(Bu yazı Mart-Nisan sayısında İhtimal Dergisi'nde yayınlanmak üzere kaleme alınmış olup ilgili sayının çıkmaması üzerine www.orhundan.com platformunda okuyucuya sunulmuştur. Herhangi bir değişiklik yapılmadan basım aşamasındaki hali ile yayınlanmıştır.)
Türkiye'nin gündemindeki hadiseler çoğu zaman yakın tarihin ciltlerinin açılmasına vesile olur. Bazen meselenin temelinde yatan desenleri görebilmek için tarih koridoruna girilir. Bazen de sıcağı sıcağına meselelerin kademeleriyle ilgili fikir tartışmaları, münazaralar ve münakaşalar sürerken cümlelerin payandası seçilen anekdotlar mecburi istikamet dercesine sizi tarihe götürür. Bu yazımızı okuduğunuz sırada takvim yaprakları muhtemelen henüz tamamlanmış bir referandum sonrasını işaret edecektir. En iyi tahminle de sandığa gitmeden önceki son birkaç gününüz kala okuyacaksınız. Referandum evet-hayır kampanyaları, seçim tarihimizin dikkat çekici bir safhası olacaktır şüphesiz. Bu satırları yazanın referandum neticesine yönelik keskin bir öngörüsü olmamakla beraber yazının gayesi de referandum değil. Referandumun hatırlattığı bir geçmiş. Tek cümleyle medhale nihayet verip toparlayacak olursak partili cumhurbaşkanlığı meselesi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk üç cumhurbaşkanından ikisi aynı zamanda partisinin genel başkanlığını yaparken üçüncüsü de genel başkanlık koltuğundan ayrılsa da partisinin üyeliğinde kalmıştır. Bu husus, referandum sonrası partili cumhurbaşkanlığı tartışmalarında hem evet hem hayır kampanyalarında işleniyor. Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve partiler üstü olması görüşünü savunanlar ilk iki cumhurbaşkanına 'kurucu baba' oldukları gerçeğiyle bakılması gerektiğini belirtirken, partili cumhurbaşkanı görüşünde olanlar da ilk iki cumhurbaşkanını örnek göstererek kabul etmeyenlerin ağırlıklı partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin mazisindeki bir uygulamanın tekrar olacağı noktasında yerini belirliyor. Evvela bakalım, cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşı, başbakanı, halefi İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmeleri ile genel başkanlıklarında bilinmesi gereken hususlara ve partileriyle olan ilişkilerin nasıl sürdürdükleri, tabiri caizse nasıl genel başkan olduklarının seyrine.
Cumhurbaşkanlarımızın sıralamasını metodolojiyi de ihlal ederek farazi bir merakla seçim dönemiyle sıralayacak olursak Atatürk'ün dört, İnönü'nün dört, Celal Bayar'ın üç cumhurbaşkanlığı dönemi bulunuyor. Haliyle 4. Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel için 12. Cumhurbaşkanımız denmesi usule aykırı da olsa bir sıralamanın neticesi olur. Nitekim sadece Türkiye'de değil, örneğin Almanya ve ABD'de de dönem sıralamasına göre değil, yerine gelen yani halef-selef sıralaması esas alınıyor. Dönem detayına gireceğimiz için bu açıklamayı yapmış bulunduk.
Saltanatın kaldırılmasından sonra beliren 'sistem' ve devlet başkanlığı tartışmaları yaklaşık on bir ay sürdü. On bir ay sonra 29 Ekim 1923'te meclis, cumhuriyeti ilan etti. On beş dakika sonra da cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. 281 mebusun 158'i oturumda bulunuyordu ve oy birliği ile kurtuluş savaşına önderlik eden Gazi Mustafa Kemal, ilk cumhurbaşkanı oldu. 1924'ten 1960 darbesine kadar yürürlükte olan 1924 Anayasası'na göre, cumhurbaşkanları her yasama dönemi, meclis tarafından seçiliyordu. 1 Kasım 1927'de, 316 mebustan 288'inin hazır bulunduğu seçimde Gazi oy birliği ile ikinci defa cumhurbaşkanı oldu. 4 Mayıs 1931'de 317 mebustan 289'un katıldığı oylamada bir defa daha oy birliği ile üçüncü kez seçildi. 1 Mart 1935'te artık mebusun yerini alan saylav kelimesiyle ifade edecek olursak 399 saylavdan 386'sının hazır bulunduğu seçimde, Atatürk, cumhurbaşkanı olarak dördüncü ve son dönemine başladı.
Atatürk, Milli Mücadele'deki ara dönemde İcra Vekilleri Heyeti olarak adlandırılan kabinede Fevzi Çakmak, Rauf Orbay ve Fethi Okyar'la mesai arkadaşlığı yaptı ancak cumhuriyetin ilk başbakanı İsmet İnönü oldu. Fethi Okyar'ın kısa süren başvekilliğinden sonra İsmet İnönü ile 12 yıl süren birlikteliğe, 1937'de İnönü'nün anılarında yer alan ifade ile 'fasıla' verildi. Atatürk'ün yaşamındaki son bir buçuk yılında başvekili Celal Bayar'dı. 1924 Anayasası yıllarında partili cumhurbaşkanlığına bakalım. Anayasa uyarınca Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanlığını Çankaya sürdürürken, Başvekâlet de partinin genel başkan vekili oluyordu. Cumhurbaşkanı, yürütmenin detayları ve mikro başlıklar yerine dış politika ile makro başlıklara müdahil olmakta idi. Başbakan icraatın sorumluluğunu üstlenmekte, parti ile ilgili önemli tasarruflar da genel sekreterde yani 'umumi kâtip' de idi.
Genel sekreterliğe değinmeden İnönü'nün seçimlerine de bakalım. 10 Kasım 1938'de Atatürk'ün vefatı üzerine 11 Kasım'da olağanüstü toplanan TBMM, seçim oturumu olarak beşinci sınavını verdi. 399 vekilden 348'inin katıldığı oylamada İnönü oy birliği ile 2. cumhurbaşkanı seçildi. 3 Nisan 1939'da -parlamento döneminin yenilenmesiyle- 429 vekilden 413'ün katıldığı oturumda oy birliğiyle ikinci, 8 Mart 1943'te 455 vekilin 435'inin mevcuduyla yapılan oturumda oy birliğiyle üçüncü kez cumhurbaşkanı seçildi. Dördüncü dönemi çok partili hayatın ilk seçimi sonrasında oldu. Her ne kadar öncesinde Milli Kalkınma Partisi kurulmuş olsa da 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'nin kuruluşunun milat kabul edilmesiyle Türkiye, çok partili hayata geçti. 21 Temmuz 1946'da ilk tek dereceli seçimler sonrasında 5 Ağustos 1946'da toplanan mecliste 465 vekilin 451'i hazır bulunuyordu. İnönü, CHP'li vekillerin desteğiyle, 388 oyla Çankaya'daki dördüncü ve son dönemine başladı.
Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'nün ardından Çankaya'ya çıkan isim Celal Bayar'dı. DP kürsüsü ve kalemleri 1946-1950 arası muhalefet evresinde, Çankaya'nın iktidar partisi genel başkanı olmasını eleştirdi. DP'nin iktidar safhası açılınca da tenkit edilen konuma düşmemek için Bayar, partisinin genel başkanlığını bırakarak Çankaya'ya çıktı. DP'nin süvarisi, Başbakan Adnan Menderes oldu. Genel Başkan Vekilliği tabiatıyla söndü. Ancak göz ardı edilmemesi gereken nokta şudur ki, herhangi bir yasal düzenleme yapılmadı. Bayar, partisinden değil partisinin genel başkanlığından ayrıldı. 1950 sonbaharındaki yerel seçimlerde mitinglerde DP adına konuşmalar yaptı partisine oy istedi. Partisinin iktidarının ilk döneminde birçok sefer Bakanlar Kurulu'na başkanlık etti. Bu hamiliğinin Menderes'le ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtığı tezi, ciddi kalemlerce işlendi. Atatürk ve İnönü gibi her seçim sonrası mecliste cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi ve Bayar, üç dönem görevde kaldı. On yıllık DP döneminin son dönemecinde Bayar yine Menderes'i geriye atarak demirkıratın dizginlerini eline aldı. Partili cumhurbaşkanlığı iki başlılığa son verir görüşünün, tarihin hükmünü verdiği yıllarda yatan partiyle münasebetini sürdüren cumhurbaşkanının iki başlılığa yol açtığı sonucuna rağmen ileri sürülmesi, bir başka tartışmayı beraberinde getirecektir.
Şimdi birkaç satır geriye dönelim. Partili cumhurbaşkanının tatbik edildiği -gerek tek partili gerek çok partili- yıllarda genel sekreterliğin taşıdığı önemin baremini şöyle gösterebiliriz. CHP'nin ilk genel sekreteri olan ve daha sonra başbakanlık da yapmış olan Recep Peker ismi, cumhuriyet tarihimizin önemli simalarındandır. Gerek genel sekreterliği dönemindeki icraatıyla gerek başbakanlığı döneminde muhalefet ile olan ilişkileri ile bu mertebededir. Recep Peker'in yerine gelen isim de cumhuriyet tarihinde denk ağırlığa sahip Şükrü Kaya'dır. Kaya, ayrıca Dahiliye Vekili olduğu için parti-devlet bütünleşmesinin tayin eden isimleri arasındadır. İnönü'nün cumhurbaşkanlığının ilk aylarında başbakanlığını sürdüren Celal Bayar, zoraki başbakan haftalarını atlattıktan sonra istifa etti. İnönü, Refik Saydam'ı başbakanlığa getirirken Saydam parti genel sekreteriydi. Başbakanlıkla genel sekreterliği, yani bir başka deyişle genel başkan yardımcılığı ve genel sekreterliği 22 ay birlikte yürüttü. Fik Öztrak yerine genel sekreter olurken Saydam, 8 Temmuz 1942'de vefat ettiğinde halen başbakandı. Saydam'dan boşalan koltuğa Şükrü Saraçoğlu otururken, devlet mekanizması ne kadar CHP'li ise, CHP o denli devlet mekanizmasıydı. Bu noktada bahsi açılmışken, tek parti döneminin doğal neticesi devlet-parti bütünleşmesi mevzubahis yıllarda herhangi bir tenkide açık bir durum değildi. Bilakis, tek parti sisteminde devlet-parti bütünleşmesi, partili cumhurbaşkanı sistemiyle tek partili siyasi hayatın doğal seyriydi. Valilerin görev yaptıkları illerdeki CHP İl başkanı olmaları, Halkevlerinin faaliyet ve düzenleri, Türkiye Futbol Federasyonu başkanından olimpiyat sporcularına kadar milli takım bünyesindeki isimlerin CHP üyesi olmaları, parti-devlet bütünleşmesinin esasları olarak değerlendirmek, menfi bir yorum olmaz çünkü arz edildiği gibi dişliler bu istikamette işlemektedir.
Tek partili yılların sona erip çok partili hayata geçişte ve sonrasında da CHP Genel Sekreterliği gücünü yitirmedi. 1950-1960 yılları arası CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, İnönü'nün parti politikalarını özellikle propaganda ve reklam başlıklarında değiştirmiş, uzun yıllar merkez sağda görülen siyaset tarzının bazı motiflerini uygulamıştır. Kasım Gülek'ten sonra genel sekreterliğe gelen İsmail Rüştü Aksal ise 1961 seçimlerinin CHP tarafından çoğunlukla kazanılması halinde İnönü'nün Çankaya'ya çıkma planında Başbakan olacak isimdir. Fazlaca dillendirildiği için Cüneyt Arcayürek'e göre Aksal, kendisini seçimler sırasında Başvekâlet'e hazırlanmıştır. Siyasetin Karaoğlan'ı Bülent Ecevit, parti içi mücadelesinin dönüm noktasını genel sekreterliğe seçilmesiyle aşmıştır. Ecevit'in parti içi rakibi Kemal Satır ve Ecevit'in çalışma arkadaşı Orhan Eyüpoğlu, Başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunmuş genel sekreterlerdi. Bülent Ecevit, 12 Eylül ara rejiminde darbeye maruz kalan liderlere siyaset yasağı getirilince, bu bildiriyi protesto etmek adına genel başkanlıktan istifa etti. Siyasi faaliyetlerin yasak olduğu ortamda parti bir genel başkan seçemiyordu ve son genel sekreter Mustafa Üstündağ, askeri yönetimin tüm partileri kapattığı 16 Ekim 1981 yılına kadar genel başkan vekili idi. CHP içerisindeki genel sekreterlik koltuğunun ışıltısı, 12 Eylül sonrasında kurulan yeni siyaset sahnesinde parıldamadı. Partili cumhurbaşkanlığını kaldırılıp Çankaya'yı partiler üstü konuma getiren 27 Mayıs'ın çizdiği cumhurbaşkanlığı rölyefi de, 12 Eylül'de bazı rötuşlarla 2007 yılına kadar çerçevede kaldı.
Genel sekreterliğine parti lideri cumhurbaşkanlığında ihtiyaç duyulabileceği, tarih koridorundaki yürüyüşümüzün ardından kesinlik arz etmeyen tespit olmasa da muhtemeldir. Partili cumhurbaşkanlığının önemli figürü olduğu hususunda ittifakla görüş birliği yapılan parti genel sekreterliğinin tesis edilmesi, iki başlılığa mı yol açar yoksa sistemin işleyişinde dinamo vazifesini mi üstlenir sorusunun yanıtını vermek için yeni sistemi denemek, Türkiye adına yılların cömertçe sarf edilmesi manasına gelebilir. Birçok başkan yardımcılığının kurulması ile parti tanzimi ve iç politikada yetkili, güçlü genel sekreterlik makamının noksanlığı doldurulamaz. Nitekim inisiyatif alınması iktiza ettiğinde yahut belirleyici ikinci isim ihtiyacında yardımcılıklardan ziyade makamın kudreti de bulunmalıdır. Mesele ikinci adam teşkil etmek değildir. Zira kişilerin sistemin biçtiği rolü benimsemesi veya ötesine geçebilmesi siyaset doğasının yazılı olmayan kaidelerinde yatmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder