Sevgili ve Muhterem Galip Ağabey;
Seni tanıyacak yaşta değildik, affeyle. Hoş, tanışma fırsatımız da olsa üzerimizde kısa donlarımızla muhtemelen sakallarını çekiştirir, gözlüklerine ilişmeye kalkışırdık. Lakin seni, sana hürmet eden büyüklerimizi dinledik. Biz de onlar gibi hürmet duyduk gıpta ettik.
Biz bazen sana küstük,
Bazen birbirimize;
Sen hiç birimize küsmedin
Sen kimseye küsmediğin için
Biz hep bir aradaydık belki de[1]
İşte o günleri arar, o günleri ararız. Hoş, gözlerimizi açtığımızdan bu yana etraf puslu, gürültülü ve karanlık. Daha konuşmayı öğreniyorduk ki İran ile Irak birbirine girmiş, derken uzak diyarlardan birileri işgallere kalkışmış. Bir de unutmadan, Sovyetler parça parça dağılıp esir edilmiş soydaşlarımız hürriyetlerine kavuşurken, heyecanından uykuları kaçan babalar ve onların arkadaşları ile yaptıkları ümit içerisindeki hararetli tartışmalar kaldı aklımızda.
Hep kötü değildi, olanlar ancak etraf hep puslu idi. Önümüzde kandil tutan büyüğümüze sünnetliklerimizle "Başbuğ" dedik, arkasından yürüdük. Daha bıyıklarımız çıkmamıştı ki o kandili göremedik. Nisan ayında kar yağdığına müşahid olduk ve çocuk halimizde burnumuzu çekerek biz de büyüklerimizle birlikte üşüdük. Senin aramızdan ayrılışından bihaber üşüdük.
Ve günler geldi, çattı. Senin nasihat ettiğin babalarımız, amcalarımız dede oldular. Fakat sen hep Galip Ağabey'din, Galip Ağabey olarak kaldın, hayata gözlerini yumduğun günden bu yana. Torunun yaşındaki bize bile "baba" dediler, amca dediler ama sen yine de "Ağabey"sin. Çünkü sen sadece sayısı belirgin kişinin ağabeyi değil, bir "dava"nın, bir "hareket"in ve "efsaneleşmiş bir neslin" ağabeyi idin.
Belki de aramızdan ayrılışından sonra bir yerini yine senin ağabeylik ettiğin bir ağabeyi ikame edemedik. Ağabeysizlikten midir, kara günleri birbirini izledi ki kimi zaman kibir, kimi zaman küfür, kimi zaman İki Cihan Başbuğu'nun(O'na salat ve selam olsun) bizi "Veda Hutbesi"nde dile getirdiği kıymetli sözleri "dünya sevgisi" ile dövülmüş kılıçlar çekildi ve ölesiye savruldu. Kalpler kırıldı, umutlar söndü geleceğe dair.
Benim ve benim gibi düşünenlerin çocukluk hayallerini, her dile getirdiğimizde son nefesimizi verirmiş gibi söylediğimiz "Turan"ı çalan yankesicilerden hesap sormanı isterdim, Ağabey. Ülkem yangın yerine dönmüşken her görevinden aldığı cevval kardeşime sırıtık bir yüz ifadesi içinde "bayrak yarışı" diye utanmazcasına yalan söyleyerek kendi makamına yapışan, hizipçilik yapanlara "adam olun" demeni isterdim. "Hayır" demese gideceği sandıktan "muzaffer" çıkması muhtemel "Bey" dediğimizin büyüklerimizin inadına karşı "etme" demeni dilerdim, muktedir iken o vakit "niye" diye sormanı beklerdim. "Bey'in" adına, efendilikten yoksun biçimde sözcülüğü kendine vazife edinerek kirden ve irinden sözleri hançer edinenlere "kendinize gelin" demeni isterdim. Hepsini senin ağzından, senin tavrından düşledim ki bilirim; sen kızdıklarının bile kötülüğünü istemez, ''bizim çocuklar'' der ve sigarandan bir nefes çekip uzaklara dikerdin gözlerini...
Lakin bu sözler senden çıkmayınca ne bu sözleri edecek bir hatip, ne de bu sözleri duyacak bir kulak olmadı. Dilerim Habil ve Kabil hadisesi bizim gönüldaşlarımızın başına gelmez ve bu devlet ve dahilinde devlet; Hz. Adem misali mecazi de olsa bir evladının katil, bir evladının maktul olmasının acısını yaşamaz.
Söyleyeceğin selamlara yenileri eklendi birbiri ardınca...
Dündar Taşer'e, Erol Güngör'e, Gün Sazak'a, Başbuğ'a, Yazıcıoğlu'na, Durmuş Hocaoğlu'na, nice fidan şehitlerimize bir bir selamlarımızı ilet. Haşrolunduğumuzda cümlesinin yüzüne bakabilecek cesaretimizin olabilmesi için Allah'ın bize cesaret niyaz eylemesi için ebedi alemden de olsa bize dualarını esirgeme.
Senin ardından şiir yazanların da dile getirdiği gibi[1]:
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, talih zebun (...)
İşte böyle Galip Ağabey...
[1] Mustafa Çalık'a ait şiir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder