönderilmiştir. Kendisi daha İstanbul’dan ayrılmadan önce “Muntazam ve ehemmiyetli bir askeri kuvvete ihtiyaç olmadığını, İngilizleri icabında önüne katıp süpürge sopalarıyla bile kovabileceğini” söylemiştir. Bu kendisine ne kadar çok güvendiğini göstermekle beraber o bölgede bulunan aşiretlere gerektiğinden güvendiğini gösterir. Lakin kendisinden önce Kumandan olarak bu bölgede bulunan Cavid Paşa kendisine bu aşiretlerin hepsine güvenmemesi gerektiğini bildirmiştir. Süleyman Askeri Bey bölgeye geldiğinde ateşli bir şekilde bütün aşiret reislerine birer mektup yazıp din için savaşmaya davet etmiştir. Ne yazık ki bir kısım aşiretler bu çağrıya kulak tıkamış ve dinleri uğruna Cihat etmeyi altın uğruna terk etmişlerdir.[16]

İngilizlerin aşiretlerin Osmanlı safında savaşa iştirak etmemeleri için çok çaba sarf etmişlerdir. Bu propagandaların etkisiyle bölge halkı ya savaşa katılmamış, ya da hangi taraf kuvvetli ve daha çok para verirse onu desteklemişlerdir. Aşiret gönüllüleri savaşa daha çok yağma ve soygun yapmak için katılmışlardır. Bu da onların parayı dinlerinden, canlarından, şeref ve namuslarından daha fazla sevdiğini göstermektedir. [17]

Bölgede İngilizler ile Osmanlı askeri arasında yapılan 21 Ocak 1915 Rota Muharebesinde Süleyman Askeri Bey iki bacağından da yaralanmıştır. Daha sonra Bağdat’a tedavi olmak için yola çıkan Süleyman Askeri Bey, 6 Mart 1915 tarihinde doktorların bütün karşı çıkmalarına rağmen hastanede kalmayıp sedye içerisinde, Nasıriye’ye gelmiştir. Burada İngilizleri Irak’tan tamamen söküp atmak fikrinde olarak hazırlıklara başlama emri vermiştir. Buna karşılık İngilizler Irak cephesindeki askerlerini takviye etmişlerdir. Toplanan Türk Kuvvetleri 23 tabur,12 bataryadan ibaret olmakla birlikte her tabur 350-400 kişiden ibarettir. Lakin Süleyman Askeri Bey’in asıl güvendiği kuvvet 20 Bin kişiden meydana gelen aşiret kuvvetleridir. Ancak şu unutulmamalıdır ki bu sayı inandırıcı değildir. Çünkü aşiret reislerinin daha fazla para ve erzak almak için sayıları abartılı olarak söyledikleri reddedilmeyecek gerçektir.11 Nisan 1915 gecesinde başlayan taarruzla Süleyman Askeri Bey bazı küçük çapta başarı elde etmiş ise de 13 Nisan sabahı yapılan son hamleden sonra başarısız olunduğunu anlamış,14 Nisan günü neticeden ümidini kesmiştir. Süleyman Askeri Bey yaralı olmasından dolayı harekâtı sedye içerisinde izlemiş ve yönetmiştir. Askeri Bey daha fazla dayanamayarak yerinden kalkıp atına binmeye çalışmış lakin yaraları sebebiyle bunu yapamamış aşiret reislerine şöyle haykırmıştır;

“-Kadınların bile muharebe etmesini beklediğim böyle müşkül ve hayati bir zamanda harbe seyirci kalmaktan utanmıyor musunuz? Köpekler bile yabancıları mahallelerine yaklaştırmazlar. Onlar kadar bile olamadınız!”[18]

Bu muhabereye Şuaybiyye adı verilmiştir. Süleyman Askeri Bey yakınlarına mermi düşmesi ile arabasına bindirilmiş ve beraber binen İstihkâm Zabiti Fikri Bey de aynı arabaya binmiştir. Lakin Fikri Bey bir emri ileri hatlara acele yetiştirmek bahanesiyle Süleyman Askeri Bey tarafından yanından uzaklaştırılmış, Askeri Bey yalnız kalmış ve araba yola çıkacağı esnada bir el silah sesi duyulmuş, bu ses savaş esnasında olduğu için pek önemsenmemiştir. Fakat Emir Zabiti Binbaşı Adil Bey arabaya yetişip baktığında Süleyman Askeri Bey’in Revolver silahıyla intihar ettiğini bildirir. Süleyman Askeri Bey intihar ettiğinde tarihler 14 Nisan 1915’i göstermektedir.

Süleyman Askeri Bey 7 Mart 1916 tarihli Şura-i Devlet kararı ile şehit kabul edilmiş ve annesine aylık 901 kuruş şehit maaşı tahsis edilmiştir. Süleyman Askeri Bey’e Irak ve Havalisi Kumandanı olduğu tarihlerde, kendisine Altın Muharebe Liyakat Madalyası verilmiştir.

1914 yılında Bağdat Valiliği yapan Süleyman Nazif Bey’in sözleri, Süleyman Askeri Bey şahsında çöküşün altına küçücük bedenlerini koyan fakat büyük yürekli olan neslin Vatan aşkıyla dolup taştığını en iyi şekilde özetleyen eden bir ifadedir;

“-…Süleyman Askeri, Vatanı için Vatanından başka her şeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı idi…”[19]

Başta Enver Paşa olmak üzere Süleyman Askeri Bey ve onların nesli, parçalanmakta olan Devletin tekrar ayağa kalkıp dünyaya yön vermesi, tüm Türk ve İslam dünyasının refaha kavuşması için canlarını bile vermekten çekinmeyen vatansever bir nesildir. O neslin idealleri o kadar büyüktü ki bunu tarih yazdığını sanan insanlar anlamadılar, üstüne bu idealleri yüzünden suçladılar. O nesil bir ülkü birliği, fikir birliği etrafında birleşmiş Ülkücü bir nesildir. Unutmayalım ki Cumhuriyetimizi kuran nesil de o nesildir. Yandaş insanlar onların uğruna can verdikleri bu topraklar üzerinde oturduklarını unutup suçlasalar da, o kahraman neslin yaptıklarını tarih mutlaka hakkıyla yazacaktır ve biz ne yaparsak yapalım onların hakkını ödemekte acizlik çekeceğiz.




[1] Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yay., İstanbul 2008, s.18.
[2] Nevzat Kösoğlu Rauf Orbay arşivi üzerine çalışırken bu mektuptan bahseder. Daha detaylı bilgi için Bkz. Kösoğlu, a.g.e., s.205-206, dipnotlar.
[3] Nurettin Şimşek, Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Reisi Süleyman Askeri Bey Hayatı, Siyasi ve Askeri Faaliyetleri, IQ Yay., s.27.
[4] Eşref Kuşçubaşı, Teşkilat-ı Mahsûsa Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü Eşref Bey’in Hayber Anıları, Hayber’de Türk Cengi, (Yay. Haz. Dr. Philip H. Stoddard, H.Basri Danışman, Arba Yay., İstanbul 1997, s.219.
[5] Şimşek, a.g.e., s.34.
[6] Şimşek, a.g.e., s.39; Ayrıyeten konuyu daha detaylı incelemek isteyenler Orhan Koloğlu’nun eserlerine bakabilliler.
[7] Birlikte Savaşılan Almanya bile Kapitülasyonların kaldırılmasına tepki göstermiş, savaştan çekilmekler tehdit etmiştir.
[8] Düvel-i Muazzama sadece İngiltere’den ibaret değildir. Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya gibi güçlü devletlerin ortak ismidir.
[9] Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-2012),Der Yay., İstanbul 2013, s,287-306.
[10] Kurmay Başkanı
[11] Burada yapılan Soykırımlar hakkında bkz. Yakın Tarihimizde Türkler’e Karşı İşlenen Katliam ve Sürgünler, Yayına Hazırlayan Mustafa Kahramanyol, Ekip Grafik, Ankara 2005.
[12] Bazı araştırmacılar Teşkilat’ın kuruluşunu Meşrutiyet öncesine götürmüşlerdir. Konu ile ilgili bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Pariler, III. İletişim Yay., İstanbul 2000, s.339.
[13] Hamit Pehlivanlı, “Osmanlılarda İstihbaratçılık”, Türkler, XIII, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.661.
[14] Pehlivanlı, a.g.m., s.662; Şimşek, a.g.e., s.122.
[15] Şimşek, a.g.e., s.133-143.
[16] Şimşek, a.g.e.,s.157.
[17] Bölgenin tarihi ve savaşla ilgili bilgiler için bkz. Nefi Demirci, Musul’un Siyasi Tarihi, IQ Yay.,  İstanbul 2009; Şimşek, a.g.e., s.158.
[18] Şimşek, a.g.e., s.177.; Cezmi Eraslan, “I.Dünya Savaşı ve Türkiye”, Türkler, XIII,Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002.
[19] Süleyman Nazif, ”Süleyman Askeri Bay”, Harb Mecmuası, S.9, Mayıs 1332, Ahmet İhsan Matbaası, İstanbul 1332, Nakledildiği yer Şimşek, a.g.e., s. 185, dipnot.548.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder