Dinlemek, dinlerken sesten anlam çıkarmak demektir. Dinlemek ile duymak arasındaki fark da budur. Mantık olarak dinletmek de, anlamlı ses çıkarmaktır diyebiliriz.
İlişkilerde bir iletişim yolu olarak başvurulan diyaloğun, tartışmanın ve kendini sözle ifade etmenin de aslında bir mücadele yöntemi olduğunu ve bundaki başarının da doğru stratejilere dayandığını unutmamamız gerekir.
Herhangi bir fikri ortaya atarken karşı taraftan itiraz gelmesi, temelde ifade edilen şeyin o kişi tarafından benimsenmiyor olmasına dayandığını söyleyebiliriz. Fakat asıl sorun -çoğunlukla- ifade ediş biçimi ve karşı tarafla empati kurulamamasından kaynaklanır. Bu durumda, "niye benimseniyor acaba" dedikten sonra tercihen öfkelenmek veya vazgeçmek durumunda kaldığımız çok görülmüştür. Ki, her ikisi de aslında zayıflıktır.
İletişimde başarı ve fikri karşı tarafa benimsetebilmeyi sağlamak için bir çok strateji denenebilir. Fakat ne denenirse denensin, stratejinin sağlam bir dayanağı olmak zorundadır. Benim kişisel tecrübelerime göre bu konuda başarının yolu karşı tarafla empati kurarak frekans tutturamaya bağlıdır.
Bu anlamda empati, savunmak istediğiniz şeyi karşı tarafa benimsetebilmek için yaşamanız gereken duygusal bir moddur. Örneğin mücadeleye girmiş olduğunuz kişiye karşı, "seni anlıyorum, itiraz gerekçelerinin sebebini de senin bakış açına göre değerlendirdiğim zaman -kendine göre- haklısın ama..." gibi bir yaklaşımı/empatiyi ortaya koyarsanız onunla aynı frekansa geçmiş olursunuz. Savunduğu şeyin, ne anlama geldiğini deşifre edebilmek için bu anlamda bir empati şarttır. Bunun için de önce gerçekten dinlemeyi öğrenmek gerekir. Rakibin sözlü veya fiziksel saldırısının gerekçelerini anlamadan ne ile mücadele ettiğinizi çözemezsiniz; stratejisi ve tekniğini de kavrayamayacağınız için kendi hareket tarzınızı oluşturamazsınız. Sonuç olarak diyalog, karşılıklı itirazlar üzerinden kargaşa içeren bir savaşa döner. Bunun fiziksel mücâdeledeki karşılığı da kaostur. Savaş Sanatının amacı ise savaşı mümkün olabildiğince az hasar ve kargaşasız kazanmaktır.
Buradaki empati, karşı tarafı haklı bulup ondan yana tavır almak anlamına gelmez. Çünkü o sizin rakibiniz! Empatiyi, kazanmak adına onun beklenti ve duygularını kavramak için yapmak gerekir. Bunu yapmadığınız taktirde argümanlarınız sağlam olsa bile ortaya bir dayatma eğilimi çıkar. Bu da sizi iyice sinirlendirir. Oysa kazanmak için tek şart benimsemesini sağlamaktır. Rakibi anlamadan dövüşmek, yani rakiple aynı frekansta olmadan mücadele etmek, aşırı derecede enerji sarf etmeye yol açar. Dayatma ile benimsetme birbirinden ayrı frekanslar olduğu için, aslında içinde yer almadığınız bir alanda mücadele ediyorsunuz demektir. Sorun da bundan kaynaklanır.
Dayatma eğilimindeki başarı karşı tarafın korkması ile paraleldir. Bir gün korkmaması gerektiğini hatırlarsa baskının şiddetini artırmak zorunda kalabilirsiniz. Mesela, baba-oğul arasında giderek artan
gerilimler de, babanın çocuğun frekansına geçememesi sonucu dayatma yöntemini seçmesi, çocuğun da başlangıçta bu duruma pasif tepki verip, büyüdükçe baskıdan kurtulmak için agresifleşmeye başlamasından doğar.
Rakiple aynı frekansta olmak ona benzemeye neden olarak bir kişilik sorunu meydana getirir mi?
Rakiple aynı frekansta olmak ona benzemek anlamına gelmez. Kendinizden eminseniz benzemesiniz. Çünkü herkes kendi kişiliği ile var olmak niyetinde olduğu için herşeyden önce kimliğin koruma altına alınması gerektiğini bilmelidir. Asıl mesele de aynı frekansta bu kimliği koruyabilmektir.
Karşınızdaki kişiyi, içinde bulunduğu durumdan kurtarmak gibi sorumluluk hissettiğimiz anlar vardır. Bu sorumluluğun mücadelesinde en etkili yöntemin bu olduğunu düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder