Not: Yazı 2023 dergisi 2016 Ocak sayısında iktibas edilmiştir.
Bu yazı Durmuş Hocaoğlu tarafından kaleme alınan makalelerin kendi tarafından toplanmış olduğu ve hayatta iken iktibas ettirdiği kitabı "Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelicansiya kritiği kitabına dair çok kısa bir öz ve genişletilmiş tanıtım yazısıdır. Öncesinde kısa bir fasıla halinde kendisinden söz etmemek de eksik kalır.
Rahmetli Hocaoğlu'nun ötelerden seslenen makaleleri web sitesinde açık bir şekilde yayınlanmış olmasına rağmen derli toplu bir şekilde yeniden yayınlanması sevenlerinin ve takipçilerin kendisine bir vefa borcudur. Çok şükür ki O'nun ömrü boyunca düzenli olarak Marmara Üniversitesi'nde vermiş olduğu derslerin dışında talebeleri ile buluştuğu "Kültür Ocağı Vakfı[4]" geç de olsa baskıları biten ve okuyucuların ve konunun uzmanlarınca erişilmekte zorlanılan kitapları yayınlanmaya başladı. Yaklaşık bir sene önce kadar yeniden yayınlanan "Laisizmden Milli Sekülerizme[5]" kitabını, bu sene "Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği[6]" takip etti. Bu konuda bir süre önce Kültür Ocağı Vakfı'nın yönlendirmesi ile bir tanıtım yazısı[7] yazdım ve değişik platformlarda yayınlandı. Rahmetli Hocaoğlu'nun kıymetli takipçilerinden "İkbal Vurucu" Hoca'nın sayesinde okumuş olduğunuz satırları bu dergide yayınlanmaktadır.
Bunun tam aksi yöndeki tarifini ise Schempeter’e de atıf yaparak şu şekilde anlatıyor[19]:
Ben senin içindeki 'sen'im, senin vicdânınım, boğmağa çalıştığın vicdânın; hani o, derslerde anlattığın, Allah'ın, her kuluna, doğuştan verdiği, doğru ile yanlışı ayırdeden, mıknatısın dâimâ magnetik kuzeyi göstermesi gibi sana hep hakkı ve hakîkati gösteren vicdânın. Öteki ses İblis'den geliyor, O'nu değil beni dinle, dinle ki bak ne diyorum: Hani, "burası benim evim", diyordun, hani "ve bu da demek oluyor ki burada olup biten herşey beni mutlaka alâkadar eder" diyordun, işte o ses de benimdi, boğmağa çalıştığın vicdânının yâni. Peki, ne oldu şimdi böyle? Sen aslında savaş alanını terkediyorsun, düpedüz kaçıyorsun ve bu da kaçışını meşrûlaştırmağa çalışmaktan başkası değil!
O. B. Çelebi
12.01.2016 01:26
Kartal - İstanbul
[1] “Koruyucuları kim koruyacak” manasına gelen Latince deyiş
[2] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5560536
[3] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5579142
[4] http://www.kocav.org.tr/
[5] http://www.kitapyurdu.com/kitap/laisizmden-milli-sekulerizme/342528.html&manufacturer_id=21770
[6] http://www.kitapyurdu.com/kitap/dusk-siddetli-devrim-amp-bir-entelijansiya-kritigi/382475.html&manufacturer_id=21770
[7] http://www.uskudarcevresi.com/2016/01/AynayiTuttumYuzume.html
[8] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5560536
[10] Durmuş Hocaoğlu – Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği, KOCAV yayınları s.33
[11] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5316000
[12] Durmuş Hocaoğlu – Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği, KOCAV yayınları s.77
[13] Durmuş Hocaoğlu – Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği, KOCAV yayınları s.233
[14] Alfred Thayer Mahan coğrafya isimlerdiği, Gertrude Bell’in haritaları çizdiği coğrafya.
[15] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4045476
[16] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4300644
[17] http://www.kirmizilar.com/tr/konuk-yazarlar2/424-türk-milliyetçiliği.html, Yazının orijinal iktibası zannediyorum http://www.durmushocaoglu.com adresinden kalkmış yahut kaldırılmış.
[18] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5419662
[19] http://www.durmushocaoglu.com/data/yazipdf/DHocaoglu_675_Aydin_Uzerine_Bir_Potpuri.pdf?rnd=924317836
[20] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=3779676
[21] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5555220
Quis custodiet ipsos custodes[1]?
Bu yazı Durmuş Hocaoğlu tarafından kaleme alınan makalelerin kendi tarafından toplanmış olduğu ve hayatta iken iktibas ettirdiği kitabı "Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelicansiya kritiği kitabına dair çok kısa bir öz ve genişletilmiş tanıtım yazısıdır. Öncesinde kısa bir fasıla halinde kendisinden söz etmemek de eksik kalır.
Hocaoğlu'nu kaybettiğimizin üzerinden tam 5 sene geçti.
Aradan bunca yıl geçmesine rağmen bu dergide daha önce yayınlanmış olan "2023 Senesinde Türkiye Mevcut Olmayabilir"[2] isimli yazısı halen beni
en çok etkileyen, ara ara dönüp dönüp tekrar üzerinden geçtiğim
röportajlarından; belki de Türkiye'de yapılan son yılların en önemli
makalelerinden biridir. Hocaoğlu, Türk Entelijansiyası'nı şiddetli, hararetli
ve bir o kadar da sert bir biçimde ihtar
ediyordu. Rahmetli Hoca uzunca bir müddet yazarlığını yapmış olduğu gazeteden
"küstürülerek" ayrılmak durumunda bırakılmasının ardından Türk
okuyucusu ile her ne kadar arasına görünmez çitler çekilmiş olsa bile O'nu
tanıyanlar biliyorlardı ki kendisine yazılan her e-posta Rahmetli Hocaoğlu
vakit bulur bulmaz, yanıtlanacak; haricinde fırsat bulunduğunda web sitesinden
önemli notlar yazılacaktır. Öyle kimseler vardır ki herkesçe okunur ve takip
edilebilir, fakat Gazzali tabiriyle ve Rahmetli Hocaoğlu’nun da kitabında –asla
kendisini kastetmeyerek, şahsımın yakıştırmasıyla- bahsettiği "Havass'ül
Havass" konumdadır ki gündem belirler ve bunu herhangi bir zaman kıstasına
takılmaksızın tam ifadesi ile “teemmül”
şeklinde sunar. Tâbir yerinde ise bize ötelerden seslenir ki Rahmetli
Hocaoğlu'nun son dönem kaleme alacağını son yazısında beyan ettiği üzere "Geleceğin Tarihine Yazılmamış Mektuplar[3]"
niteliğindedir. Hocaların Hocası olmak için TV ekranlarında boy göstermenin,
kitapların yüzbinler satılmasının ya da kitapların kelli felli kapaklarla güçlü
yayın evlerince yayınlanmasının gerekmediğinin en iyi örneği Rahmetli Hocaoğlu'dur.
Öyle ki Rahmetli Hocaoğlu kolaylıkla elde edebileceği akademik unvanlara bile
tenezzül etmeyerek; gerek yazıları ve gerekse hitabetleri ile Türk Milleti'ne
seslenmeyi yeğlemiştir.
Rahmetli Hocaoğlu'nun ötelerden seslenen makaleleri web sitesinde açık bir şekilde yayınlanmış olmasına rağmen derli toplu bir şekilde yeniden yayınlanması sevenlerinin ve takipçilerin kendisine bir vefa borcudur. Çok şükür ki O'nun ömrü boyunca düzenli olarak Marmara Üniversitesi'nde vermiş olduğu derslerin dışında talebeleri ile buluştuğu "Kültür Ocağı Vakfı[4]" geç de olsa baskıları biten ve okuyucuların ve konunun uzmanlarınca erişilmekte zorlanılan kitapları yayınlanmaya başladı. Yaklaşık bir sene önce kadar yeniden yayınlanan "Laisizmden Milli Sekülerizme[5]" kitabını, bu sene "Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği[6]" takip etti. Bu konuda bir süre önce Kültür Ocağı Vakfı'nın yönlendirmesi ile bir tanıtım yazısı[7] yazdım ve değişik platformlarda yayınlandı. Rahmetli Hocaoğlu'nun kıymetli takipçilerinden "İkbal Vurucu" Hoca'nın sayesinde okumuş olduğunuz satırları bu dergide yayınlanmaktadır.
Düşük Şiddetli Devrim kitabı bir “ayna” niteliğindedir. Karlofça ile başlayan, Baltalimanı gibi diğer felaketlerde devam edegelen Türk Milleti özelinde başlayan "Hilalin bulutlanması ve önünün karartılması" süreci şüphesiz ki birçok sarsılma süreci geçirdi. Göktürk İmparatorluğu'ndan bu yana kesintisiz bir şekilde farklı coğrafyalarda devam edegelen devletimiz Tanzimat ile başlayan süreçte büyük sınavlara maruz kaldı, belki de o günden sonra süren siyasi çalkantılar hiç ara vermedi. Tanzimat'ın devamında meşrutiyet ile tanıştık, nefes alamadan 93 Harbi geldi. Toparlanamadan Balkan Savaşları ve Türk Milleti'nin "Birinci Dünya Savaşı" ile yüz yüze kaldı. Ne var ki Türk Milleti Rahmetli Hoca'nın Carlyle'dan[8] referansla "kahraman" tarifi ile bütünleşen "Gazi Mustafa Kemal" liderliğinde bir nefes aldık ki Rahmetli Hocaoğlu'nun mücevherâne değeri burada kendisini ortaya koyar.
Son zamanlarda art niyetli olduklarını çok da gizlemeyen
dillere pelesenk olmuş "devlet ile hesaplaşmak", "tarihle
yüzleşmek" deyimlerine dair en güzel örneği, akademik yöntemler dejenere
edilmeden ve "kılıcın hakkı verilmek suretiyle[9]” çerçevesinde Hocaoğlu
dilinden geniş bir perspektifte ve multi-disipliner bir biçimde kendi dilinden
şu şekilde aktarılıyor[10]:
Türk İnkılapçıları da tarihin bir ürünüdürler; tarihten
gelmiştirler, hataları ve sevapları ile tarihe mal olmuşlardır. Yaptıkları her
şeyin tenkidinin yapılması icap eder ve de yapılacaktır. (...) Ancak, bir
şeyin çok önemli olduğuna kaniiyim. (...) Bir şeyden şüphe edemeyiz: VATANSEVERLİKLERİNDEN. Şunu sezgisel
olarak ileri sürmekteyim, diğer tabirle inanmaktayım ki onlar; az ya da çok,
doğru yanlış ne yapmışlarsa bu memlekete faydalı olacağına inandıkları için
yapılmışlardır.
Cumhuriyetle beraber hepimiz biliyoruz ki devletimiz
öncülüğünde sıkı bir değişim sürecine girdik. Daha da öncesinde başlayan Türk
Münevverleri arasında ayrışma haliyle tüm Türkiye'yi ve Türk Milleti'ni tesir
altına almıştır. Bu etki ile siyasi partiler kurulmuş, kimi zaman kapatılmış,
darbeler, anayasa değişiklikleri birbirini kovalamıştır. Uluslararası
politikaların çatışma alanı ve Hocaoğlu deyimiyle "Büyük güçlerin son maçına çıktığı coğrafya" olan Anadolu
toprakları artık içinde çağın yazılı olmayan savaş kuralları gereği düşmanın topu
tüfeği ile gelmeden Roma’da halkın gladyatörleri dövüştürmesi misali ve tam
tersi –vendettor[11]-
bir şekilde; sayısı azınlıkta görünmez gladyatörün haklı dövüştürmesi misali
milletin kesimini kendi hür iradesiyle hareket ettiğini zannettirerek, yine
milletin kendisine karşı kullanması binlerce güzide önce üniversite
kampüslerinde, sonraları Mehmetçik kamuflajı altında şehit edilmesine neden
olmuştur. Günümüze gelecek olduğumuzda realite olarak, diğer hiçbir ülke ile
benzer olmayan bir şekilde kendi entelijansiyalarını oluşturmuştur[12].
Bunlar; Hocaoğlu perspektifinde Liberaller, Milliyetçiler
ve İslamcılar olarak tanımlanmıştır. Ülkemizin inanç ve etnik esaslı olan
çatışma alanları yine kitabın içerisinde ayrıntılı bir biçimde ele alınmış,
kendisinin mühendis tarafının vermiş olduğu hassasiyet ve çözüme yönelik kitabında
sayfa sayısının müsaade ettiği nispette “felsefe” penceresinden ufuklar
açmıştır.
Türk entelijansiyası kendisini muhafazakar olarak
tanımlasın, ister liberal genel bir obsesyon
haline gelmiş şekilde örneklerimizi ya Birleşik Devletler’den ya da Avrupa’dan
verdiği muhakkaktır. Muhafazakârlarımız “teknoloji”yi alıp ahlaktan ve
değerlerden vazgeçmemekten söz ederken, Liberallerimiz kendi referansların
özgürlüklerinden ve ekonomik refahlarından bahsederler. Fakat tüm bu
kesimlerimiz, teknolojinin kendi ahlakını oluşturduğunu, fikri hürriyet
denilenlerin sınırının nerede başlayıp bittiğini ve iktisadi refahın ise ülke
şartlarında –kaynaklar olmadan ya da sömürmeksizin- oluşacağına dair derûni
modelleri ortaya koymakta güçlük çekmektedir. Hatta hemen hemen hiç
karşılaşılmaktadır. Lakin bu obsesyon, biraz da gizlenmiş narsisizm; kendini
jakobenizm, kameralizm ve elitizm gibi değişik biçimlerde inkişaf ettirir.
Sağ’dan da Sol’dan da olsa “millete rağmen millet” gibi garip bir türkü
tutturur. Fakat her taraf için sağaltılamayan bir kimlik söz konusudur: Kurtarıcılık[13]…
Etrafımıza şöyle
bir bakalım; ne kadar bol miktarda “kurtarıcı” ile karşılaşırız; (…) Bıyıkları
yeni terlemiş gencin, elinde pankart bağıra çağıra “halkını kurtarmaktan” söz
ediyor olması. Bu ne fedakârlıktır(!), ey Ulu Rabbim! Acaba diyorum, yoksa bir
toplum olarak bilhassa “kurtarılmaktan” hoşlanıyor muyuz?
Ortak değerlere dayandırılmış bir çoğulculuk; bir sinerji formunda
entellektüeller tarafından inşa edilmedikçe bu devam edeceğe benziyor ki
kitapta ayrıntıları mütefferrik çözümlerden sadece birisidir.
Yine Hocaoğlu sosyolojik perspektiften Türkiye’nin Soğuk
Savaş Dönemi’ne girilmesi ile birlikte belli başlı sosyal zorlamalarla maruz
kaldığı ve özendirilen “köyden kente hızlı göç” beraberinde yeni sorunları da
getirdiğinin analizleri yapılmıştır. Köylülerin kentlileşmesi yerine,
elimizdeki sonuç kentlerimizin de köylüleştirilmesi ve köylü değerlerini
şehirde yaşatmaya çalışması gibi bir sonuç doğurmuştur. Sosyal gerçeklerimizin
ve uygulanan politikaların neticesinde Türk Milleti içerisinde belli başlı
çatışma noktaları oluşmuş yahut varlıklarını şeddelendirmiştir. Soğuk Savaş’ın
bitimi ise yeni bir atmosfer yaratırken, yanı başımızda gelişen iki komşumuzun
savaşı ve Körfez Savaşları sonrası okyanus ötesinden yeni bir komşumuz bulutlu
olan havayı, fırtınalı hale getirmiştir. Şimdilerde ise boşaltılan ülke(!?)
dolayısıyla yaşanan büyük göç dalgasının ne gibi etkiler oluşturacağını görmek
için ise yıllara ihtiyacımız olacak.
Her ne kadar kırılma noktası olarak II. Viyana
Muharebesi’ni görüyor olsak bile onun öncesinde başlayan “kendimizi büyük görme” süreci ilk olarak harp alanlarından kendini
gösteren yenilgiler dizisi ile son bulmuş, zaman içerisinde ise takdir ve
derken hayranlık derecesine çıkmıştır. Diğer bir yandan bir zamanların fenni
ilimlerin topraklarından fışkırdığı kimseler olarak “dünya işlerinde cahil olunuz” sözünü birbirimize telkin ettik. Ülkemizde
“çok partili hayata geçiş” ile birlikte baş gösteren siyasi yönelimler, belki
de biraz “ortanın solu” ifadesinin de tesirinde kendini “Avrupaî” değerler
üzerinden tarif etmek gibi bir yola başvurmuştur. Sağ ve Sol. Zaman içerisinde
bu sanıyorum ki bir alışkanlık haline gelmiş olacak ki; binlerce yıllık kadim isimlendirmeler
yerini Ortadoğu[14]
gibi eçiş bücüş –Hangi merkezin doğusu?
Hangi doğunun ortası?- ifadelere bırakmıştır.
Daha çok Rahmetli Hocaoğlu’nun “Laisizmden Milli Sekülerizme” kitabında başvurulan ve Fizik’ten ilham
edinen “Kombine Domenler ve Potansiyel Teorisi” gereği kendine ait bir
potansiyel koyamayan milletler, düşünceler ya da ideolojiler diğer etkilerin
tesiri altına girerler.
Çünkü artık ümmet babasını yitirmiştir. Hocaoğlu bu durumu
şu ifadeleri ile özetliyor[15]:
Müslümanların Babası (evlatlarının da katkı ve yardımlarıyla) çoktan öldü; artık, İslam Dünyası - tam ve kamil manada böyle bir dünyanın mevcut olup-olmadığı da çok tartışmalı olmakla beraber sadece umumi bir teamüle riayet ederek bu terimi kullanıyorum - seksen seneden beridir adeta yetim bir çocuk: İçine düşmüş olduğu büyükçe bir çukurun içinde debelenip duruyor ve albenili şık ambalajlar içerisinde sunulan ve yerli işbirlikçilerin desteğiyle pazarlanan Yeni Kolonyalizm'in açık hedefi halinde bulunuyor.
Birinci Dünya Savaşı’na girme –yahut kimilerine göre sokulma(?)- nedenlerimiz tartışıladursun, acaba Osmanlı’nın paylaşımı gibi bir durum ortada olmasa bu savaş çıkar mıydı sorusu belki de “tarih felsefesi” adına daha doğru bir soru olabilir. Fakat olan oldu, yiten yitti. İlgili makale serisine ait son soruda[16] okuyucuya yönlendirilen sorunun cevaplarını da kitabın satır aralarında okuyucunun kendi gözleri ile mesh etmesinde yarar görsek de Hocaoğlu’nun sorusuna Hocaoğlu’nun bir diğer makalesinden kısa bir girizgâh etmeden geri durmayalım[17]:
Bir yetimin var olma mücadelesi de elbette ki “kendisi” ile başlayacaktır. Ancak kendini tanımak ile başlayacağını “Kutlu Nebi”(s.a.v.) haber eylemiş. Bu nedenle durumdan rahatsız olan her kesim, kurtarıcılığa girişmeden önce mutlaka bir kez içerisine tüm sözde kurtarmak istediği milleti alan “ayna”ya bakmak durumundadır.
Müslümanların Babası (evlatlarının da katkı ve yardımlarıyla) çoktan öldü; artık, İslam Dünyası - tam ve kamil manada böyle bir dünyanın mevcut olup-olmadığı da çok tartışmalı olmakla beraber sadece umumi bir teamüle riayet ederek bu terimi kullanıyorum - seksen seneden beridir adeta yetim bir çocuk: İçine düşmüş olduğu büyükçe bir çukurun içinde debelenip duruyor ve albenili şık ambalajlar içerisinde sunulan ve yerli işbirlikçilerin desteğiyle pazarlanan Yeni Kolonyalizm'in açık hedefi halinde bulunuyor.
Birinci Dünya Savaşı’na girme –yahut kimilerine göre sokulma(?)- nedenlerimiz tartışıladursun, acaba Osmanlı’nın paylaşımı gibi bir durum ortada olmasa bu savaş çıkar mıydı sorusu belki de “tarih felsefesi” adına daha doğru bir soru olabilir. Fakat olan oldu, yiten yitti. İlgili makale serisine ait son soruda[16] okuyucuya yönlendirilen sorunun cevaplarını da kitabın satır aralarında okuyucunun kendi gözleri ile mesh etmesinde yarar görsek de Hocaoğlu’nun sorusuna Hocaoğlu’nun bir diğer makalesinden kısa bir girizgâh etmeden geri durmayalım[17]:
Bir yetimin var olma mücadelesi de elbette ki “kendisi” ile başlayacaktır. Ancak kendini tanımak ile başlayacağını “Kutlu Nebi”(s.a.v.) haber eylemiş. Bu nedenle durumdan rahatsız olan her kesim, kurtarıcılığa girişmeden önce mutlaka bir kez içerisine tüm sözde kurtarmak istediği milleti alan “ayna”ya bakmak durumundadır.
Yakıştırma da olsa Hocaoğlu’nun kitabında da muhteviyatlı bir şekilde Türk Sağı ve Türk Solu üzerindeki “felsefi zâfiyetler” üzerinde durmasının, bir nedeni de bu olduğunu tahmin ediyorum.
Türkiye’de ne sağ ne de sol kendilerini referans ettikleri Avrupaî süreçlerden geçmemiştir. Kaldı ki bu tarifi yapanların hatta böbürlenenlerin birçoğu Avrupaî süreçlerin gelişiminden ve ilerlemesinden bi-haberdir. Düşünce ve düşünme metodlarından uzak duran garip geleneklerin oluş(turul)ması yahut bu konudaki net ifadelerin ülkenin Sağ siyasetinde hakim durumda olması, ülkenin Sol kesim siyasetinde ise ülkenin gerçekleri ve üzerinden durduğu temel manevi değerleri bir nevi lümpen ve ithal fikirler ile takas etme sevdası tabloyu bu hale getirmektedir. Hocaoğlu bu durumu kitabın yayınlandığı tarihlerde henüz yayınlanmamış olan “Bir Ülkenin ve Milletin Çapı, Halk'ın Değil, Elitler'in Çapıdır”[18] makalesinde şu sözler ile ifade ediyor.
Meselâ, XIX. asırda Avrupa'ya giden ve ömürlerinin büyükçe bir kısmını, Sosyalizm, Anarşizm, Pozitivizm ve benzeri fikir akımlarının en kesif bir sûrette tartışıldığı Paris – Cemil Meriç'in tanımıyla "nûrun kaynağı Paris" - gibi Avrupa'nın kültür merkezinde geçiren, memleketinde adam beğenmeyen, iri-iri iddialı "münevver"(!?) gençlerimizden geriye, bu akımların birinci el kaynaklarına inerek yazılmış kaç adet ciddî eser kalmıştır; gören var mı? "Münevver"inin çapı bu; hem de "asrî" münevverinin. Siyâsî elitlerin çapını da, İstanbul Rasathânesi'nin mâruz bırakıldığı zulüm ile bir önceki yazıda bahse konu ettiğim Encümen-i Dâniş projesinin kundağında boğuluşunda gördük; "elitler"(!?) böyle olunca, geriye ne kalıyor?
Bunun tam aksi yöndeki tarifini ise Schempeter’e de atıf yaparak şu şekilde anlatıyor[19]:
1) Entelektüel, zamanının irfanına sahip olacaktır. Ülkesinin dilini, edebiyatını, tarihini bilecek, dünyadaki bellibaşlı düşünce akımlarına yabancı olmayacaktır.
2) Peşin hükümlere iltifat etmeyecek, olayları kendi kafasıyla inceleyip değerlendirecektir.
Başlıca vasıfları dürüst, uyanık ve cesur olmaktır. Yani bir bilgi hamalı değildir entelektüel. Hakikat uğrunda her savaşı göze alan bağımsız bir mücahittir.
Entellektüele en büyük uyarısı ise tam bir manifesto niteliğindeki yazısında şu şekilde aktarılıyor[20]:
Entellektüel, bir cemiyetin düşünen beyni ve kanayan vicdanıdır. Düşünen beynidir ve bu sebeple de, Kant'ın büyük bir isabetle belirtmiş olduğu gibi - ki O, henüz "entellektüel" ve "bilim adamı" kelimelerinin icad edilmediği ve bu sebeple her iki manayı da tazammun eden çağında "filozof" terimini kullanır - siyasete girmemelidir; çünkü, der Kant, "iktidarın gücü, aklın muhakeme kabiliyetini ifsad eder". Yani filozof da siyasete girince, her siyasetçi gibi, siyasetin mülevves çamuruna bulaşır ve "gerçeği" söyleme kabiliyetini kaybeder. Halbuki, entellektüel, yine Kant'a göre, "gerçeğe ihanet edemeyen kişi"dir; halbuki siyaset umumiyetle gerçeğin kaatili ve hainidir. Ve yine bu sebeple, entellektüel, ancak siyasette müşavir, yani danışman, hakkın ve hakikatin yolunu gösteren ve fikirlerinin kaale alınmadığını görünce de tereddüt etmeden siyasetçiyi terkeden şaşmaz prensip sahibi er kişi olabilir; daha fazlası değil. Keza entellektüel vicdandır ve vicdan olduğu için de fiziki gücü yoktur, fiziki güç siyasettedir, ancak onun da vicdanı yoktur; binaenaleyh, entellektüel ancak manevi baskı gücüne sahiptir ve onu kullanmalıdır, bu onun için bir tercih mes'elesi değil, mecburi tek istikamettir. Ancak, bu da vicdanı olan bir cemiyette bir iş yapabilir.
Entellektüel, bir cemiyetin düşünen beyni ve kanayan vicdanıdır. Düşünen beynidir ve bu sebeple de, Kant'ın büyük bir isabetle belirtmiş olduğu gibi - ki O, henüz "entellektüel" ve "bilim adamı" kelimelerinin icad edilmediği ve bu sebeple her iki manayı da tazammun eden çağında "filozof" terimini kullanır - siyasete girmemelidir; çünkü, der Kant, "iktidarın gücü, aklın muhakeme kabiliyetini ifsad eder". Yani filozof da siyasete girince, her siyasetçi gibi, siyasetin mülevves çamuruna bulaşır ve "gerçeği" söyleme kabiliyetini kaybeder. Halbuki, entellektüel, yine Kant'a göre, "gerçeğe ihanet edemeyen kişi"dir; halbuki siyaset umumiyetle gerçeğin kaatili ve hainidir. Ve yine bu sebeple, entellektüel, ancak siyasette müşavir, yani danışman, hakkın ve hakikatin yolunu gösteren ve fikirlerinin kaale alınmadığını görünce de tereddüt etmeden siyasetçiyi terkeden şaşmaz prensip sahibi er kişi olabilir; daha fazlası değil. Keza entellektüel vicdandır ve vicdan olduğu için de fiziki gücü yoktur, fiziki güç siyasettedir, ancak onun da vicdanı yoktur; binaenaleyh, entellektüel ancak manevi baskı gücüne sahiptir ve onu kullanmalıdır, bu onun için bir tercih mes'elesi değil, mecburi tek istikamettir. Ancak, bu da vicdanı olan bir cemiyette bir iş yapabilir.
Halk siyasileri yetiştirir. Halkı siyasiler idare eder. Peki siyasileri kim idare eder? Fazıl bir topluluk içerisinde şüphesiz ki entellektüeller.
Bilgi çağında bir bağımsızlık savaşı verilirse; muhakkak bu savaşın generalleri entellektüeller, en dehşetengiz silahlar ise onların dilinden dökülen sözler olacaktır…
Genişletilmiş tanıtımı yine Hocaoğlu’ndan bir alıntı ile tamamlayalım[21]:
Bilgi çağında bir bağımsızlık savaşı verilirse; muhakkak bu savaşın generalleri entellektüeller, en dehşetengiz silahlar ise onların dilinden dökülen sözler olacaktır…
Genişletilmiş tanıtımı yine Hocaoğlu’ndan bir alıntı ile tamamlayalım[21]:
Ben senin içindeki 'sen'im, senin vicdânınım, boğmağa çalıştığın vicdânın; hani o, derslerde anlattığın, Allah'ın, her kuluna, doğuştan verdiği, doğru ile yanlışı ayırdeden, mıknatısın dâimâ magnetik kuzeyi göstermesi gibi sana hep hakkı ve hakîkati gösteren vicdânın. Öteki ses İblis'den geliyor, O'nu değil beni dinle, dinle ki bak ne diyorum: Hani, "burası benim evim", diyordun, hani "ve bu da demek oluyor ki burada olup biten herşey beni mutlaka alâkadar eder" diyordun, işte o ses de benimdi, boğmağa çalıştığın vicdânının yâni. Peki, ne oldu şimdi böyle? Sen aslında savaş alanını terkediyorsun, düpedüz kaçıyorsun ve bu da kaçışını meşrûlaştırmağa çalışmaktan başkası değil!
Kaçma, geriye dön ve dövüş, evini terketme;
ellerinle dövüş, kaleminle dövüş, eline ne geçerse onunla dövüş, tek nefer
kalsan da dövüş, kaçma.
Allahû Âlem(En doğrusunu Allah bilir.)
O. B. Çelebi
12.01.2016 01:26
Kartal - İstanbul
[1] “Koruyucuları kim koruyacak” manasına gelen Latince deyiş
[2] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5560536
[3] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5579142
[4] http://www.kocav.org.tr/
[5] http://www.kitapyurdu.com/kitap/laisizmden-milli-sekulerizme/342528.html&manufacturer_id=21770
[6] http://www.kitapyurdu.com/kitap/dusk-siddetli-devrim-amp-bir-entelijansiya-kritigi/382475.html&manufacturer_id=21770
[7] http://www.uskudarcevresi.com/2016/01/AynayiTuttumYuzume.html
[8] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5560536
[10] Durmuş Hocaoğlu – Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği, KOCAV yayınları s.33
[11] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5316000
[12] Durmuş Hocaoğlu – Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği, KOCAV yayınları s.77
[13] Durmuş Hocaoğlu – Düşük Şiddetli Devrim, Bir Entelijansiya Kritiği, KOCAV yayınları s.233
[14] Alfred Thayer Mahan coğrafya isimlerdiği, Gertrude Bell’in haritaları çizdiği coğrafya.
[15] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4045476
[16] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=4300644
[17] http://www.kirmizilar.com/tr/konuk-yazarlar2/424-türk-milliyetçiliği.html, Yazının orijinal iktibası zannediyorum http://www.durmushocaoglu.com adresinden kalkmış yahut kaldırılmış.
[18] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5419662
[19] http://www.durmushocaoglu.com/data/yazipdf/DHocaoglu_675_Aydin_Uzerine_Bir_Potpuri.pdf?rnd=924317836
[20] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=3779676
[21] http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5555220
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder