Giriş: Evrensel Bir Sorgulamanın İzinde
Evrenin muazzam genişliği, içindeki düzen ve karmaşıklık, insanlık var olduğundan beri düşünürleri, şairleri, bilim insanlarını ve sıradan insanları büyülemiş, derin sorulara sevk etmiştir. "Nereden geldik?", "Bu evren nasıl oluştu?", "Yasaları nelerdir?", "Bizim bu sonsuzluk içindeki yerimiz nedir?" gibi sorular, medeniyetlerin kültürel, felsefi ve dini kimliklerinin şekillenmesinde merkezi bir rol oynamıştır. Kozmos – yani düzenli evren – anlayışı, sadece fiziksel gerçekliğe dair bir tasavvur olmanın ötesinde, varoluşun anlamı, bilgiye ulaşma yolları ve hatta toplumsal düzen hakkındaki temel kabulleri de yansıtır.
Durmuş Hocaoğlu'nun İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Felsefe Doktorası derecesi için hazırladığı ve 1994 yılında tamamladığı "Türk-İslâm Düşüncesi ve Modern Fizik'de Kozmos" başlıklı kapsamlı tezi, bu evrensel sorgulamayı belirli bir tarihsel ve kültürel eksende, karşılaştırmalı bir yöntemle ele alan son derece değerli bir akademik çalışmadır. Hocaoğlu, bu tezinde, farklı düşünce sistemlerinin ve bilimsel paradigmaların kozmosu nasıl kavradığını ve bu kavrayışların zaman içinde nasıl evrildiğini titizlikle incelemektedir. Çalışmanın odak noktası, isminden de anlaşılacağı üzere, bir yanda kökleri İslâm öncesi döneme uzanan Türk düşüncesi ve onun İslâmiyet ile etkileşimi sonucu ortaya çıkan zengin İslâm düşünce geleneği, diğer yanda ise Batı'da gelişen ve günümüz evren anlayışını şekillendiren Klasik ve Modern Fizik'tir.
Bu makalenin amacı, Hocaoğlu'nun bu hacimli ve derinlikli tezinin ana argümanlarını, yapısını ve temel bulgularını daha geniş bir okuyucu kitlesine sunmak, ancak bunu yaparken tezin orijinal kapsamını ve detay seviyesini yansıtacak şekilde genişletilmiş bir çerçevede gerçekleştirmektir. Hocaoğlu'nun Önsöz'de belirttiği gibi, çalışma sadece farklı kozmolojileri yan yana sıralamakla yetinmez; aynı zamanda bu farklı anlayışların birbirleriyle olan etkileşimlerini, benzerliklerini, farklılıklarını ve tarihsel süreçteki dönüşümlerini de ortaya koymayı hedefler. Tezin belki de en önemli vurgularından biri, ne yekpare bir "Türk Kozmolojisi" ne de tek tip bir "İslâm Kozmolojisi" olduğudur. Aksine, her iki gelenek içinde de farklı dönemlerde, farklı coğrafyalarda ve farklı entelektüel akımlar bünyesinde gelişmiş, birbirleriyle zaman zaman çelişen veya farklılaşan çoğul "kozmolojiler" mevcuttur. Bu durum, kozmos anlayışının statik değil, dinamik ve sürekli yeniden yorumlanan bir alan olduğunu göstermektedir.
Makalemiz, Hocaoğlu'nun tezinin Fihrist'inde (İçindekiler) belirlediği ana bölümleri takip edecektir. İlk olarak, İslâm öncesi Türk düşüncesindeki kozmos anlayışlarının izini sürecek, bu dönemin kaynak sorunlarına ve temel özelliklerine değineceğiz. Ardından, İslâm düşüncesine geçerek, Kur'an'ın evrene bakış açısını ve İslâm felsefesi ile Kelam okullarının geliştirdiği çeşitli kozmolojik modelleri (Sudûr, Atomculuk vb.) ayrıntılı olarak ele alacağız. Üçüncü bölümde, Batı'da Rönesans sonrası gelişen Klasik Fiziğin mekanistik evren modelini ve Newtoncu kozmolojiyi inceleyeceğiz. Dördüncü bölümde ise, 20. yüzyılda Rölativite ve Kuantum Fiziği ile başlayan devrimlerin modern kozmoloji anlayışını (Genişleyen Evren, Büyük Patlama) nasıl şekillendirdiğini tartışacağız. Her bölümde, kavramsal analizlerin yanı sıra, Hocaoğlu'nun vurguladığı karşılaştırmalı perspektifi ve felsefi boyutları (ontoloji, epistemoloji) ön plana çıkaracağız. Bu genişletilmiş makale, Hocaoğlu'nun tezinin zenginliğini yansıtarak, kozmos anlayışının tarihsel ve düşünsel derinliğine kapsamlı bir bakış sunmayı hedeflemektedir.
1. İslâm Öncesi Türk Düşüncesinde Kozmos: Mit, Ritüel ve Dünya Görüşü
İslâmiyet öncesi Türklerin kozmolojik tasavvurlarını anlamaya çalışmak, adeta sisler içinde kaybolmuş bir dünyanın izlerini sürmeye benzer. Hocaoğlu'nun "Konunun Özü ve Bünyesel Güçlüğü" başlığı altında vurguladığı gibi, bu döneme ait doğrudan yazılı felsefi veya kozmolojik metinlerin yokluğu, araştırmacıları daha çok arkeolojik buluntulara, komşu kültürlerin kayıtlarına, dilbilimsel verilere ve daha sonraki dönemlerde derlenmiş mitolojik anlatılara, destanlara ve halk inanışlarına dayanmak zorunda bırakmaktadır. Bu durum, kaçınılmaz olarak yorumların çeşitlenmesine ve bazı noktaların spekülatif kalmasına neden olur. Ancak bu zorluklara rağmen, mevcut veriler ışığında, eski Türklerin evrene dair oldukça gelişmiş, katmanlı ve sembolik bir dünya görüşüne sahip oldukları anlaşılmaktadır.
1.1. Kaynakların Sınırlılığı ve Yorumlama Güçlükleri
Eski Türk kozmolojisini çalışmanın temel zorluğu, birincil kaynak eksikliğidir. Göktürk Yazıtları gibi anıtsal metinler daha çok siyasi ve tarihi olaylara odaklansa da, içerdikleri ifadeler ve kullanılan kavramlar (örneğin, "üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında kişioğlu kılınmış") dönemin kozmolojik anlayışına dair ipuçları sunar. Ancak sistematik bir kozmoloji metni bulunmamaktadır. Çin, Bizans, İran ve Arap kaynaklarındaki bilgiler ise genellikle dışarıdan bir bakış açısını yansıtır ve kültürel önyargılar içerebilir. Uygur dönemine ait Maniheist ve Budist metinler daha fazla kozmolojik içerik sunsa da, bunlar büyük ölçüde geldikleri dinlerin kendi kozmolojilerini yansıtır ve özgün Türk düşüncesini ne ölçüde temsil ettiği tartışmalıdır. Dolayısıyla, araştırmacılar genellikle farklı kaynaklardan elde edilen parçaları birleştirerek ve karşılaştırmalı mitoloji yöntemlerini kullanarak bir resim oluşturmaya çalışırlar. Bu da, elde edilen sonuçların kesinlikten ziyade olasılıklar ve yorumlar düzeyinde kalmasına yol açar.
1.2. Temel Özellikler: Üniversalizm, Plüralizm ve Siyasetle İlişki
Hocaoğlu, tüm bu güçlüklere rağmen İslâm öncesi Türk Kozmolojisi'nin iki temel özelliğini öne çıkarır: Üniversalizm (Evrensellik) ve Plüralizm (Çoğulculuk).
* Üniversalizm: Eski Türk düşüncesinde kozmos, sadece içinde yaşanılan fiziksel bir mekan değil, aynı zamanda evrensel bir düzenin tezahürüdür. Bu düzenin merkezinde genellikle Gök Tanrı (Tengri) inancı bulunur. Gök, sadece fiziksel bir tavan değil, aynı zamanda ilahi iradenin, kudretin ve meşruiyetin kaynağıdır. Bu inanç, siyasi alana da yansır. Türk Kağanı, Gök Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilir ve ona evrensel bir egemenlik kurma görevi ("kut") verildiğine inanılır. "Cihan Hakimiyeti Mefkuresi" olarak bilinen bu anlayış, kozmolojik düzenin siyasi düzene model oluşturduğu veya onu meşrulaştırdığı fikrine dayanır. Kağanın görevi, yeryüzünde de gökteki gibi bir düzen (töre) kurmaktır. Kozmosun evrenselliği, siyasi iddianın da evrenselliğini besler.
* Plüralizm: Üniversalizm ilkesine rağmen, eski Türk Kozmolojisi tekdüze (üniform) ve değişmez değildir. Geniş bir coğrafyaya yayılan ve farklı kültürel etkileşimler yaşayan Türk toplulukları (Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Yakutlar, Altaylar vb.) arasında kozmolojik tasavvurlarda farklılıklar gözlenir. Farklı mitolojik anlatılar, farklı Panteon yapıları ve evrenin kökenine (kozmogoni) dair çeşitli versiyonlar bulunur. Hocaoğlu'nun "Türk Kozmolojileri" ifadesi, bu çeşitliliği ve çoğulculuğu vurgular. Bu plüralizm, hem farklı coğrafi koşulların hem de temas kurulan medeniyetlerin (Çin, İran, Hint, Sibirya halkları) etkilerinin bir sonucudur. Örneğin, Uygurların Maniheizm ve Budizm'i benimsemesiyle birlikte, bu dinlerin kozmolojik unsurları (düalizm, reenkarnasyon inançları, farklı evren katları tasavvurları) Türk düşüncesine entegre olmuştur.
1.3. Varlık Küresi, Panteon ve Kozmos: Kavramsal Çerçeve
Hocaoğlu, eski Türk düşüncesindeki evren anlayışını açıklarken üç temel kavramı ayırt eder:
* Varlık Küresi: Bu kavram, insan algısından ve yorumundan bağımsız, objektif olarak var olan gerçekliği ifade eder. Eski Türklerin genel olarak bu "Varlık Küresi"nin gerçekliğine inandıkları (realist bir ontoloji) anlaşılmaktadır. Varlık, statik bir "olma" halinden ziyade, sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olan dinamik bir "oluş" süreci olarak kavranır.
* Panteon: Varlık Küresi içinde yer alan, ancak sıradan insan algısının ötesinde bulunan tanrılar, ruhlar ve mitolojik varlıklar dünyasıdır. Gök Tanrı (Tengri) genellikle bu Panteon'un zirvesindedir, ancak onun yanı sıra Yer-Su ruhları, Umay (doğum ve bereket tanrıçası), Erlik (yeraltı dünyasının hakimi) gibi çeşitli ilahi ve yarı-ilahi varlıklar da bulunur. Panteon'un yapısı ve içindeki varlıkların hiyerarşisi, farklı Türk topluluklarında değişiklik gösterebilir.
* Kozmos: İnsanların yaşadığı, algıladığı ve anlamlandırdığı düzenli evren modelidir. Bu model genellikle Panteon'daki güçler tarafından şekillendirilir ve yönetilir. Kozmos, sadece fiziksel bir yapı değil, aynı zamanda sembolik bir anlam dünyasıdır. Ritüeller, mitler ve toplumsal düzen, bu kozmolojik modelle sıkı bir ilişki içindedir.
1.4. Kozmogoni: Evrenin Yaratılışına Dair Anlatılar
Evrenin nasıl oluştuğu sorusu, eski Türk mitolojilerinde çeşitli kozmogonik anlatılarla yanıtlanır. Hocaoğlu'nun incelediği başlıca kozmogoniler şunlardır:
* Chou Kozmogonisi: Daha çok Çin kaynaklarında aktarılan ve en eski Türk devletlerinden biriyle ilişkilendirilen bu anlatıda, başlangıçta bir kaos veya boşluk (muhtemelen Gök ve Yer'in birleşik olduğu bir durum) vardır. Ardından Gök ve Yer ayrılır ve evren oluşur.
* Ural-Altay Kozmogonisi (Yaratılış Destanı varyantları): Bu anlatılarda genellikle başlangıçta sonsuz bir su (deniz) vardır. Tanrı (Ülgen veya Kayra Han) bu suyun üzerinde yüzerken, sudan çıkardığı toprakla veya yanında bulunan bir varlığa (örneğin Erlik'e veya bir kuşa) yaptırdığı toprakla dünyayı yaratır. Gök katları ve yeraltı dünyası da bu süreçte oluşur. Bu anlatılarda genellikle bir düalizm (iyi-kötü, Tanrı-Erlik çatışması) unsuru bulunur.
* Yakut (Saha) Kozmogonisi: Sibirya'daki Yakut Türklerinin anlatılarında da benzer motifler (başlangıçtaki su, dalgıç kuşun toprak getirmesi) görülür, ancak kendi kültürel bağlamlarına özgü detaylar içerir.
* Göktürk Kozmogonisi: Orhun Yazıtları'ndaki "Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta..." ifadesi, Gök ve Yer'in yaratılışına veya varoluşuna işaret eder. Yaratılışın detayları tam olarak bilinmese de, Gök ve Yer'in temel kozmik unsurlar olduğu açıktır.
* Uygur Kozmogonisi: Uygurların benimsediği Maniheizm ve Budizm, kendi kozmogonik anlatılarını da beraberinde getirmiştir. Maniheizm'de Işık ve Karanlık arasındaki ezeli mücadele evrenin oluşumunu belirlerken, Budizm'de evrenin döngüsel bir yaratılış ve yok oluş sürecinden geçtiği düşünülür. Bu anlatılar, Uygur Türklerinin kozmos anlayışını önemli ölçüde etkilemiştir.
Bu farklı kozmogoniler, tek bir yaratılış miti olmadığını, ancak başlangıçtaki kaos/su, Gök-Yer ayrımı, dünyanın bir merkezden genişlemesi gibi ortak arketiplerin farklı versiyonlarda tekrarlandığını gösterir.
1.5. Kozmosun Yapısı: Gök, Yer, Yeraltı ve Zaman
Eski Türk Kozmolojisi'nde evren genellikle katmanlı bir yapıya sahiptir. En yaygın model üçlü bir ayrıma dayanır:
* Gök: Genellikle birden fazla (3, 7, 9 veya 17 gibi) kattan oluştuğuna inanılır. En üst kat, Gök Tanrı'nın mekanıdır. Gök katları, iyi ruhların, tanrıların ve gök cisimlerinin bulunduğu yerdir. Şamanların trans halinde bu katlara yolculuk yaptığına inanılır. Gök, aynı zamanda düzenin, yasaların ve kaderin kaynağıdır.
* Yer: İnsanların, hayvanların ve bitkilerin yaşadığı orta dünyadır. Genellikle düz bir tepsi veya disk şeklinde tasavvur edilir. Yeryüzünün merkezinde kutsal bir dağ (örneğin Ötüken) veya Dünya Ağacı (Hayat Ağacı) bulunur. Bu merkez, Gök ile Yer'i ve hatta Yeraltı'nı birbirine bağlayan kozmik bir eksen (Axis Mundi) işlevi görür. Yer-Su ruhları, yeryüzündeki doğal unsurların (dağlar, nehirler, ormanlar) koruyucuları olarak kabul edilir.
* Yer-Altı: Genellikle karanlık, soğuk ve ölülerin ruhlarının gittiği bir diyar olarak tasavvur edilir. Buranın hakimi Erlik Han'dır. Yeraltı da Gök gibi katmanlı olabilir. Sadece ölüler diyarı değil, aynı zamanda hastalıkların, kötülüklerin ve kaosun da kaynağı olarak görülebilir. Ancak bazı anlatılarda ataların ruhlarının bulunduğu ve bilgelik kaynağı olabilen bir yer olarak da algılanabilir.
Bu üç katmanlı yapı, dikey bir eksen etrafında düzenlenir. Yatay düzlemde ise yönler (doğu genellikle kutsal ve başlangıç yönü olarak kabul edilir) ve merkez kavramı önemlidir.
Zaman anlayışı da kozmolojinin ayrılmaz bir parçasıdır. Eski Türklerde zaman genellikle doğrusal bir ilerlemeden ziyade döngüsel olarak algılanır. Mevsimlerin döngüsü, gece ve gündüzün birbirini izlemesi, doğum ve ölüm bu döngüsel anlayışı besler. 12 Hayvanlı Türk Takvimi, zamanın periyodik olarak tekrar eden niteliğini yansıtan önemli bir örnektir. Zaman, sadece bir ölçü birimi değil, aynı zamanda kozmik düzenin bir parçasıdır ve bazen "Öd Tengri" (Zaman Tanrısı) gibi kavramlarla kişileştirilebilir.
Sonuç olarak, İslâm öncesi Türk düşüncesindeki kozmos, mitolojik unsurlar, ritüel pratikler (özellikle Şamanizm ile ilişkili olanlar) ve toplumsal/siyasi yapıyla iç içe geçmiş, sembolik anlamlarla yüklü, dinamik ve çoğulcu bir dünya görüşünü yansıtır. Bu zengin miras, Türklerin İslâmiyet'i kabulüyle birlikte yeni bir döneme girecek ve İslâm düşüncesiyle etkileşerek dönüşmeye devam edecektir.
2. İslâm Düşüncesinde Kozmos: Vahiy, Felsefe ve Teolojinin Kesişim Noktası
Türklerin 8. yüzyıldan itibaren kitleler halinde İslâmiyet'i benimsemesi, düşünce dünyalarında köklü bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Kozmos anlayışları da bu dönüşümden payını almış, yeni dinin temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim ve onun etrafında gelişen zengin İslâm felsefesi ve Kelam (teoloji) geleneği ile yeniden şekillenmiştir. Ancak Hocaoğlu'nun ısrarla vurguladığı gibi, bu süreç tek yönlü bir adaptasyon veya eskiyi tamamen silip yerine yenisini koyma şeklinde gerçekleşmemiştir. Aksine, İslâm düşüncesi içinde de farklı kozmolojik yorumlar ortaya çıkmış ve eski Türk düşüncesinin bazı unsurları İslâmî formlar altında varlığını sürdürmüştür. Hocaoğlu, bu karmaşık manzarayı "Kur'an'da Kozmos" ve "İslâm Felsefe Okullarında Kozmos" başlıkları altında inceler.
2.1. Kur'an'da Kozmos: Ontolojik İlkeler ve Tefekkür Daveti
Kur'an-ı Kerim, modern anlamda bir bilim veya kozmoloji kitabı olmamakla birlikte, evrenin yaratılışı, yapısı, işleyişi ve anlamı hakkında temel ontolojik (varlık bilimsel) ve teleolojik (gayesel) ilkeler ortaya koyar. Hocaoğlu, Kur'an'dan doğrudan sistematik bir "kozmoloji modeli" çıkarmanın "problematiklerine" dikkat çeker. Çünkü Kur'an'ın öncelikli amacı, insanlara Allah'ı tanıtmak, doğru yolu göstermek ve onları ahlaki bir yaşama yönlendirmektir. Evrene dair ayetler de genellikle bu ana amaç doğrultusunda, Allah'ın kudretini, sanatını, birliğini ve hikmetini göstermek, insanları tefekküre (derin düşünmeye) ve şükretmeye teşvik etmek için kullanılır.
Ancak bu ayetlerden yola çıkarak, İslâm düşüncesinin temelini oluşturan bazı kozmolojik prensipler belirlemek mümkündür. Hocaoğlu'nun tespit ettiği ve yukarıda özetlenen altı temel ilkeyi (Realizm, Kreasyonizm, Regülarizm, Perfectionism, Gnostisizm, Teleolojizm) biraz daha açalım:
* Realizm: Kur'an, içinde yaşadığımız fiziksel dünyanın (âlem-i şehâdet) hayal veya yanılsama olmadığını, Allah tarafından yaratılmış gerçek bir varlığa sahip olduğunu belirtir. Bu, idealist veya panteist yorumlara karşı materyal olmayan bir realizmi ifade eder. Dünya, Allah'ın ayetlerinin (işaretlerinin) tecelli ettiği bir alandır.
* Kreasyonizm (Yaratılışçılık): Evrenin ezeli ve kendiliğinden var olmadığı, mutlak güç ve irade sahibi Allah tarafından belirli bir zamanda ve "Kün" (Ol!) emriyle yoktan var edildiği (ibdâ') Kur'an'ın en temel öğretilerindendir. Yaratılışın altı günde/evrede tamamlandığına dair ifadeler, sürecin aşamalı ve planlı olduğunu ima eder. Bu ilke, Dehriyyûn (Materyalistler) gibi evrenin ezeliliğini savunan görüşlere karşı çıkar. Allah, sadece yaratıcı değil, aynı zamanda yarattıklarını sürekli kontrol eden, yöneten ve ayakta tutandır (Kayyûm).
* Regülarizm (Düzenlilik): Kur'an, evrende başıboşluk ve kaos olmadığını, aksine hassas bir ölçü (kader), denge (mizan) ve yasalara (sünnetullah) göre işleyen mükemmel bir düzen bulunduğunu vurgular. Güneş'in, Ay'ın ve yıldızların hareketleri, gece ile gündüzün birbirini izlemesi, yağmurun yağması, bitkilerin büyümesi gibi doğa olayları, bu ilahi düzenin delilleri olarak sunulur. Bu düzenlilik, evrenin tesadüfen oluşmadığını gösterir.
* Perfectionism (Mükemmellik): Yaratılışın her aşamasında ve evrenin her köşesinde bir uyum, güzellik ve kusursuzluk olduğu belirtilir. "Allah'ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk (tefâvüt) göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk (fütûr) görüyor musun?" (Mülk Suresi, 3) gibi ayetler, evrenin estetik ve fonksiyonel mükemmelliğine işaret eder. Bu mükemmellik, Yaratıcının sonsuz ilmini ve sanatını yansıtır.
* Gnostisizm (Bilinebilirlik): Evren, kapalı ve anlaşılamaz bir sır yumağı değildir. İnsanlara akıl, duyu organları ve sezgi yetenekleri verilmiştir ve Kur'an, insanları sürekli olarak evreni gözlemlemeye (nazar), üzerinde düşünmeye (tefekkür), akıl yürütmeye (taakkul) ve ders çıkarmaya (tezekkür, itibar) davet eder. Evren, Allah'ın varlığını, birliğini ve sıfatlarını gösteren bir "açık kitap" gibidir. Bilgiye ulaşmak mümkündür ve teşvik edilir.
* Teleolojizm (Gayeçilik): Evrenin yaratılışının boşuna ve anlamsız olmadığı, her şeyin belirli bir amaç ve hikmete hizmet ettiği vurgulanır. "Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık." (Sâd Suresi, 27). İnsanların ve cinlerin temel yaratılış gayesi Allah'a kulluk etmek olarak belirtilirken, evrenin kendisi de insanın yaşaması, Allah'ı tanıması ve imtihan olması için hazırlanmış bir ortam olarak sunulur. Her varlığın kendine özgü bir görevi ve amacı vardır.
Bu altı ilke, Kur'an'ın kozmolojik vizyonunun temel direkleridir ve sonraki tüm İslâmî kozmoloji yorumları için bir referans noktası ve meşruiyet zemini oluşturmuştur.
2.2. İslâm Felsefe Okullarında Kozmos: Birikim, Sentez ve Çeşitlilik
İslâm dünyası, fetihler ve kültürel etkileşimler yoluyla Antik Yunan (özellikle Aristoteles ve Platon), Helenistik (Yeni-Platonculuk, Hermetizm), İran (Zerdüştlük, Maniheizm) ve Hint düşünce gelenekleriyle temas kurmuş ve bu birikimi kendi potasında eriterek özgün felsefi ve bilimsel çalışmalar ortaya koymuştur. Bu süreçte, kozmos anlayışları da büyük bir çeşitlilik kazanmıştır. Hocaoğlu, bu çeşitliliği "İslâm Felsefesi'nin Kaynakları" ve ana felsefe okullarının (Meşşâîlik, İşrâkîlik, İhvân-ı Safâ, Tabiiyyûn, Dehriyyûn) yanı sıra Kelam okullarının (Mu'tezile, Eş'arîlik) kozmolojilerini ayrı ayrı ele alarak gösterir. Burada da tek bir "İslâm Kozmolojisi"nden ziyade, farklı öncüllere, yöntemlere ve sonuçlara sahip "İslâm Kozmolojileri"nden bahsetmek gerekir.
* Meşşâîlik (Aristotelesçilik/Peripatetizm): Kindi, Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi büyük filozofların temsil ettiği bu akım, İslâm dünyasında felsefenin kurumsallaşmasında ve gelişmesinde öncü rol oynamıştır. Kozmolojilerinin temelinde, Yeni-Platonculuk'tan uyarladıkları Sudûr (Taşma/Emanasyon) Teorisi yer alır. Bu teoriye göre, varlık, mutlak Bir ve Zorunlu Varlık olan Allah'tan (İlk Neden), bir zorunluluk ve ilahi cömertlik sonucu, hiyerarşik bir düzen içinde taşarak meydana gelir. Allah'tan ilk olarak "İlk Akıl" (el-Aklü'l-Evvel) sudûr eder. Bu Akıl, hem Allah'ı hem de kendi varlığını düşünür. Bu düşünme eylemi sonucunda "İkinci Akıl", "İlk Feleğin Nefsi" ve "İlk Feleğin Cismi" meydana gelir. Bu süreç, Ay-altı âleme kadar (genellikle 10 Akıl ve 9 Felek varsayılır) devam eder. En son Akıl olan "Faal Akıl" (el-Aklü'l-Fa'âl), Ay-altı âlemi (dünyayı) yönetir ve insan nefslerine bilgi formlarını verir.
Meşşâî kozmolojisinin yapısı, büyük ölçüde Batlamyus (Ptolemy) tarafından geliştirilen Geo-santrik (Yer merkezli) modele dayanır. Merkezde hareketsiz Dünya bulunur. Etrafında sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn felekleri ve en dışta tüm yıldızları içeren Sabit Yıldızlar Feleği (Felek-i Atlas) yer alır. Felekler, saydam, iç içe geçmiş küreler şeklindedir ve her biri kendi Akıl'ı ve Nefs'i tarafından hareket ettirilir. Ay-altı âlem (Kevn ve Fesâd Âlemi - Oluş ve Bozuluş Âlemi), dört unsurdan (toprak, su, hava, ateş) oluşur ve burada değişim, oluş ve bozuluş hakimdir. Ay-üstü âlem (Felekler) ise beşinci bir unsurdan (esîr) yapılmıştır ve burada değişim sadece dairesel harekettir, oluş ve bozuluş yoktur. Cisim, zaman, mekân ve hareket gibi temel fiziksel kategoriler, Aristoteles'in Fizik ve Metafizik eserlerindeki tanımlamalara uygun olarak ele alınır. Zaman, hareketin ölçüsü; mekân, cismin sınırıdır. Bu kozmoloji, felsefi tutarlılığı ve gözlemsel verilerle (o dönemki) uyumu nedeniyle uzun süre İslâm dünyasında ve Orta Çağ Avrupa'sında hakim olmuştur.
* İşrâkîlik (Aydınlanma Felsefesi): Şihâbeddin Sühreverdî el-Maktûl tarafından kurulan bu mistik ve felsefi akım, Meşşâî felsefesinin rasyonalizmini ve bazı Aristotelesçi kabullerini eleştirir. Sühreverdî, Antik İran hikmeti (özellikle Zerdüştlük'teki ışık-karanlık düalizmi) ve Platonik düşünceyi İslâmî tasavvufla birleştirerek özgün bir sistem kurar. Kozmolojisi de Işık Metafiziği üzerine kuruludur. Varlığın ve bilginin kaynağı, mutlak ve saf Işık olan "Nûru'l-Envâr"dır (Nurların Nuru - Allah). Evren, Nûru'l-Envâr'dan çıkan ve yoğunlukları azalarak karanlığa (maddeye) doğru inen bir Işıklar Hiyerarşisi şeklinde meydana gelir. Sudûr teorisi burada da vardır, ancak Meşşâîlerdeki gibi sadece dikey (Zorunlu Varlık'tan aşağı doğru) değil, aynı zamanda yatay (ışıkların birbirini etkilemesi) bir boyutu da içerir. Soyut Nurlar (Melekler/Akıllar) ve Yönetici Nurlar (Felekleri ve türleri yönetenler) bulunur. İşrâkî kozmoloji de genel olarak Geo-santrik yapıyı korur, ancak cisim, mekân, zaman gibi kavramlara getirdiği yorumlar farklıdır. Özellikle "Berzah Âlemi" veya "Misâl Âlemi" (Âlem-i Misâl) kavramı önemlidir. Bu âlem, saf ruhani âlem ile fiziksel âlem arasında bulunan, hayali formların ve suretlerin var olduğu bir ara âlemdir ve mistik tecrübelerin mekânı olarak görülür. Bilgiye ulaşmada akıl yürütmenin yanı sıra sezgi (keşf, zevk, işrâk) de temel bir yöntemdir.
* İhvân-ı Safâ (Samimi Kardeşler): 10. yüzyılda Basra merkezli olarak ortaya çıkan ve kimlikleri tam olarak bilinmeyen gizli bir entelektüel topluluktur. 52 risaleden oluşan ansiklopedik eserleri, dönemin bilim ve felsefesinin geniş bir sentezini sunar. Kozmolojileri oldukça eklektiktir; Yeni-Platoncu Sudûr teorisi, Pisagorcu sayı mistisizmi, Hermetik astroloji ve Gnostik unsurları İslâmî bir çerçeveyle birleştirirler. Onların Sudûr şeması da kendilerine özgüdür: Bâri'den (Yaratıcı) Akıl, Nefs, İlk Madde (Heyûlâ), Tabiat, Cisimler Âlemi, Felekler Âlemi, Unsurlar Âlemi ve son olarak Madenler, Bitkiler, Hayvanlar şeklinde bir sıralama takip eder. Geo-santrik evren modelini benimserler ve astrolojiye büyük önem verirler; gök cisimlerinin yeryüzündeki olaylar ve insan kaderi üzerinde etkili olduğuna inanırlar. Sayıların (özellikle 7 ve 9) evrenin yapısında ve işleyişinde gizemli bir rolü olduğunu düşünürler. Müzik ve matematik de kozmolojileriyle yakından ilişkilidir.
* Tabiîyyûn (Naturalistler) ve Dehriyyûn (Materyalistler): Bu terimler genellikle, evreni doğaüstü müdahaleler yerine doğal neden-sonuç ilişkileriyle açıklamaya çalışan veya evrenin ezeliliğini savunan düşünürleri tanımlamak için kullanılır. Ebû Bekir er-Râzî gibi bazı düşünürler, zaman zaman bu kategorilere dahil edilir. Râzî'nin beş ezeli ilke (Yaratıcı, Külli Nefs, İlk Madde, Mutlak Mekân, Mutlak Zaman) kabul etmesi gibi görüşleri, geleneksel İslâm düşüncesinden farklılaşır. Dehriyyûn ise daha radikal bir çizgide, Yaratıcı'nın varlığını veya âleme müdahalesini reddederek maddenin ve zamanın ezeliliğini savunmuş, dolayısıyla materyalist ve ateist bir kozmolojiye yönelmişlerdir. Bu görüşler, İslâm düşünce tarihinde genellikle marjinal kalmış ve şiddetle eleştirilmiştir.
* Kelâm Felsefesi ve Atomculuk: İslâm teolojisi (Kelâm), özellikle Allah'ın sıfatları, iradesi, kudreti ve yaratması gibi konuları akılcı yöntemlerle temellendirmeye çalışırken, kendine özgü bir fizik ve kozmoloji anlayışı geliştirmiştir. Mu'tezile ve Eş'arîlik gibi ana Kelam okulları, Yunan atomculuğundan etkilenerek, ancak onu kendi teolojik amaçları doğrultusunda dönüştürerek Atomculuk (Cevher-Araz Teorisi) fikrini benimsemişlerdir. Bu teoriye göre, evrendeki tüm cisimler, daha fazla bölünemeyen en küçük parçacıklardan, yani atomlardan (cevher-i ferd) oluşur. Atomlar kendiliğinden var değildir, Allah tarafından sürekli olarak yaratılırlar. Atomların nitelikleri (renk, koku, sıcaklık, hareket vb.) ise arazlardır. Arazlar da atomlar gibi süreksizdir, bir anda var olup sonraki anda yok olurlar ve her an Allah tarafından yeniden yaratılırlar. Bu sürekli yaratma (teceddüd-i emsâl) anlayışı, Allah'ın evren üzerindeki mutlak ve kesintisiz egemenliğini, iradesini ve kudretini vurgulamak için geliştirilmiştir. Evrende doğal bir zorunluluk veya kendi başına işleyen yasalar yoktur; her olay, doğrudan Allah'ın yaratmasıyla gerçekleşir. Örneğin, pamuğun yanması, ateşin doğası gereği değil, Allah'ın pamuk atomlarına yanma arazını o anda yaratmasıyla mümkündür. Bu atomcu kozmoloji, Meşşâîlerin Aristotelesçi fizik ve sürekli nedensellik anlayışına bir alternatif oluşturmuş ve özellikle Gazzâlî tarafından felsefecilere karşı güçlü bir teolojik argüman olarak kullanılmıştır.
Hocaoğlu, bu farklı İslâmî kozmoloji okullarını incelerken, onların sadece dış kaynaklardan (Yunan, İran, Hint) etkilenmekle kalmadığını, aynı zamanda birbirleriyle de sürekli bir diyalog ve polemik içinde olduklarını gösterir. Meşşâîlerin Sudûr teorisi, Kelamcıların atomculuğu tarafından eleştirilmiş; İşrâkîlik, Meşşâîliğe alternatif bir mistik-felsefi kozmoloji sunmuş; İhvân-ı Safâ ise tüm bu birikimi kendi eklektik potasında eritmeye çalışmıştır. Tüm bu çeşitlilik, İslâm düşünce geleneğinin dinamizmini ve entelektüel zenginliğini ortaya koyar. Bu kozmolojiler, sadece evrenin fiziksel yapısını değil, aynı zamanda Allah-âlem ilişkisi, bilginin kaynağı ve insanın evrendeki yeri gibi temel felsefi ve teolojik sorunları da ele almışlardır.
3. Klasik Fizik'te Kozmos: Mekanik Evrenin İnşası ve Felsefi Yansımaları
Avrupa'da yaklaşık olarak 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanan dönemde bilimde yaşanan köklü dönüşümler, "Bilimsel Devrim" olarak adlandırılır ve Klasik Fizik'in doğuşuna yol açar. Bu dönemin kozmos anlayışı, kendinden önceki dönemlere ve hatta kendisinden sonra gelen Modern Fizik'e kıyasla, belirli bir felsefi çerçeve (Mekanizm) etrafında daha bütüncül ve homojen bir yapı sergiler. Hocaoğlu, bu bölümü ele alırken, Klasik Fiziğin başarısının sadece Avrupa'nın iç dinamiklerine bağlanamayacağını, Antik Dünya'dan devralınan mirasın ve özellikle Orta Çağ İslâm bilim ve felsefesinin (Hocaoğlu'nun ifadesiyle "Şark'ın Tesirleri") bu süreçteki kritik rolünü de göz ardı etmemek gerektiğini vurgular. İslâm dünyasında yapılan matematik, astronomi, optik ve metodoloji çalışmaları, Avrupa'daki bilimsel devrimin zeminini hazırlayan önemli faktörlerdendir.
3.1. Aristoteles Fiziği ve Geo-santrizmin Yıkılışı
Klasik Fiziğin kuruluşu, yaklaşık iki bin yıldır hakim olan Aristotelesçi fizik ve Batlamyusçu (Geo-santrik) kozmoloji modelinin sarsılması ve nihayetinde yıkılmasıyla başlar. Bu köklü paradigma değişimi, bir dizi önemli bilim insanının katkılarıyla gerçekleşmiştir:
* Nicolaus Copernicus (1473-1543): Polonyalı bir din adamı ve astronom olan Copernicus, "Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine" (De revolutionibus orbium coelestium) adlı eserinde, matematiksel hesaplamaları basitleştirmek ve bazı gözlemsel sorunları aşmak amacıyla radikal bir öneride bulundu: Evrenin merkezi Dünya değil, Güneş'tir (Helio-santrizm). Dünya, diğer gezegenler gibi Güneş'in etrafında dönmektedir. Bu model, başlangıçta felsefi ve teolojik dirençle karşılaşsa da, astronomide yeni bir dönemin kapısını araladı.
* Tycho Brahe (1546-1601): Danimarkalı bir astronom olan Brahe, döneminin en hassas ve sistematik gökyüzü gözlemlerini yaptı. Kendi karma modelini (Dünya merkezde, Güneş Dünya etrafında, diğer gezegenler Güneş etrafında) savunsa da, topladığı veriler daha sonra Kepler tarafından kullanılacaktır.
* Johannes Kepler (1571-1630): Alman astronom ve matematikçi Kepler, Brahe'nin gözlem verilerini kullanarak gezegen hareketlerinin matematiksel yasalarını keşfetti. Gezegenlerin Güneş etrafında dairesel değil, eliptik yörüngelerde hareket ettiğini; gezegenlerin Güneş'e yaklaştıkça hızlandığını ve yörünge periyotlarının Güneş'e olan uzaklıklarıyla belirli bir matematiksel ilişki içinde olduğunu gösterdi (Kepler Yasaları). Bu yasalar, Aristotelesçi kozmolojinin temel taşlarından olan mükemmel dairesel hareket dogmasını yıktı.
* Galileo Galilei (1564-1642): İtalyan fizikçi, matematikçi ve astronom Galileo, teleskobu astronomik gözlemler için kullanarak devrim niteliğinde keşifler yaptı. Ay'ın yüzeyindeki dağları ve kraterleri, Jüpiter'in uydularını, Venüs'ün evrelerini ve Samanyolu'nun sayısız yıldızdan oluştuğunu gözlemledi. Bu gözlemler, Aristoteles'in Ay-üstü âlemin mükemmel ve değişmez olduğu fikrini çürüttü ve Copernicus'un Helio-santrik modelini güçlü bir şekilde destekledi. Galileo ayrıca, düşen cisimlerin hareketi ve eylemsizlik prensibi üzerine yaptığı deney ve analizlerle Aristotelesçi hareket teorisine meydan okudu ve modern mekaniğin temellerini attı. Gözlem ve deneyi ön plana çıkaran bilimsel yöntemi savundu.
Bu bilim insanlarının çalışmaları, eski kozmolojinin temellerini sarsarak yeni bir fizik ve evren anlayışının doğuşunu müjdeledi.
3.2. Felsefi Temeller: Rasyonalizm, Empirizm ve Metot Arayışı
Bilimsel devrim, sadece gözlem ve deneylerle değil, aynı zamanda yeni felsefi temellerin atılmasıyla da desteklendi. Bilginin kaynağı, yöntemi ve kesinliği üzerine yapılan tartışmalar, modern bilimin felsefi zeminini oluşturdu:
* Francis Bacon (1561-1626): İngiliz filozof Bacon, "Novum Organum" (Yeni Organon/Araç) adlı eserinde Aristotelesçi mantık ve skolastik yöntemi eleştirerek, bilginin kaynağının doğanın sistematik gözlemi ve tümevarımsal deney olması gerektiğini savundu. Bilimsel araştırmanın amacının doğaya hükmetmek ve insan yaşamını iyileştirmek olduğunu belirtti. Metodolojik yaklaşımı, empirizmin (deneycilik) gelişiminde etkili oldu.
* René Descartes (1596-1650): Fransız filozof ve matematikçi Descartes, "Metot Üzerine Konuşma" ve "İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar" gibi eserlerinde, şüpheyi metodik bir araç olarak kullanarak kesin bilgiye ulaşmayı hedefledi. Ünlü "Düşünüyorum, öyleyse varım" (Cogito ergo sum) önermesiyle kendi varlığının kesinliğinden yola çıkarak Tanrı'nın varlığını ve dış dünyanın gerçekliğini kanıtlamaya çalıştı. Bilginin temelinin akıl (rasyonalizm) olduğunu savundu. Evreni, iki temel tözden oluşan dualist bir yapı olarak gördü: düşünen töz (ruh/zihin) ve yer kaplayan töz (madde/cisim). Maddi evrenin, matematiksel yasalara göre işleyen dev bir mekanizma olduğunu öne sürdü. Bu mekanistik dünya görüşü, Klasik Fiziğin temel felsefi varsayımlarından biri haline geldi.
* Gazzâlî'nin Dolaylı Etkisi: Hocaoğlu'nun dikkat çektiği bir nokta, İslâm düşünürü Gazzâlî'nin (1058-1111) felsefecilere yönelik eleştirilerinin, özellikle de nedensellik (determinizm) konusundaki şüpheciliğinin, dolaylı yollardan Avrupa düşüncesini etkilemiş olabileceğidir. Gazzâlî'nin, neden ile sonuç arasında zorunlu bir bağ olmadığını, her olayın doğrudan Allah'ın iradesiyle gerçekleştiğini savunması (okasyonalizm), Avrupa'da David Hume gibi filozofların nedensellik eleştirilerine zemin hazırlamış olabilir. Bu durum, düşünce tarihinin karmaşık etkileşimlerini göstermesi açısından önemlidir.
Bu felsefi tartışmalar, bilginin nasıl elde edileceği, doğanın nasıl yorumlanacağı ve bilimin sınırlarının ne olduğu gibi konularda yeni çerçeveler sunarak Klasik Fiziğin entelektüel ortamını hazırladı.
3.3. Newton Zirvesi: Mekanik Evren Modeli
Klasik Fiziğin sentezi ve zirvesi, İngiliz fizikçi ve matematikçi Sir Isaac Newton (1643-1727) ile gerçekleşti. Newton, "Principia Mathematica" (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri - 1687) adlı başyapıtında, kendinden önceki bilim insanlarının çalışmalarını bir araya getirerek kapsamlı bir fiziksel sistem kurdu.
* Hareket Yasaları: Newton, üç temel hareket yasası formüle etti: 1) Eylemsizlik Prensibi (Bir cisme dış bir kuvvet etki etmedikçe, duruyorsa durmaya, hareket ediyorsa sabit hızla doğrusal hareketine devam eder), 2) F=ma (Bir cisme etki eden net kuvvet, cismin kütlesi ile ivmesinin çarpımına eşittir), 3) Etki-Tepki Prensibi (Her etkiye karşılık, eşit büyüklükte ve zıt yönde bir tepki vardır). Bu yasalar, yeryüzündeki cisimlerin hareketini matematiksel olarak tanımlamayı mümkün kıldı.
* Evrensel Kütleçekim Yasası: Newton'un en büyük başarılarından biri, gezegenlerin yörüngelerinde kalmasını sağlayan kuvvet ile elmanın ağaçtan düşmesine neden olan kuvvetin aynı olduğunu keşfetmesiydi: Kütleçekim. Evrendeki her kütlenin, diğer her kütleyi, kütlelerinin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı bir kuvvetle çektiğini gösteren matematiksel bir yasa formüle etti. Bu yasa, Kepler'in gezegen hareketleri yasalarını açıklıyor ve gök mekaniği ile yer mekaniğini tek bir çerçevede birleştiriyordu.
* Newtoncu Kozmoloji: Newton'un fizik yasaları, evrene dair belirli bir kozmolojik modelin temelini oluşturdu. Bu modele göre:
* Mutlak Uzay ve Mutlak Zaman: Newton, uzayın üç boyutlu, sonsuz, homojen (her yerinde aynı) ve mutlak (cisimlerden bağımsız, boş bir kap gibi) olduğunu varsaydı. Zamanın da evrensel, tekdüze akan ve mutlak (olaylardan bağımsız) olduğunu düşündü. Uzay ve zaman, olayların gerçekleştiği değişmez bir sahneydi.
* Mekanistik ve Deterministik Evren: Evren, Tanrı tarafından kurulmuş, ilk hareketi verilmiş ve ardından kendi değişmez matematiksel yasalarına göre (saat gibi) işleyen dev bir mekanizma olarak görüldü. Evrenin herhangi bir andaki durumu bilindiğinde, gelecek ve geçmişteki tüm durumlarının prensipte hesaplanabileceğine inanıldı (determinizm). Tanrı'nın rolü, genellikle evreni yaratıp yasalarını koyduktan sonra işleyişine karışmayan bir "saatçi Tanrı" (Deizm) anlayışına indirgendi, ancak Newton kendisi Tanrı'nın zaman zaman evrene müdahale etmesi gerektiğini düşünüyordu.
* Sonsuz ve Statik Evren: Newtoncu kozmoloji, genellikle evrenin uzayda sonsuz büyüklükte ve zamanda ezeli olmasa da (yaratılmış olduğu kabul edilse de) durağan (statik, genişlemeyen veya daralmayan) olduğunu varsaydı. Yıldızların uzayda homojen bir şekilde dağıldığı düşünüldü.
3.4. Kant'ın Katkıları ve Klasik Kozmolojinin Olgunlaşması
Alman filozof Immanuel Kant (1724-1804), Newton fiziğinin felsefi temelleri üzerine derinlemesine düşündü ve Klasik Kozmolojiye önemli katkılarda bulundu. "Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Teorisi" (1755) adlı eserinde, Güneş Sistemi'nin dönen bir gaz bulutundan (nebula) yoğunlaşarak oluştuğunu öne süren Kant-Laplace Nebular Hipotezi'nin ilk versiyonunu geliştirdi. Ayrıca, teleskopla görülen bazı bulutsu yapıların (nebulalar), aslında Samanyolu gibi uzak yıldız sistemleri ("ada evrenler" - yani galaksiler) olabileceğini öne sürerek evrenin büyüklüğü hakkındaki kavrayışı genişletti. Kant ayrıca, Newton'un mutlak uzay ve zaman kavramlarını eleştirerek, bunların dış dünyada var olan mutlak gerçeklikler değil, insan zihninin deneyimi organize etmek için kullandığı zorunlu formlar (a priori sezgi formları) olduğunu savundu. Ancak bu eleştirisi, Klasik Fiziğin pratik uygulamasını değiştirmedi.
Klasik Fizik ve onun kozmolojisi, sunduğu düzenli, anlaşılır, matematiksel olarak ifade edilebilir ve büyük ölçüde deterministik evren tablosuyla, Aydınlanma Çağı'nın rasyonalist ruhunu besledi ve sonraki iki yüzyıl boyunca bilimsel ve felsefi düşünceyi derinden etkiledi. Ancak 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan bazı anormallikler ve yeni keşifler, bu sağlam görünen yapının temellerini sarsacak ve yeni bir fizik devrimine yol açacaktı.
4. Modern Fizik'te Kozmos: Devrimler, Belirsizlikler ve Genişleyen Ufuklar
19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başları, fizik biliminde daha önce eşi benzeri görülmemiş iki büyük devrime tanıklık etti: Rölativite (Görelilik) Teorisi ve Kuantum Fiziği. Bu devrimler, Klasik Fiziğin temel varsayımlarını (mutlak uzay, mutlak zaman, katı determinizm, maddenin sürekliliği) yıkarak evren anlayışımızda radikal değişikliklere yol açtı ve Modern Fizik dönemini başlattı. Hocaoğlu, bu dönemin kozmolojisini ele alırken, bilimsel açıdan çığır açıcı olmasına rağmen, felsefi sonuçları açısından Klasik Fizik kadar bütüncül ve yerleşik bir tablo sunmadığını, daha ziyade devam eden tartışmalar, yorum farklılıkları ve henüz çözülememiş sorunlarla karakterize edilen, parçalı ve heterojen bir yapıya sahip olduğunu belirtir. Modern Fiziğin kavramları (örneğin dalga-tanecik ikiliği, belirsizlik, uzay-zamanın göreceliği), gündelik sezgilerimize ve Klasik Fiziğe dayalı felsefi düşünce alışkanlıklarımıza meydan okumaktadır.
4.1. Klasik Fizikten Modern Fiziğe Geçiş: Çatlaklar ve Yeni Ufuklar
Klasik Fiziğin zaferine rağmen, 19. yüzyılın sonlarına doğru bazı gözlemler ve teorik sorunlar bu yapıda çatlaklar oluşturmaya başladı:
* Termodinamik: Isı, enerji ve entropi (düzensizlik) üzerine yapılan çalışmalar, özellikle Termodinamiğin İkinci Yasası (evrendeki toplam entropinin sürekli artma eğiliminde olduğu), evrenin sonsuza kadar statik kalamayacağı ve bir "ısı ölümü"ne doğru gidebileceği fikrini ortaya attı. Bu, Newtoncu statik evren modeliyle çelişiyordu.
* Elektromanyetizma: James Clerk Maxwell'in elektrik ve manyetizmayı birleştiren denklemleri, ışığın bir elektromanyetik dalga olduğunu ve boşluktaki hızının (c) sabit olduğunu öngördü. Ancak bu durum, Klasik Fiziğin hızların toplandığı ilkesiyle (Galileo göreliliği) ve mutlak uzayda ışığın hızının kime göre ölçüleceği sorunuyla (eter hipotezi ve Michelson-Morley deneyinin başarısızlığı) çelişkiler yarattı.
* Siyah Cisim Işıması ve Fotoelektrik Olay: Klasik Fizik, ısıtılan cisimlerin yaydığı ışığın (siyah cisim ışıması) spektrumunu ve ışığın metal yüzeylerden elektron sökmesi (fotoelektrik olay) olgusunu tam olarak açıklayamıyordu. Bu sorunlar, enerjinin sürekli değil, kesikli paketler (kuantumlar) halinde alınıp verildiği fikrinin doğmasına yol açacaktı.
Bu ve benzeri sorunlar, fizikçileri Klasik Fiziğin temel kabullerini sorgulamaya itti ve yeni teorilerin geliştirilmesinin önünü açtı.
4.2. İki Devrim: Rölativite ve Kuantum
* Rölativite (Görelilik) Teorisi: Albert Einstein (1879-1955), fizik tarihindeki en büyük devrimlerden birini gerçekleştirdi.
* Özel Rölativite (1905): Einstein, ışık hızının tüm eylemsiz gözlemciler için aynı olduğu postülasından yola çıkarak, uzay ve zamanın mutlak olmadığını gösterdi. Zamanın yavaşlaması (time dilation), uzunluğun kısalması (length contraction) gibi etkiler, hızın artmasıyla ortaya çıkar. Uzay ve zaman, birbirinden bağımsız değil, "uzay-zaman" adı verilen dört boyutlu bir bütünlük oluşturur. Ayrıca, kütle ile enerjinin eşdeğer olduğunu ünlü E=mc² formülüyle ortaya koydu. Bu teori, yüksek hızlarda hareket eden nesneleri ve elektromanyetizmayı anlamada temel bir çerçeve sundu.
* Genel Rölativite (1915): Einstein, Özel Rölativiteyi ivmeli hareketlere ve kütleçekimine genişletti. Bu teoriye göre, kütleçekim, Newton'un düşündüğü gibi cisimler arasında anlık bir kuvvet değil, kütle ve enerjinin uzay-zaman dokusunu bükmesinin bir sonucudur. Cisimler, bu bükülmüş uzay-zamanda en kısa yolu (jeodezik) takip ederler. Genel Rölativite, kütleçekimini geometrik bir olgu olarak tanımladı ve Merkür'ün yörüngesindeki anormallikler, ışığın kütleçekimsel alanda bükülmesi gibi olguları başarıyla açıkladı. Bu teori, modern kozmolojinin temel taşıdır.
* Kuantum Fiziği: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger, Paul Dirac gibi birçok bilim insanının katkılarıyla gelişen Kuantum Fiziği, atomik ve atom-altı dünyanın tuhaf ve sezgilere aykırı yasalarını ortaya koydu:
* Kuantizasyon: Enerji, momentum, açısal momentum gibi bazı fiziksel nicelikler, sürekli değerler almak yerine, sadece belirli kesikli değerlere (kuantumlar) sahip olabilirler.
* Dalga-Tanecik İkiliği: Işık ve madde (elektronlar, protonlar vb.), duruma göre hem dalga hem de tanecik özellikleri gösterebilir. Bu, Klasik Fiziğin katı ayrımını ortadan kaldırdı.
* Belirsizlik İlkesi (Heisenberg): Bir parçacığın konumu ve momentumu gibi eşlenik (conjugate) özelliklerini aynı anda tam bir kesinlikle ölçmek prensipte imkansızdır. Birini ne kadar kesin ölçersek, diğerindeki belirsizlik o kadar artar. Bu, Klasik Fiziğin determinizmine temelden meydan okudu.
* Olasılık Yorumu (Born): Kuantum Mekaniği, bir sistemin durumunu dalga fonksiyonu ile tanımlar. Dalga fonksiyonunun karesi, bir ölçüm yapıldığında sistemin belirli bir durumda bulunma olasılığını verir. Kuantum dünyası, doğası gereği olasılıksaldır, deterministik değildir.
* Gözlemcinin Rolü: Kuantum mekaniğinde ölçüm eylemi, sistemin durumunu etkiler ("dalga fonksiyonunun çökmesi"). Bu durum, gözlemcinin gerçeklikteki rolü hakkında derin felsefi tartışmalara yol açmıştır.
Kuantum Fiziği, maddenin yapısını, kimyasal bağları, katıhal fiziğini, nükleer fiziği ve parçacık fiziğini anlamada temel bir teori haline geldi.
4.3. Modern Kozmoloji: Genişleyen Evren, Büyük Patlama ve Ötesi
Genel Rölativite ve Kuantum Fiziği, modern kozmolojinin gelişiminde devrim yarattı:
* Genişleyen Evren: Einstein'ın Genel Rölativite denklemleri, statik olmayan (genişleyen veya daralan) bir evreni öngörüyordu. Başlangıçta bu fikre şüpheyle yaklaşan Einstein, denklemlerine evreni statik tutmak için "kozmolojik sabit" eklemişti. Ancak Rus matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı rahip ve fizikçi Georges Lemaître, denklemlerin genişleyen evren çözümlerini buldular. Amerikalı astronom Edwin Hubble (1889-1953), 1929'da uzak galaksilerden gelen ışığın kırmızıya kaydığını (Doppler etkisi) ve bu kayma miktarının galaksinin uzaklığıyla orantılı olduğunu gözlemsel olarak kanıtladı (Hubble Yasası). Bu, evrenin gerçekten de genişlediğinin güçlü bir kanıtıydı.
* Büyük Patlama (Big Bang) Teorisi: Evrenin genişlediği keşfi, zamanda geriye gidildiğinde evrenin çok daha küçük, yoğun ve sıcak bir durumda olması gerektiği fikrini doğurdu. Georges Lemaître'in "ilkel atom" hipotezi ve George Gamow'un çalışmalarıyla geliştirilen Büyük Patlama Teorisi, evrenin yaklaşık 13.8 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir tekillikten (singularity) başlayarak genişlediğini ve soğuduğunu öne sürer. Bu model, evrenin genişlemesi, hafif elementlerin (Hidrojen, Helyum) bolluğu ve Kozmik Mikrodalga Arka Plan Işıması (Cosmic Microwave Background - CMB) gibi birçok gözlemsel kanıtla desteklenmektedir. CMB, Büyük Patlama'dan yaklaşık 380.000 yıl sonrasından kalan ve evreni dolduran zayıf bir mikrodalga ışımasıdır ve evrenin erken dönemdeki durumu hakkında kritik bilgiler sağlar.
* Evrenin İçeriği ve Geleceği: Modern kozmoloji, evrenin sadece gördüğümüz sıradan maddeden (atomlar, yıldızlar, galaksiler - yaklaşık %5) oluşmadığını ortaya koymuştur. Gözlemler, evrenin büyük bir kısmının ne olduğunu bilmediğimiz karanlık madde (dark matter - yaklaşık %27) ve evrenin genişlemesini hızlandıran gizemli bir enerji formu olan karanlık enerjiden (dark energy - yaklaşık %68) oluştuğunu göstermektedir. Evrenin nihai kaderi (sonsuza dek genişleyip soğuyacak mı, tekrar içine mi çökecek, yoksa başka bir senaryo mu gerçekleşecek?), bu karanlık bileşenlerin doğasına ve evrenin toplam yoğunluğuna bağlıdır.
* Kuantum Kozmolojisi ve Erken Evren: Büyük Patlama'nın ilk anlarını (Planck zamanı - yaklaşık 10⁻⁴³ saniye) anlamak için Genel Rölativite ve Kuantum Fiziği'ni birleştiren bir "Kuantum Kütleçekim Teorisi"ne ihtiyaç vardır. Henüz tam olarak geliştirilememiş olsa da, Sicim Teorisi, Döngü Kuantum Kütleçekimi gibi aday teoriler bu yönde çalışmalar yapmaktadır. Kuantum kozmolojisi, evrenin başlangıcındaki kuantum dalgalanmalarının, daha sonra galaksilerin ve büyük ölçekli yapıların oluşumuna nasıl yol açtığını açıklamaya çalışır (Enflasyon Teorisi).
Modern Fizik ve kozmoloji, evren hakkındaki bilgimizi muazzam ölçüde artırmış olsa da, aynı zamanda yeni ve derin soruları da beraberinde getirmiştir: Karanlık madde ve karanlık enerji nedir? Evren neden maddeden oluşuyor da anti-maddeden oluşmuyor? Kuantum mekaniği ve genel rölativite nasıl birleştirilebilir? Tek bir evren mi var, yoksa bir "çoklu evren" (multiverse) içinde mi yaşıyoruz? Bu sorular, bilimin ve felsefenin sınırlarında devam eden araştırmaların ve tartışmaların konusudur.
Sonuç: Kozmos Anlayışlarının Sürekli Diyaloğu
Durmuş Hocaoğlu'nun "Türk-İslâm Düşüncesi ve Modern Fizik'de Kozmos" tezi üzerine inşa edilen bu genişletilmiş makale, insanın evreni anlama ve anlamlandırma çabasının ne kadar uzun soluklu, çeşitli ve dinamik bir süreç olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. İslâm öncesi Türklerin mitolojik ve sembolik derinliği olan, doğayla iç içe kozmolojilerinden, İslâm medeniyetinin vahiy ile aklı, felsefe ile kelamı harmanlayarak ürettiği zengin ve çoğulcu evren tasavvurlarına; Klasik Fiziğin matematiksel kesinlik ve mekanistik düzen üzerine kurulu Newtoncu evreninden, Modern Fiziğin devrimci teorileriyle ortaya çıkan, genişleyen, dönüşen ve hala keşfedilmeyi bekleyen sırlarla dolu kuantum ve rölativistik kozmosa uzanan bu entelektüel yolculuk, insan zihninin sınırlarını zorlama ve varoluşun temel sorularına yanıt arama arzusunun evrensel bir ifadesidir.
Hocaoğlu'nun çalışmasının temel değerlerinden biri, bu farklı kozmos anlayışlarını sadece tarihsel bir sıralama içinde sunmakla kalmayıp, aralarındaki karmaşık etkileşim ağlarını, felsefi varsayımlarını ve metodolojik farklılıklarını da ortaya koymasıdır. Gördüğümüz gibi, ne "Türk Kozmolojisi" ne "İslâm Kozmolojisi" ne de "Bilimsel Kozmoloji" monolitik, değişmez yapılar değildir. Her biri kendi içinde farklı okulları, yorumları ve evrimleşen anlayışları barındırır. Ayrıca, bu gelenekler arasında sanıldığından daha fazla etkileşim ve süreklilik bulunmaktadır. İslâm bilim ve felsefesinin Batı'daki Rönesans ve Bilimsel Devrim üzerindeki etkileri, Klasik Fiziğin felsefi kökleri ve Modern Fiziğin getirdiği yeni ontolojik ve epistemolojik sorunlar, bu diyalogun ve karşılıklı şekillendirmenin kanıtlarıdır.
Bugün modern kozmoloji, evrenin kökeni, yapısı ve geleceği hakkında bize şimdiye kadar hiç sahip olmadığımız kadar ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Ancak bu bilgiler, felsefi ve hatta teolojik soruları ortadan kaldırmamış, aksine belki de daha derin ve karmaşık hale getirmiştir. Evrenin başlangıcından önceki durum neydi? Evrenin bir amacı var mı? Bilincin bu devasa kozmostaki yeri nedir? Karanlık madde ve karanlık enerji gibi bilmediğimiz unsurlar, gerçekliğin doğası hakkında ne söylüyor? Bu gibi sorular, bilimin sınırlarında felsefenin ve hatta inancın alanına dokunmaktadır.
Durmuş Hocaoğlu'nun tezi, bu farklı bilgi alanlarını – Türk-İslâm düşüncesinin zengin mirasını ve modern bilimin güçlü araçlarını – bir araya getirerek, kozmosu anlama çabasının çok katmanlı doğasını anlamak için değerli bir çerçeve sunmaktadır. Farklı disiplinlerin ve kültürel geleneklerin perspektiflerini bir araya getirmek, evrene dair daha bütüncül ve derin bir kavrayışa ulaşma yolunda önemli bir adımdır. İnsanoğlunun yıldızlara bakıp sorduğu kadim sorular, bugün de güncelliğini korumakta ve bizi hem evrenin hem de kendimizin sırlarını keşfetmeye davet etmektedir. Bu keşif yolculuğu, farklı bilgi türleri arasındaki yapıcı diyalogla daha da zenginleşecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder