İttihatçılar vardı hilal
bıyıklıydılar
Sustasına
basılmış birer çakıydılar
Mor
kumrular patlıyordu camilerden
Mavzerlerin
gözü dönmüştü
Kara
kalpaklıydılar[1]
Bir
bütünlük gösteren Türk tarihi boyunca milletimiz çeşitli devletler
kurmuşlardır. Bu devletlerin bazı nedenlerde yıkılmaya yüz tuttuğunda kendi
içinden çıkan evlatlarının üstün gayretleriyle, dünya tarihine yön verecek yeni
oluşumları kurmayı başarmıştır. Asırlarca dünyaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin de
çöküş sürecine girmesi; aydınları, subayları ve devlet ricalini devleti
kurtarmak için bir arayış içerisine sokmuştur.
Vatan
topraklarının avuçlarından kayıp gitmesine, devletin çöküp gitmesine dur demek
için faaliyete başlayan, yaptıklarıyla günümüzde bile etkisini sürdüren
teşkilatlardan biri de İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. İttihad-i Osmani olarak
başlayıp daha sonra parti haline gelecek olan Cemiyet hakkındaki görüşlerde
araştırmacılar arasında bir fikir birliğinin olmaması yorum, bakış ve
hassasiyetler[2]
yanında Cemiyetin örgütlenmesinin gizemini büyük ölçüde hâlâ koruyor olmasından
kaynaklanmaktadır. Herhangi bir olayı ya da kurumu daha iyi anlamak için
meydana getiren şartları anlamak, irdelemek ve bilmek gerekir. Tanzimat’ı
sembol alarak diyebiliriz ki; insanların ve araştırmacıların dönemin
sosyo-ekonomik şartlarını bilmeden yaptıkları yorumların yanlış olması ve böyle
süregelmesi koskoca bir tarihi yanlış anlatmalarına sebep olmuştur. Eksik
bilgiden yola çıkılması yanlış yorumlara ulaşılmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Nitekim: “tarih araştırmaları yapılırken
karşılaşılan en büyük sorun bizim yakın tarih incelemelerimizde de karşımıza
çıkmakta olan; incelenen dönemin koşulları göz önüne alınmaksızın, onun içinde
yaşadığımız gerçekliğin değer ve inanç sistemleri ile değerlendirilmesidir.”diyen
Şükrü Hanioğlu çok haklıdır.[3]
Bütün
tarih kitapları 20.yüzyıl tarihini 1814-1815 Viyana Kongresi’ni temel alarak
başlatır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin de gireceği Umumi Harb’in altyapısının
oluştuğu sebepler Viyana Kongresi’nde alınan kararlardan kaynaklanmıştır.
Yeniden şekillenen dünyada bu Kongre’ye Osmanlı Devleti’nin davet edilmemesi,
süper güçlerin hedefinin Osmanlı Devleti olduğunu açıklamaya yetecektir.
Nitekim daha sonraki zuhur eden olaylar hep Devletin toprak kayıplarına ve
bölünmesine yöneliktir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri İttihat ve Terakki’nin
1916’da yaptığı kongrede ifade edilmiştir:
“1856 yılı Rusya savaşının ardından Paris
Kongresine katılan devletler, Rusya’nın hızla genişlemesini Avrupa siyasi
dengeleri için zararlı görmüştü. Bu nedenle kongrede kararlaştırılan antlaşma
metnine, Osmanlı Devletinin “toprak bütünlüğünün” korunacağına dair konan
maddeye rağmen, doksanüç harbinde ne Rusya’nın elimizden tekrar toprak almasına
ne de ülkemizin parçalanmasına engel olunabilmiştir.”[4]
Düvel-i
Muazzama’nın Şark Meselesi olarak konuya baktığı herkesçe malumdur. Batılıların
ve batılı düşüncelere sahip aydınlarımızın! Şark Meselesine azınlıkların sorunu
olarak bakıyor olmasına ise Talat Paşa hatıralarında şöyle cevap veriyor:
“Şark
meselesi gösterildiği gibi bir insanlık ve Hristiyanlık meselesi değil, tersine
bir nefret ve çıkar sorunudur. Türk devletinin iç işlerine yapılan müdahaleler
hep buna dayanmaktadır”[5]
Osmanlı
Devleti’nin toprakları üzerinde devletlerin her birinin farklı hesaplar
peşindedir. İmparatorluk topraklarında
Boğazlar üzerinde İngiltere-Rusya; Balkanlar üzerinde Avusturya-Rusya; Mısır
üzerinde İngiltere-Fransa; Orta Doğu’da İngiltere-Almanya mücadelesi söz
konusudur.[6] Diğer
bir yandan kapitülasyonların etkisiyle Anadolu neredeyse sömürge haline gelerek
devletin tüm gücünü sömüren bir şekle dönüşmüştür. 1870’li yıllarda Anadolu’yu
gezen bir Amerikalı notlarında şöyle der: “Anadolu pamuk piyasasına Amerika
Birleşik Devletleri hâkim. Bütün ticaret azınlıkların elinde. Hatta eczaneler
bile”.[7]
Cumhuriyet döneminde önemli yer edinecek olan Eczacıbaşı ailesinin babası
Süleyman Ferit Bey’in yaşadığı, Taylan Sorgun’un naklettiği bir olay kapitülasyonların
ne derece yıkıcı olduğunu ve insanların psikolojisini göstermesi bakımından çok
ehemmiyetlidir:
“İzmir’de bir azınlığın yanında kalfa olarak
çalışmaya başlıyor. Bir gün, Türkmen bir kadın devesini kıh deyip durduruyor.
İlaç alacak, giriyor. Süleyman Ferit Bey’in Türkçe konuştuğunu duyunca kadın
yere oturuyor ve ellerini açıyor “Allah’ım sana çok şükür, benim gibi konuşan
bir Türk gördüm bu eczanede”.[8]
Devlet
o kadar işlemez hale gelmiş ki 1855 yılında Hariciye Nazırı Ali Paşa’nın Londra
Sefiri ’ne yazdığı meşhur mektubu bu acı durumu gözler önüne seriyor:
“İngiliz Büyükelçisi
Lord Stanford, hırslı, kibirli yaradılışta, kendisini Osmanlı Devleti’nin
sahibi sanmakta. İçişlerimiz, dışişlerimiz, Patrikhane hepsi bu adamın kontrolünde”.
Bir
başka örneği ise Enver Paşa hatıralarında verir. Olay şöyle gelişir:
Manastır’daki Rus konsolosu sokaklarda dolaşır ve gördüğü Osmanlı askerlerine
hakaret eder. Kamçısıyla vurur. Bir gün yine aynı edepsizliği yapmak için
karakol nöbetçisi Halim’e vurur. Halim tüfeğini doğrultur ve konsolosu vurup
caddeye serer. Bütün Osmanlıların onurunu koruyan Halim, Divan-ı Harp kararıyla
idam edilir. İdam sırasında ise bütün Osmanlı Subayları hazır bulunmak zorunda
olmuştur. Rusların Halim’i idam ettirmekle emellerini Enver Paşa:
-“Osmanlıların izzet-i nefsini daha da alçaltarak onları esir olmaya alıştıracağını zannediyordu” diyerek açıklamıştır.[9]
Osmanlı
Devleti’nin son senelerinde yönetimi eline alacak olan ve toplumun hemen
hepsini kucaklayacak tek ve etkin bir siyasi örgütlenme olarak Cemiyet-i
Mukaddese, başlangıcında beş askeri tıbbiyeli öğrencinin bir araya gelmesiyle 3
Haziran 1889’da kurulmuştur.[10] Burada
isim konusunda açıklama yapmak yerinde olacaktır. İttihat ve Terakki ile Jön
Türk kavramı birbiriyle karıştırılmıştır. Jön Türk kavramı İttihatçıları da
kapsıyor gibi dursa da büyük bir iç parçalanma söz konusudur. Jön Türk
hareketinin içinde Osmanlı’daki ayrılıkçı hareketler, hatta Türk olmasına
rağmen yabancılarla işbirliği yapmayı savunanlar da vardır. Hatta Mizancı Murat için İstanbul’daki yabancı elçilerin kuracağı bir komisyonun Osmanlı hükümetini idare etmesi diyebileceğimiz bir projesi söz konusudur. Fakat İttihat ve
Terakki’de böyle bir faaliyet akıllardan bile geçmez. Bu konu hakkında Orhan
Koloğlu şöyle der:
“1889’da Askeri Tıbbiye’de başlayan hareketin
ismi İttihad-ı Osmani’dir ve her şeyden önce Osmanlı Birliği ilkesini
savunmaktadır. Bizim kaynaklarımızda daima bu isimle anılmıştır. Jön Türk
deyimi ise Avrupalıların değerlendirmesidir. 19. yüzyılın son çeyreğinde
kıtanın birçok ülkesinde genç grupların eylemleri vardır ve bunlara
Fransızcadan hareketle “Jeune:Genç” damgası vurulmuştur. Osmanlı’da da benzer
bir eylem başlayınca, bütün Avrupa basını Jön Türk diye tutturmuştur. Dikkati
çeken Osmanlı İttihadı’nı hedef alanların Jön Türk deyimini tercih etmesidir”.[11]
İshak
Sükûti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Mehmet Reşit ve Konyalı Hikmet Emin
isimli beş öğrencinin maksadı çöküşte olan devleti kurtarmaktır. Yalnız
devletin içinin boşaldığını, yıkılmak için ufak bir rüzgâr beklediğinin
farkında olmadan (olması da beklenemez, çünkü daha çok genç ve öğrencidirler) Sultan II.
Abdülhamid’in yönetiminin devrilmesi ile vatanın kurtulacağını düşünmüşlerdir. Bu amaçla çalışmalara başlayarak Sultan ve Onun çevresi hakkında muhalefete başlarlar.
Bu
muhalefet başkalarının ifade ettikleri gibi yabancılarla iş birliği yaparak sadece
Abdülhamid Han’ın şahsiyetine olan düşmanlıktan değil[12]
yabancıların onur kırıcı davranışlarından kaynaklanmıştır. Yabancı devletlerin
Osmanlı iç sorunlarına müdahalelerini içine sindiremeyen ve onurları kırılan
genç subaylar arasında kısa sürede kabul gören cemiyet ordu içerinde
örgütlenmeye başlar.[13]
İttihad-ı
Osmani Cemiyeti Ahmet Rıza Bey’in teklifi ile 1895 yılından itibaren okul
dışında da çevresini genişletme çalışmaları ve ismini Osmanlı İttihat ve
Terakki Cemiyeti olarak değiştirme kararı alır. [14]
Cemiyete giren Talat Bey, bu İsim değiştirme ve birleşme ile ilgili önemli
beklenti içerisine girmiştir. Birincisi İmparatorluk aydınlarınca tanınan daha
önce kurulmuş olan İttihat ve Terakki ile birleşerek tanınan bu cemiyet ile
kendi düşünceleri daha kolay kabul görecekti. Bu o dönem için hayati değer
taşıyordu.
Çeşitli
badireler atlatıldıktan sonra 1905 yılında Paris’e kaçan Bahattin Şakir ve
Doktor Nazım’ın gayretleriyle Cemiyet daha da güçlenir. Bu dönemde, 1906
yılında Selanik’te kurulmuş olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile İttihat Cemiyeti
1907 yılında birleşme kararı alır ve ismini İttihat ve Terakki olarak
değiştirir. Bundan sonra ülke içerisindeki örgütlenmeye ağırlık verilir.[15]
Etnik
kaynaklı ıslahatlara yabancı devletlerin müdahale etmesine karşı çıkan[16]
İttihat ve Terakki yönetimde merkeziyetçilik anlayışını kendini feshedene kadar
sürdürmüştür. Toplumsal olarak ve manevi hayatımızda kendi milli ve dini
özelliklerimizle varlığımızı sürdüreceğimize inanan, batının ilim ve tekniğini
almamız gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bir mektupta geçen şu satırlar bunu daha
açık şekilde ifade etmektedir:
“Biz Frenk taklitçisi değiliz. Öyle
olanlardan da sakınırız. Avrupalıların teknikteki gelişmelerini öğrenmek ve
yalnız bu kısmın memleketimizde tatbik edildiğini görmek isteriz. Yoksa ahlak
ve gelenekler yönüyle Müslüman elbette ki Frenklere kat kat üstündür.”[17]
1907
yılında Paris’te İkinci Jön Türk Kongresi toplanır ve Abdülhamid Han’ın
yönetimine olan muhalefetin ortak hareket etmesi kararlaştırılır. Burada alınan
kararlara imza atan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin imza atması
açıklanabilir gibi değildir.[18]
Ermenilerin Cemiyetle iş birliği yapılmasına, Rum ve Bulgarlarla ortak hareket
edilmesi teklifine karşı çıkmışlardır. 1908 yılından itibaren Cemiyet yurt içi
çalışmalara ağırlık verilir ve Osmanlı insanının hiç alışık olmadığı yoğun
propaganda yapılmaya başlanır.
Bunların
yanında Cemiyet daha ilk kurulduğu zamanlardan itibaren Kafkasya ve Türkistan
ile ilgilenir. Bunu da devletin son anına kadar sürdürür. İslamcı ve Türkçülük
diyebileceğimiz bir anlayışla hareken eden Cemiyet’in iktidara gelmesinden
sonra bazı çekincelerle bunu açıkça ifade etmemesi yerinde bir davranış ise de
Umumi Harp’te ve sonrasında bu açıkça söylenilmiştir. İngilizler Hilafet
korkusundan, Ruslar ise Türkçülük korkusundan dolayı bu duruma karşı bazı
tedbirler alırlar. Fethi Okyar bu Türkçülük fikrini şöyle ifade eder:
“İttihat ve Terakki, belki o günün şartları
içinde açıkça ifade edilmesi imkansız ve hatta başındakilerin de felsefe ve
fikir düzeniyle ifade edemeyecekleri şekilde Türk Milliyetçisi idi.”[19]
İttihat
ve Terakki’nin “komitacı” olduğu yönündeki ifadeleri ise Nevzat Kösoglu “Her meseleyi kuvvete dayanarak, kısa ve
kolay yoldan çözme anlayışı olarak” açıklar. Yine merhum Kösoglu “Sorunların kuvvetle ve doğrudan çözülmesi
onlar için bir eğitim meselesinden çok, yaşanana bir hayat alışkanlığıdır…
Alışkanlıklarını siyasi hayata da yansıtmaları doğaldır. Biliyoruz ki, ilk
siyasi parti, bir gizli ihtilal cemiyeti olarak kurulmuştur.”[20] diyerek bu konuda en mantıklı açıklamayı yapmıştır.
İleride
İttihat ve Terakki’nin askeri kanadının başına geçecek olan Enver Paşa daha
cemiyetlerin birleşmesinden önce Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne girer. İtalyan
Karbonari [21]tarzında
gizli bir örgütlenmesi olan Cemiyete girişte bazı törenler vardır. Bunu Enver
Paşa’nın kendisinden dinleyelim:[22]
“Alatini tuğla
fabrikasının sokağından biraz önce araba durdu. Ben Talat Bey ile birlikte
sokağa girdim. Meydanlığa çıkan köşede durduk. Talat Bey cebinden çıkardığı
siyah bir gözlüğü gözlerime yerleştirdi. Altında siyah bir bez olmakla birlikte
etraf biraz seçiliyordu. Mamafih ben Selanik’in yabancısı olmam dolayısıyla
buraları bilmiyordum. Bir bahçeden içeri girdik. Bahçe kapısında, kimdir o? denildi.
“Hilal” parolası verildi. O bekleyen beni aldı. Talât Bey dışarıda kaldı. Bir
taş merdivenden çıktık. Sağda bir odaya girdim. Orada yalnız kaldım. Hafif bir
lamba ışığı odayı aydınlatıyordu. Nihayet sıra yemine geldi. Sağ elim Kur’an-ı
Azimü’ş-an, sol elim kama ve bıçak olduğu halde, 1877 Anayasası’nın geri
getirilmesine çalışacağıma ve bu uğurda hiçbir şey esirgemeyeceğime yemin
ettim.”[23]
Daha
sonra Cemiyet birleştikten sonra İttihat ve Terakki’ye mason diyerek
saldırılmasına rağmen Enver Paşa’ya hiçbir şekilde böyle saldırıda
bulunulmamıştır. Burada Cemiyetin masonluğu meselesine değinmek yerinde
olacaktır. Konuyla ilgili detaylı bir çalışma yapan Koloğlu, İttihatçıların
sınırlı bir kısmının mason olduğunu belirtmiştir. Masonluğun İttihatçılar için hiçbir
etkisi yoktur. İttihat ve Terakki’ye mensup kişilerin Sultan Abdülhamid’in sıkı
takibi nedeniyle devletin giremediği mason localarında buluşup gizli
toplantılar yapması nedeniyle bütün cemiyet itham edilemez. Kaldı ki toplantıyı
yapmak için kendilerine mason görüntüsü vermek zorunda kalmışlardır. Hatta o
locadaki gerçek masonlar, locaları İttihatçılar yüzünden terk edip başka loca
kurmuşlardır.
Talat
Paşa’nın Osmanlı Büyük Doğu’su örgütünü kurma amacı ise yabancı kökenli mason
localarına mensup kişilerin devlete sızmalarına karşı alınana bir tedbirdir.[24]
Özellikle İngiliz güdümünden bağımsız olarak kurulan bu locayı güdümüne
alamayan İngilizler bu bağımsız ve hürriyetçi locayı yıpratmak için karalama
kampanyalarına başlamıştır. Bu karalama tutumunun temelinde Osmanlı Büyük Doğu’sunun
bağımsız ve özgürlükçü tutumu yatmaktadır. Çünkü bu özgürlükçü tutumla Mısır’daki
masonlar ona katılmaya başlamışlar ve İngilizler bu durumdan çok korkmuşlardır.
İttihat ve Terakki yemin odasında bayrak, Kuran-ı Kerim ve tabanca üzerine
yemin edilir. Hangi mason Kuran-ı Kerim üzerine yemin eder?
İttihat
ve Terakki’yi doğuran sebepleri, alt yapıları bilmeden konuşmak zaman kaybından
ibarettir. Onlar Türk tarihinin en ağır ve en zor çeyrek yüzyılında zuhur edip
sorumluluğu üzerlerine aldılar. Adeta bu ateşi avuçlarında kor gibi taşıdılar.
Yüzyıllardır milletin kanını emen kapitülasyonları başkaları kaldırmayı hayal
bile edemezken onlar kaldırdılar. Evet, Osmanlı Devleti onların kollarında son
nefesini verdi ama yeni bir Türk devleti onların yüreklerinde filizlendi.[25] “Biz
seferle yükümlüyüz, zafer ya da mağlubiyet Allah’tandır” her biri vatanın en
ücra köşesinde son nefeslerini verdi, mukaddes kanlarını akıttı.[26] Her
biri uğrunda can verecekleri ideallere sahiptiler ve gerektiğinde fedakârlık
yapmaktan bir an geri durmadılar. Kanal Harekatı’nda Alman kurmay başkanı”
Yarabbi, bu insanları emellerine ulaştırmazsan, adaletinden şüphe ederim” [27]derken
bu gerçekliği kanıtlamaktadır.
Yazımızın
son kısmını merhum Nevzat Kösoglu’nun ifadeleriyle bitirelim:
“Bu insanları değerlendirmek de kolay
değildir. Bunlar çöküşün kahramanlarıydılar, yürekleri dağ gibi idi; hayalleri
de öyle… Asla küçük düşünmüyorlardı. Yüce Devlet’i kurtarmak için, her biri
İmparatorluğun uzak bir köşesinde can teslim ederken, hayalleri sadece Turan’ı
kurmak değil, bütün bir İslam âlemini Batı’ya karşı ayağa kaldırmaktı. Yani,
ülkesi ve devletiyle, kendisini kurtarabilmek için ateşlere atılırken, bütün
Müslüman dünyayı kurtarmayı düşlüyor ve bunun heyecanı ile sarsılıyorlardı.
Büyük düşünmek, büyük rüyalar görmek, büyük yürekli olmak, büyük zamanların
tezahürleridir; hâlbuki bunlar çöküyorlardı ve çökerken bile yüreklerinde,
kafalarında bu büyüklükleri terk etmiyorlardı. Anadolu’ya çekildiğimizde, gün
geçtikçe onları anlamak zorlaştı…. Erzurum’u, Sarıkamış’ı Turan zannettiler. Bu
anlayışsız insanlar, biz Irak’ta, Suriye’de Sarıkamış ve Çanakkale’de
savaşırken vatan topraklarını savunduğumuzu anlayamadıkları gibi, İngiliz
ordularının binlerce kilometre öteden gelip, burada ne aradıklarını düşünmeyi
de akıllarına getiremediler, İşte böyle, İman ışığı olmayınca göz görmez…”[28]
Yürekleri ve hayalleri dağ gibi olanlara selam olsun…
KAYNAKLAR
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, C II, Kısım IV, TTK Yay., Ankara 1974;
Birgen, Muhittin, İttihat Terakki’de On Sene, c.I, İstanbul 2006, s.360.
Çandar, Tevfik, Talat Paşa Bir Örgüt Ustasının yaşam Öyküsü, Kültür Bakanlığı Yay., s.47.
Çulcu, Murat, Bir Enver Paşa Kitabı “Şu İngilizler Çok Canımı Sıkıyor”, Destek Yay., İstanbul 2009, s.9-10.
Enver Paşanın Anıları, haz. Halil Erdoğan Cengiz, İstanbul 1991, s.60.
Okyar, Fethi, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul 1980, s.23.
Hanoğlu, Şükrü ,Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İletişim Yay., İstanbul 1985, s.3.
İlhan, Atilla, Bütün Şiirleri 6, Yky Yayınları, İstanbul
Koloğlu, Orhan, Cumhuriyet Döneminde Masonlar, Pozitif Yay., İstanbul 200. ;
Koloğlu, Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, Pozitif Yay., İstanbul 2005.
Kösoğlu, Nevzat ,Şehit Enver Paşa, Ötüken Yay., İstanbul 2013, s.38;
Talat Paşa’nın Anıları haz Alpay Kabacalı, Türlüye İş Bankası Yay., İstanbul 2000, s.17.
Yağcıoğlu, Eşref, İttihat ve Terakki’nin Son Yılları 1916 Kongresi Zabıtları, Nehir Yay., İstanbul 1992,s.12.
Yamauchu, Masayuki, Hoşnut Olmamış Adam-Enver Paşa, İstanbul 1995, s.288.
[1] Atilla
İlhan, Bütün Şiirleri 6, Yky Yayınları, İstanbul
[2] Burada
bahsedilen hassasiyetler İdeolojik ve romantik düşüncelerdir.
[3] Şükrü
Hanoğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön
Türklük (1889-1902), İletişim Yay., İstanbul 1985, s.3.
[4] Eşref
Yağcıoğlu, İttihat ve Terakki’nin Son Yılları 1916 Kongresi Zabıtları, Nehir
Yay., İstanbul 1992,s.12.
[5] Talat
Paşa’nın Anıları Haz. Alpay Kabacalı, Türlüye İş Bankası Yay., İstanbul 2000,
s.17.
[6] Murat
Çulcu, Bir Enver Paşa Kitabı “Şu İngilizler Çok Canımı Sıkıyor”, Destek Yay.,
İstanbul 2009, s.9-10.
[7] Taylan
Sorgun, a.g.e., s.61.
[8] Süleyman
Ferit Bey’den nakleden Taylan Sorgun, a.g.e., s.61.
[9] Masayuki
Yamauchu, Hoşnut Olmamış Adam-Enver Paşa, İstanbul 1995, s.288.
[10] Nevzat
Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yay., İstanbul 2013, s.38; Yağcıoğlu,
a.g.e.,s.82; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C II, Kısım IV, TTK
Yay., Ankara 1974; Orhan Koloğlu, Şu İngilizler Canımı Çok…, s44. Tevfik
Çandar, Talat Paşa Bir Örgüt Ustasının yaşam Öyküsü, Kültür Bakanlığı Yay.,
s.47.
[11]
Koloğlu, a.g.e., s.44; Orhan Koloğlu, Cumhuriyet Döneminde Masonlar, Pozitif
Yay., İstanbul 200. ; Orhan Koloğlu, İttihatçılar ve Masonlar, Pozitif Yay.,
İstanbul 2005. İttihat ve Terakki konusunda önemli çalışmaları olan Şükrü
Hanioğlu kıymetli eserinin bazı yerinde Jöntürk kavramını kullanmıştır. Bilgi
için Bkz. Hanioğlu a.g.e., s.91-92.
[12]
Akademik camia başta olmak üzere toplumda böyle düşünce ve ifadeler had safhadadır.
[13]
Kösoğlu, a.g.e., s..39.
[14] Kösoğlu,
a.g.e., s..40. ;Çandar, a.g.e., s.53.
[15]
Yağcıoğlu, a.g.e.,s.86; Muhittin Birgen, İttihat Terakki’de On Sene, c.I,
İstanbul 2006, s.360.
[16] Bayur,
a.g.e., s.249.
[17] Kösoğlu,
a.g.e., s.ç41. ;Bayur, a.g.e., c.2. s.88.
[18] Çünkü
alınan kararlar İttihat ve Terakki temel ilkelerine aykırı düşmektedir. Konuyla
ilgili bkz. Kösoglu, a.g.e., s.42.
[19] Fethi
Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul 1980, s.23.
[20] Kösoglu,
a.g.e., s.45.
[21] Buonarroti’nin
Cenevre’de kurduğu örgüttür. Detaylı bilgi için bkz Orhan Koloğlu, İttihatçılar
ve Masonlar, Pozitif Yay., İstanbul 2005
[22] Çulcu,
a.g.e., s.11 ve 22.
[23] Enver
Paşanın Anıları, haz. Halil Erdoğan Cengiz, İstanbul 1991, s.60.
[24]
Koloğlu, ag.e., s.48.
[25] İttihat
ve Terakki liderleri yurt dışına çıktıktan sonra başsız gibi kalan yerel
unsurlar dimdik ayakta kalmış ve İstiklal Harbinde kendilerine yakışanı yaparak
ellerinden gelenleri yapmışlardır.
[26] Çin içlerinden
Kafkasya, Arap Coğrafyasına kadar her yerde tablo budur. Irak’ta Süleyman
Askeri Bey’in şahadeti böyledir.
[27] Nevzat
Kösoglu, a.g.e., s.19.
[28] Nevzat
Kösoglu, a.g.e., s.19.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder