Türk devlet felsefemize dair tartışmalar arasında Türk milleti on altı devleti yıkıldıktan sonra on yedinci devletini kurdu ifadesinin doğruluğu yer almaktadır. Şüphesiz tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya hükmetmiş Türklerin devlet felsefesi ve devlet teşkilatını konu edinen çalışmalarda önemli tespit ve görüşler vardır. Bu görüşler arasında yazarın benimsediği görüş, H. N. Atsız'ın dile getirdiği, 'Türk devlet ağacının batı ve doğu olarak şekillendiği, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yeni bir devlet olmadığı, imparatorluğun dağılması ve hanedanlığın kaldırılmasıyla milli devlet olarak rejim değişikliği yaşandığı' görüşüdür. Rejimini değiştirip tarih yürüyüşe devam Türkiye Cumhuriyeti devletinin 95 yıllık tarihinde ise 'sistem değişikliği' tartışmaları çoğu kez gündeme gelmiştir. Cumhuriyetin tarihini kategorize etme ihtiyacı hisseden bir siyasi lider, 16 Nisan 2017 Referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimleri sonrası Türkiye'nin üçüncü bir evreye girdiği savını ileri sürmüştür. Bu yazımızda öncelikle yakın tarihimizin koridorlarında 'sistem değişikliği' notlarına bakacağız. Yeni bir evreye geçilip geçilmediği sorusuna yanıt arayacağız. Bu esnada karşımıza çıkan sıralamalarla ilgili mazimizdeki kayıtlara değineceğiz.
Yakın geçmişteki seçimlerle beraber sistem değişikliğinin bir 'ilk' olup olmadığı tartışmalarını anımsıyoruz. Bununla başlayalım. Türkiye, 16 Nisan 2017 referandumu ile gerçekleştirdiği anayasa değişikliğinin bir ilk olma özelliği bulunmamakla beraber şüphesiz son da olmayacaktır. Cumhuriyet'in ilk anayasası olan 1924 ile erken cumhuriyet olarak adlandırabileceğimiz 1920-1923 yılları arası uygulamadığımız Meclis Hükümeti sistemine son verdik. Bu sistemde meclis bakanların hepsini tek tek seçiyordu. Bu usule son vererek kabine hükümeti sistemine geçtik. 1946'ya kadar tek partili hayat içerisinde iki kez çok partili hayata geçiş denemesi muvaffak olamadı. 1946'ta çok partili hayata geçerken anayasal hazırlıkları tamamlayıp süreci tamamlamak gibi bir seçenek varken el yordamıyla denemek, süreci başlattıktan sonra yasal gereklilikleri tamamlamak yolunu seçtik. Bu hususta ciltlerce kitap yazılmıştır. Çoğunluk ilkesi ile çok partili hayatın sürdüğü 1950-1960 yılları adeta başka bir sistem ürünüydü. Bir seçim yerinde oyların yarısından bir fazlasını dahi alan bölgenin tüm vekillerini kazanabiliyordu. Mesela 1954 seçimlerinde Demokrat Parti oyların %57'sini almıştı ancak meclisteki vekil dağılımında elde ettiği sandalye %93 (!) idi.
1961 ile başlayan yeni dönemde ise bütün kamuoyu ve önemli şahsiyetler -ki aralarında İsmet İnönü de vardı- 'İkinci Cumhuriyet' söylemini benimsedi. Bu ifadenin Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin tasfiye olduğu ve yerine yeni bir cumhuriyetin kurulduğu manasının çıkarılabileceği karşısında iyimser olmaları muhtemeldir. Aksi takdirde yıkılan bir cumhuriyetten mevzubahis etmek gerekir. Hıfzı Oğuz Bekata, İsmet Giritli ve Sadi Koçaş gibi isimler ikinci cumhuriyet başlığıyla eserler neşretmesi ile 1990'ların başında başlayan ve Çetin Altan'ın başını çektiği bir yazar topluluğunun ikinci cumhuriyet tartışması ortaya atması yan yana getirildiğinde her yeni anayasanın yeni cumhuriyet olarak nitelendirilmesi demek olur ki yazara göre bu garabettir. İki darbe bir muhtıra ile karşılaştığımız yılların 'ara dönemlerinde' teknokratlar hükümetleri kuruldu. İlk teknokrat hükümetimiz 1961 Kurucu Meclisi'ne karşı değil Milli Birlik Komitesi'ne karşı sorumluydu ve Ağustos 1961'deki istifalarını direk C. Gürsel'e takdim etmişlerdi. 1965'te Milli Bakiye sistemi ile ülkede bir seçim yerinde vekil çıkarabilecek oyu alamamasına karşın yurt genelinde oylarının toplamı bir kaç vekile yeten küçük partilere Türkiye milletvekilliği sandalyesi veriliyordu. Milli iradenin temsili yüksekti. İkinci yasama organımız Senato ise daha sonraki yıllarda 'kanun yapımında süreci uzattığı' eleştirilerine maruz kalacaktır. 1961 ile 1980 yılları arası ise katılımcı demokrasinin bir cilvesi vardı. Vekillerin adaylıklarını belirlerken parti delegelerinin katılımlarıyla ön seçim yapılıyordu. Yani adayı dahi oylarınızla belirliyordunuz. Ama bu yıllarda seçimlerdeki katılım oranları rekor sayılabilecek düşüklükte idi. 1982 ile barajlı yıllara geçtik. Hala kabine hükümeti sistemindeydik ama vesayet bir yandan baraj bir yandan meclis aritmetiğini oylardan ziyade belirleyenler vardı. Barajı geçemeyen partilerin oylarına karşılık olan sandalyeleri de kazananlar alıyordu. Partilerde de aday belirlemede temayül yoklamaları etkisini iyice kaybetmişti. Bu yıllarda kuvvetler ayrılığı ilkesi, darbeler sonrası yaşanan ara dönemlerde son bulup devlet başkanlarının uhdesinde toplanıyordu.
16 Nisan 2017 Anayasa Referandumuyla kabul edilip 9 Temmuz 2018'e yürürlüğe giren yeni sistemin adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi oldu. Bu yazının konusu, sistem hakkında bilgi derleyip tetkiki ve tenkidi değil. Ancak şuraya kadar ifade etmek istediğimiz husus, sırasıyla Meclis Hükümeti Sistemi, Kabine Hükümeti Sistemi ve nihayet Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bir yeni cumhuriyet iddiası atılamayacağı için kurucu cumhurbaşkanı, sistemin ilk cumhurbaşkanı ifadelerinin tanımlamada kapsayıcı olmadığı görüşüdür. Yüksek Seçim Kurulu'nun hazırladığı 9 Temmuz 2018'de TBMM açılış oturumunu yönetmek üzere en yaşlı üye olarak TBMM Başkanlığına vekâlet eden Durmuş Yılmaz tarafından Cumhurbaşkanı'na verilen mazbatada bilindiği üzere 13. Cumhurbaşkanı ifadesi bulunmaktadır. Yazının bundan sonraki kısmında Cumhurbaşkanımızın 'kaçıncı cumhurbaşkanı olduğu' sorusunu sorup yanıt arayalım.
1924-1960 yılları arasında yürürlükte olan anayasamız doğrultusunda TBMM her yeni yasama döneminde ilk iş olarak cumhurbaşkanlığı seçimini gerçekleştiriyordu. Mustafa Kemal Atatürk dört defa, Mustafa İsmet İnönü dört defa, Mahmut Celal Bayar üç defa cumhurbaşkanı seçildiler. Partili cumhurbaşkanlığı yılları olan bu evrede Atatürk ve İnönü, Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığı vazifelerini bir genel başkan vekiline devrediyorlardı. Celal Bayar ise Demokrat Parti genel başkanlığından anayasal bir zorunluluk olmaksızın kendi isteğiyle ayrıldı ve Adnan Menderes DP genel başkanı oldu. Böylelikle parti genel başkanları Çankaya'da değil Başbakanlık konutunda oldu. Bu evreyle ilgili bir anekdota değinelim 1946'da İnönü cumhurbaşkanı seçilirken DP grubu, meclis hiç kimsenin önünde ayağa kalkmaz ilkesini ileri sürerek, İnönü genel kurula girdiğinde ayağa kalkmamış, 1950'de Bayar cumhurbaşkanı seçilince bir dönem önce ileri sürdükleri ilkeyle çelişmemek adına yine ayağa kalkmayarak Bayar'ı oturdukları yerden alkış ve tezahüratla karşılamışlardır.
1961'den sonra Cumhurbaşkanları yedi yıllık dönemler halinde meclis tarafından seçilmiştir. Cemal Gürsel dördüncü cumhurbaşkanı sıfatını alarak kendisinden önceki üç cumhurbaşkanının seçildikleri dönem üzerinden değil görevde bulundukları süre boyunca sıralanmayarak makamda yeni bir başkan üzerinden sıralanması geleneğini başlatmıştır. Bugün bu gelenek ABD başkanları için de geçerlidir. Ayrıca Türkiye'deki spor kulüplerinde de aynı uygulama vardır. Şayet seçim dönemine ayrı sıralama yapılsa idi bugün ki cumhurbaşkanımız 21. Cumhurbaşkanı olarak görevini sürdürecekti. 12. Cumhurbaşkanı olarak vazifeli oldukları esnada kabine hükümetinin olmasıyla şimdi hükümet yapısının değişmesiyle sahip oldukları unvan sıralamasının değişmesinin elzem olmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca yasama dönemleri sıralamasında da tarihsel devamlılık 1984'de meclisçe kabul edilmiştir. 12 Eylül döneminde başlayan yeni yasama dönemine '1. Dönem' adı verilmişse de 1984'de bir değişiklik ile '17. Yasama dönemi,' adı verilmiştir. Bu hususta yasama dönemleri sıralamasında yaşanan bu düzenleme ile ilgili detaylar için bir Şerif İba'nın Parlamento Hukuku kitabını kaynak gösteriyoruz.
Devlet Başkanları ve Yasama Dönemi sıralamasındaki tartışmalar ilerleyen günlerde yeniden alevlenebilir yahut geride bırakılabilir. Hatta orta vadede yeniden hükümet sistemi değişikliğinin tecrübe edilmeyeceği garantisini iddia etmek sosyal bilimler açısından mümkün değildir. Kesin görülen, tartışmaların ilk kez olmadığıdır.
Yakın geçmişteki seçimlerle beraber sistem değişikliğinin bir 'ilk' olup olmadığı tartışmalarını anımsıyoruz. Bununla başlayalım. Türkiye, 16 Nisan 2017 referandumu ile gerçekleştirdiği anayasa değişikliğinin bir ilk olma özelliği bulunmamakla beraber şüphesiz son da olmayacaktır. Cumhuriyet'in ilk anayasası olan 1924 ile erken cumhuriyet olarak adlandırabileceğimiz 1920-1923 yılları arası uygulamadığımız Meclis Hükümeti sistemine son verdik. Bu sistemde meclis bakanların hepsini tek tek seçiyordu. Bu usule son vererek kabine hükümeti sistemine geçtik. 1946'ya kadar tek partili hayat içerisinde iki kez çok partili hayata geçiş denemesi muvaffak olamadı. 1946'ta çok partili hayata geçerken anayasal hazırlıkları tamamlayıp süreci tamamlamak gibi bir seçenek varken el yordamıyla denemek, süreci başlattıktan sonra yasal gereklilikleri tamamlamak yolunu seçtik. Bu hususta ciltlerce kitap yazılmıştır. Çoğunluk ilkesi ile çok partili hayatın sürdüğü 1950-1960 yılları adeta başka bir sistem ürünüydü. Bir seçim yerinde oyların yarısından bir fazlasını dahi alan bölgenin tüm vekillerini kazanabiliyordu. Mesela 1954 seçimlerinde Demokrat Parti oyların %57'sini almıştı ancak meclisteki vekil dağılımında elde ettiği sandalye %93 (!) idi.
1961 ile başlayan yeni dönemde ise bütün kamuoyu ve önemli şahsiyetler -ki aralarında İsmet İnönü de vardı- 'İkinci Cumhuriyet' söylemini benimsedi. Bu ifadenin Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin tasfiye olduğu ve yerine yeni bir cumhuriyetin kurulduğu manasının çıkarılabileceği karşısında iyimser olmaları muhtemeldir. Aksi takdirde yıkılan bir cumhuriyetten mevzubahis etmek gerekir. Hıfzı Oğuz Bekata, İsmet Giritli ve Sadi Koçaş gibi isimler ikinci cumhuriyet başlığıyla eserler neşretmesi ile 1990'ların başında başlayan ve Çetin Altan'ın başını çektiği bir yazar topluluğunun ikinci cumhuriyet tartışması ortaya atması yan yana getirildiğinde her yeni anayasanın yeni cumhuriyet olarak nitelendirilmesi demek olur ki yazara göre bu garabettir. İki darbe bir muhtıra ile karşılaştığımız yılların 'ara dönemlerinde' teknokratlar hükümetleri kuruldu. İlk teknokrat hükümetimiz 1961 Kurucu Meclisi'ne karşı değil Milli Birlik Komitesi'ne karşı sorumluydu ve Ağustos 1961'deki istifalarını direk C. Gürsel'e takdim etmişlerdi. 1965'te Milli Bakiye sistemi ile ülkede bir seçim yerinde vekil çıkarabilecek oyu alamamasına karşın yurt genelinde oylarının toplamı bir kaç vekile yeten küçük partilere Türkiye milletvekilliği sandalyesi veriliyordu. Milli iradenin temsili yüksekti. İkinci yasama organımız Senato ise daha sonraki yıllarda 'kanun yapımında süreci uzattığı' eleştirilerine maruz kalacaktır. 1961 ile 1980 yılları arası ise katılımcı demokrasinin bir cilvesi vardı. Vekillerin adaylıklarını belirlerken parti delegelerinin katılımlarıyla ön seçim yapılıyordu. Yani adayı dahi oylarınızla belirliyordunuz. Ama bu yıllarda seçimlerdeki katılım oranları rekor sayılabilecek düşüklükte idi. 1982 ile barajlı yıllara geçtik. Hala kabine hükümeti sistemindeydik ama vesayet bir yandan baraj bir yandan meclis aritmetiğini oylardan ziyade belirleyenler vardı. Barajı geçemeyen partilerin oylarına karşılık olan sandalyeleri de kazananlar alıyordu. Partilerde de aday belirlemede temayül yoklamaları etkisini iyice kaybetmişti. Bu yıllarda kuvvetler ayrılığı ilkesi, darbeler sonrası yaşanan ara dönemlerde son bulup devlet başkanlarının uhdesinde toplanıyordu.
16 Nisan 2017 Anayasa Referandumuyla kabul edilip 9 Temmuz 2018'e yürürlüğe giren yeni sistemin adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi oldu. Bu yazının konusu, sistem hakkında bilgi derleyip tetkiki ve tenkidi değil. Ancak şuraya kadar ifade etmek istediğimiz husus, sırasıyla Meclis Hükümeti Sistemi, Kabine Hükümeti Sistemi ve nihayet Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bir yeni cumhuriyet iddiası atılamayacağı için kurucu cumhurbaşkanı, sistemin ilk cumhurbaşkanı ifadelerinin tanımlamada kapsayıcı olmadığı görüşüdür. Yüksek Seçim Kurulu'nun hazırladığı 9 Temmuz 2018'de TBMM açılış oturumunu yönetmek üzere en yaşlı üye olarak TBMM Başkanlığına vekâlet eden Durmuş Yılmaz tarafından Cumhurbaşkanı'na verilen mazbatada bilindiği üzere 13. Cumhurbaşkanı ifadesi bulunmaktadır. Yazının bundan sonraki kısmında Cumhurbaşkanımızın 'kaçıncı cumhurbaşkanı olduğu' sorusunu sorup yanıt arayalım.
1924-1960 yılları arasında yürürlükte olan anayasamız doğrultusunda TBMM her yeni yasama döneminde ilk iş olarak cumhurbaşkanlığı seçimini gerçekleştiriyordu. Mustafa Kemal Atatürk dört defa, Mustafa İsmet İnönü dört defa, Mahmut Celal Bayar üç defa cumhurbaşkanı seçildiler. Partili cumhurbaşkanlığı yılları olan bu evrede Atatürk ve İnönü, Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığı vazifelerini bir genel başkan vekiline devrediyorlardı. Celal Bayar ise Demokrat Parti genel başkanlığından anayasal bir zorunluluk olmaksızın kendi isteğiyle ayrıldı ve Adnan Menderes DP genel başkanı oldu. Böylelikle parti genel başkanları Çankaya'da değil Başbakanlık konutunda oldu. Bu evreyle ilgili bir anekdota değinelim 1946'da İnönü cumhurbaşkanı seçilirken DP grubu, meclis hiç kimsenin önünde ayağa kalkmaz ilkesini ileri sürerek, İnönü genel kurula girdiğinde ayağa kalkmamış, 1950'de Bayar cumhurbaşkanı seçilince bir dönem önce ileri sürdükleri ilkeyle çelişmemek adına yine ayağa kalkmayarak Bayar'ı oturdukları yerden alkış ve tezahüratla karşılamışlardır.
1961'den sonra Cumhurbaşkanları yedi yıllık dönemler halinde meclis tarafından seçilmiştir. Cemal Gürsel dördüncü cumhurbaşkanı sıfatını alarak kendisinden önceki üç cumhurbaşkanının seçildikleri dönem üzerinden değil görevde bulundukları süre boyunca sıralanmayarak makamda yeni bir başkan üzerinden sıralanması geleneğini başlatmıştır. Bugün bu gelenek ABD başkanları için de geçerlidir. Ayrıca Türkiye'deki spor kulüplerinde de aynı uygulama vardır. Şayet seçim dönemine ayrı sıralama yapılsa idi bugün ki cumhurbaşkanımız 21. Cumhurbaşkanı olarak görevini sürdürecekti. 12. Cumhurbaşkanı olarak vazifeli oldukları esnada kabine hükümetinin olmasıyla şimdi hükümet yapısının değişmesiyle sahip oldukları unvan sıralamasının değişmesinin elzem olmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca yasama dönemleri sıralamasında da tarihsel devamlılık 1984'de meclisçe kabul edilmiştir. 12 Eylül döneminde başlayan yeni yasama dönemine '1. Dönem' adı verilmişse de 1984'de bir değişiklik ile '17. Yasama dönemi,' adı verilmiştir. Bu hususta yasama dönemleri sıralamasında yaşanan bu düzenleme ile ilgili detaylar için bir Şerif İba'nın Parlamento Hukuku kitabını kaynak gösteriyoruz.
Devlet Başkanları ve Yasama Dönemi sıralamasındaki tartışmalar ilerleyen günlerde yeniden alevlenebilir yahut geride bırakılabilir. Hatta orta vadede yeniden hükümet sistemi değişikliğinin tecrübe edilmeyeceği garantisini iddia etmek sosyal bilimler açısından mümkün değildir. Kesin görülen, tartışmaların ilk kez olmadığıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder