Çocukluğumuzda esnafların camlarına asılırdı değil mi? Kimi zaman çok sevdiğimiz, kimi zaman da kavgalı olduğumuz komşularımızın dükkanlarının camında yer alırdı bazen. İyi insanlardı hep giden, iyi atlara binip gitmesi içimizi acıtırdı.
Aramızdan yavaş yavaş ayrılan iyi insanların yerini çok daha hızlı bir şekilde ayrılan Müslümanlar aldı. O Müslümanlar o kadar çabuk ayrıldılar ki aramızdan “Ah! Nerede o eski Ramazanlar” diye hasret kokan sorunun yerini “Ah! Nerede o eski Müslümanlar” aldı. Sahi nereye gitti o eski Müslümanlar? Hani amaçları sadece Allah’ın rızası olan, o temiz, nur yüzlü Müslümanlar? Hz Peygamber’i (sav)hayatlarının ortasına oturtup, O’nun (sav) çizdiği yolda yürümeye çalışan Müslümanlar? Onlar sahneden çekildiler. Yerlerine gelenler ise gerçeklerini mumla aratan berbat figüranlar oldu.
Gerekleri aza kanaat ederken figüranlar doymak nedir bilmiyor; Haram parayla Hacc'a, Umreye gidiyor; “Komşusu açken” kendisi israf üstüne israf ediyor; Kendisine zulüm edilirken feryat ediyor, güç eline geçince kendinden başka haklı görmüyor; Aynı evde yaşayan ana-babasına saygıda kusur etmemesi gerekirken kıyıya köşeye atıp kaçıyor; Her fırsatta “Fırat’ın kenarındaki kuzudan” bahsediyor, arkamızı dönmemizle o kuzuyu kesip yemeyi en doğal hakkı görüyor.
Birileri Müslüman âleminin içinde bulunduğu acı durumun sorumlusu olarak başkalarını görüyor. “İsrail’in işi bu, Amerika’nın işi bu” cümleleri her gün yüzlerce kez kulağımıza çalınıyor. Evet bunlar belki bir sebep ama esas sebebi Müslümanlar olarak kendimizde aramak durumundayız. Osmanlı zamanında Müslümanların Batı karşısında aldığı yenilgilerin sebeplerinin Müslümanların yüzünden olduğunu ulema bilmesine rağmen gereğini yerine getirmemişlerdir. Ama buna dur demeye çalışanlar da yok değildir. Cepheden gelen bozgun haberleri üzerine, Ayasofya kürsüsünde Şeyh Himmetzâde Abdullah Efendi, “Ümmet-i Muhammed, devlet sahipsiz kaldı; şehir ve kaleler düşman eline düşüp, cami ve mescitler kilise oldu; fiilinizi değiştirin, günahınıza tövbe edin” diye haykırmıştır. Bu haykırışa hiç kimse cephedeki bozgunla benim günahımın ne alakası var diye düşünmüyordu. Bugün o durumdan farksız mıyız?
Âlemlerin (dikkat edelim âlemlerin) yaratılma vesilesi olan Efendimiz (sav);”Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[1] Buyuruyor. ALLAH aşkına bugün bu hadise uyan mümin bar mı? Yangın yerine dönen İslam coğrafyasını bölen Müslümanlar değil mi? Bir kısım Müslümanları sadece Araplardan zannederek Emeviler gibi davranıp başka ırktan Müslümanları görmüyorlar, diğerleri bunların yaptıkları yüzünden zulüm gören Müslümanları görmemezlikten geliyor. ALLAH aşkına Doğu Türkistan’ın Gazze’den farkı mı vardır? Musul’u, Kerkük’ü Suriye’den ayıran ne vardır? Müslümanlıksa oradakiler de Müslüman, eziyetse oradakiler de çekmekte, soykırımsa Doğu Türkistan’da soykırımın âlâsı yapılmakta. Merhum Ömer Lütfi Mete ne güzel de özetliyor suçumuzu;
-”…Ya Rabbi! İnandık ve tasdik ettik, zulmeden biziz ya Rabbi! Senin yolunda kenetlenmeyip benlik hecesiyle ayrı düştüğümüz ve bölündüğümüz için kendimize zulmettik biz, bize zulmettiğimiz için düşman da şimdi bize zulmediyor, Bütün zalimlerden ve Senden Sana sığındık… Ey Müslümanlar İslam Dünyası’nı bölmeyin.
Eğer Allah’ın vaadi olmasa, Müslümanın ümitsiz olmaması emredilmemiş olmasaydı şu ortam çıldırmak için çok müsait gözüküyor. Birileri çıkıyor ALLAH için Müslümanların kafalarını kesiyor. Bir başkası çıkıyor Ayetlerle dalga geçiyor. Bir diğeri Efendimize (sav) hakaret ediyor. Kimseden tek kelime tepki çıkmıyor. Ümmeti olmakla şereflendiğimiz Peygamberimizi (sav) savunmaktan aciziz. Konuşmak makamında olanlar ise koltuklarını kaybetme korkusuyla konuşmaktan kaçıyorlar. Helak olmak için elimizden geleni fazlasıyla yapıyoruz. Sonra da Müslümanlar zülüm görüyor diye bağırıyoruz. Batılıya kızıyoruz akla tapıyor diye, peki biz kendimize bakıyor muyuz?
Hani Moğollar kurtarıcı olarak görülmüşlerdi insanlar tarafından, Attila’nın Tanrı’nın kendilerini cezalandırmak için görevlendirdiğini düşünmüşlerdi Hristiyanlar, çünkü hak etmişlerdi, normaldi böyle düşünmeleri. Peki, bizim halimiz onlardan farksız mı? Ruhumuz ölmüş, galiba kendimize gelene kadar da “Cenaze dolayısıyla kapalı” kalacağız.
---------------
[1] Riyazu’s Salihin, Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder